“Yaşlandıkça sahnede olmaktan daha çok keyif alıyorum”

Röportaj

Röportaj: Tanya Varer

Warhaus ve Balthazar‘dan tanıdığımız Maarten Devoldere ile yeni Warhaus albümü ”Ha Ha Heart” albümü hakkında konuştuk.

Merhaba Maarten. Röportaj teklifimizi kabul ettiğin için çok teşekkürler. Nasılsın? Her şey yolunda mı?

Çok iyiyim. Evdeyim, yıl sonu olduğu için şu aralar konserim yok. Her şey yolunda, bir şeyler yazmaya çalışıyorum. Noel’e hazırlanıyorum. Hayat güzel. 

Ne hoş. Bu sohbette “solo ve oldukça kişisel” projen Warhaus’un yepyeni albümü ‘Ha Ha Heartbreak’ ana konumuz tabii ki. Öncelikle tebrikler. Dört harika single sonrası bütün albümü dinleyebildiğimiz için çok mutluyuz. Albümü yayınlamanın ardından gelen yorumlardan memnun musun?

Hala her şey çok heyecanlı gidiyor. Normalde bir albümü bitirdikten iki ay sonra, “Şimdi daha iyi bir şey yapacağım.” demeye başlarım. Bu sefer, albümün çıkışından neredeyse bir yıl önce kaydı bitirmiştim ama yayınlandığında da çıkan sonuçla hala gurur duyuyordum. Gelecek tepkilerle ilgili biraz gergin olduğumu söyleyebilirim çünkü fazla kişisel bir albüm olduğu için, iyi karşılanmaması, kötü yorumlar duymak beni daha çok incitirdi sanırım. Albüme gelen ilgiyi görmek çok güzel. Uzaktan yakından tanıdığım insanlardan telefonuma sürekli mesajlar geliyor, hiç bu kadar çok pozitif mesaj almamıştım daha önce. Sanki albüm insanlarda gerçekten iyi biçimde yankı uyandırıyor ve bunu gördüğüm için çok mutluyum.

Albümün adı zaten çok şey söylüyor ama arkasındaki hikâyeyi anlatır mısın? Bu arada, yaratılan görsel dünya da en az şarkılar kadar harika. Fotoğraflar, videolar, merch ürünler… Hepsi birden çok etkileyici. Katkısı bulunanlardan adını geçirmek istediğin isimler var mı?

Albümün prodüktörü Jasper (Maekelberg) çok yakın bir arkadaşım. Titus (Simoens), fotoğrafçımız, yine en yakın arkadaşlarımdan biri. Videoları yapan Pieter (De Cnudde) ve Michiel (Venmans) de öyle. Yakın olduğunuz insanlarla çalışmak hoş bir şey. Çok iyi hissettiriyor, işler doğal ve güzel biçimde akıyor. İlk soruna dönersem, ‘Ha Ha Hearthbreak’ açık biçimde bir ayrılık albümü. Palermo’ya gidip birkaç haftalığına bir otel odası tutmuştum, yanımda sadece bir gitar ve basit kayıt ekipmanı vardı. Kendimi o otel odasında dünyadan soyutladım. Yazmaya başladım ve yazdığım her şey o an bulunduğum çevrede ortaya çıktı. Demoları kaydettim sonra eve döndüm, Jasper’a: “Her şeyi hazır, kayda girebiliriz.” dedim. O otel odasında kaydettiğim vokallerin ilk halini albümde kullanmak onun fikriydi. Böylece, demo olarak kaydedilen vokaller üzerine aranjman yapmaya başladık. Normalde tam tersi bir gidişat olur, stüdyoda bütün enstrümanlar kaydedilir, üstüne en son vokal kaydedilir. Biraz tersten gitmiş olduk. Albümün ilk taslağı çok hızlı oluştu, yazmam gereken şeyler içimden fışkırdı adeta. Sonra bir yıl kadar aranjmanlarla uğraştık, doğru orkestrasyon ve melodiler için çok zaman harcadık. Oldukça temel, samimi, saf bir şarkı yazımı ve vokaller ile yaylıların ve ihtişamlı bir düzenlemenin profesyonelliğinin yarattığı cazibenin garip bir kombinasyonu oldu.

Albümün single’larından Open Window’u ilk dinlediğimde eski, siyah beyaz, üzücü bir Yeşilçam filminde çalan bir şarkı dinliyor gibi hissetmiştim. Bu yoğun his bana, albümünde edebiyattan, sinemada, başka müziklerden veya genel olarak hayattan belli başlı referanslar var mı acaba diye merak ettirdi.

Yok ya… Nelerden ilham aldığım bana çok sık sorulan bir soru ama pek öyle olmuyor aslında. Yıllar geçtikçe farklı farklı zevkler ediniyorsun ve bir beste yaparken o referanslar ortaya çıkıveriyorlar. Bazen neyin etkilemiş olabileceğini hissetsem de referanslar pek somut değil, en azından bende öyle çalışmıyor o iş. Bu yüzden tarif etmek gerçekten çok zor. Ama bence mesela Palermo gerçekten çok göz alıcı, içinde geçmişten bir parça taşıyan, vintage, büyüleyici bir şehir. Bu romantizm aslında albümün sound’unu da fazlasıyla temsil eden bir şeydi.

Yani aslında albümün temel referansı Palermo’ymuş. Hazır şehirlerden konu açılmışken, biliyorsun, İstanbul Warhaus’un en çok dinlendiği ikinci şehir. Bu Balthazar dahil birçok Belçikalı grup ve müzisyen için gördüğümüz bir durum. Türkiye’de uzun süredir büyümeye devam eden bir Belçika dalgası var. Bu ülkeyle kurduğunuz güzel bağı nasıl yorumluyorsun?

Gerçekten çok iyi bir soru ama cevabına dair hiçbir fikrim yok. Böyle bir ilgi görmek çok güzel tabii ki. Balthazar’la üçüncü albümümüz sonrası İstanbul’da çok az kişiye çaldığımızı hatırlıyorum, belki 100 kişi falan vardı alanda. Solo projelerle de gelmiştik, kendi halinde güzel gidiyordu. Sonra Balthazar’la Fever albümü zamanı tekrar İstanbul’a geldik ve çok büyük bir konser salonunu doldurabildiğimizi gördük. Biz de birdenbire ne değişti, ne oldu anlayamayıp çok şaşırmıştık. Burada Tamino, Oscar and the Wolf gibi Belçika çıkışlı birçok müziğin çok sevildiğini biliyorum ve büyük bir minnet duyuyorum. Yine de neden olduğunu tam olarak açıklayamam. Sadece Belçika müziğini Belçikalı yapan şeyin ne olduğunu biliyorum. Avrupa’nın tam ortasında bir ülke ve kendimize ait çok güçlü bir kültürümüz yok. Fransızlar ve Hollandalılarla karşılaştırıldığında oldukça iddiasız insanlarız. Dünyanın dört bir yanından çeşitli kültürel referansları tabiri caizse çalıyoruz ve sonra kendimizce Belçikalılaştırıyoruz, ki sonuçları bazen biraz absürt oluyor. Sadece tahmin yürütüyorum, Türkiye de Belçika gibi farklı kültürlerin karıştığı, Asya ile Avrupa’nın ortasında bir yer olduğu için belki de bu açıdan uyuşuyoruz, bilmiyorum.

Demin bahsettiğin gibi, İstanbul’da da birçok konser verdiniz. Warhaus ve Balthazar’la çok sık turluyorsunuz. Sahnede olmayı seven biri misin? Sahnedeyken kendini iyi hissediyor musun?

Seviyorum ya… Evet evet, seviyorum. Yıllar geçtikçe sahnede de büyüyorum, kendi özüme daha fazla yaklaşıyorum. Çünkü gençken sahnede olmak bir tür rol yapma hali ya da başka bir şahsiyete bürünmek gibiydi. Sanki senden bir parça oradaymış ama büyük bir kalkanla gizlenmiş gibi. Bence yaşlandıkça durum değişti, özellikle şimdi daha kişisel şeyler yazdığım için, bu şarkıları sahnede gerçekten yaşayabilirim. Sahne gerçekten çok iyi hissettiriyor. Hatta geçmişte hiç yapmadığım şekilde sahnede dans etmeye başladım. Ritmi hissediyorum, sözleri hissediyorum ve yaşlandıkça sahnede olmaktan ve şarkılarımı insanlara ulaştırmaktan giderek daha çok keyif alıyorum.

Warhaus için yeni tur tarihleri açıklandı. Daha fazlası da duyurulacak mı? 2023’te de bol bol sahnede olacak mısın?

Her koşulda İstanbul’a geleceğiz. Yaz aylarında kapalı bir mekanda konserimiz olacak gibi görünüyor. Henüz konfirme olmadı, bu yüzden detay veremem fakat bunu yazabilirsin. Kesinlikle bu albümle İstanbul’a geliyoruz yani.

Konuştuğum bütün müzisyenlere sormaya çalıştığım bir soruyu sana da soracağım. Sence solo veya grup kariyerine majör bir plak şirketiyle devam etmemeyi seçmemeniz nelere yol açtı?

Aslında bu seçimin net bir sebebi olduğunu düşünüyorum. Öncelikle, bağımsız olmamıza rağmen çok fazla kişiye ulaşabilmek güzel. Çalıştığımız şirketin uluslararası olması bir avantaj çünkü Belçika’daki EMI, Sony veya Universal gibi bir majörle anlaşma imzalasak, her ülke için ayrı ayrı müzakere etmek ve o ülkede müziğimizi yayınlamak isteyeceklerini ummak zorundaydık. PIAS’ın güzel yanı, bu anlamda çok imkânı olması. Balthazar ile de hep yaptığımız gibi, uzun zamandan beri tüm Avrupa’yı turluyoruz ve bu durum özellikle Belçikalı gruplar arasında o kadar yaygın bir şey değil. Belki sizi her yerde tanıtacak, televizyonlara çıkaracak parası ve gücü olan bir şirket değil ama son derece dürüstler. Senin işin sadece konser vermek, insanların kalbini kazanmak, eski usul, bildiğimiz şekilde sadece müziğinle uğraşmak. Bu tip bir düzenin müziğimizin havasına uygun olduğunu düşünüyorum. Yani, bizi pop yıldızı bir grup gibi tanıtıp insanların gözüne sokarsan garip olur. Bu sistem otantik ve güzel geliyor bana, sıcak bir aile içindeyiz.

Müziğin “iş” kısmıyla, endüstri ile ilgili düşünen bir müzisyen misin yoksa tamamen üretmeye, performanslara odaklı mısın?

Kesinlikle bir iş insanı değilim. Tüm enerjimi mümkün olduğunca şarkı yazmaya ve bir iki yılda bir albüm çıkarmaya odaklamaya çalışıyorum. Öncelikle, bu kısmı kesinlikle daha eğlenceli. İş tarafının biraz farkında olmak gerektiğini düşünsem de yaratıcı uğraşlarınızı alt üst edebilecek bir şey. Çünkü bazen teknik konularla veya parayla ilgili profesyonel tartışmalara katılmak çok cazip gelebiliyor ama bu konular bir nevi zihninizden çalıyor, enerjinizden, yaratıcılığınızdan alıp götürüyor. Bence güvenebileceğiniz bir menajeriniz olması ve sadece “şarkılar yapan küçük çocuklar” olarak kalabilmeniz çok önemli.

Sıradaki biraz kişisel bir soru. Kendini kötü hissettiğin zamanlarda ne yaparsın? O ruh halinden çıkmaya mı çalışırsın, mutsuzluğuna alan mı açarsın?

Kolay kolay depresifleşmem. Hızla silkelenip yola devam edebilen biriyim. Bir bakıma ayrıcalıklı bir hayat yaşıyorum. Bir yandan da bir şeyler hakkında çok da endişelenmeyen veya strese girmeyen bir doğam var sanırım. Çok fazla meditasyon yapıyorum. Gündemle ilgili güncel kalmaya çalışıyorum ama eğer yaratıcı olabiliyorsam, meditasyonumu sporumu yapabiliyorsam kendimi iyi hissedeceğimi biliyorum. Ne bileyim, mesela karantina olduğunda ve konser veremeyeceğimizi öğrendiğimde: “Tamam o zaman, daha çok şarkı yazabilirim.” dedim. Çok da umursamadım yani, durum beni çok da etkilemedi. Biri eğer kalbimi kırarsa, o zaman ağlarım. Üzüldüğüm şeyler daha çok kişisel düzeyde gibi yani. Belki de bu rahatlık ne kadar ayrıcalıklı bir hayatım olduğunun bir işaretidir. Aslında aynı zamanda da kendime karşı geliştirdiğim bir sorumluluk gibi çünkü daha gençken, çok fazla içiyordum ve uyuşturucu kullanıyordum. Dışardan gelen uyarılara nasıl tepki vereceğimi zamanla meditasyon yoluyla öğrendim, karşılaştığım herhangi bir konu hakkında soğukkanlı olmama çok yardımcı oldu.

İçten cevabın için teşekkürler. Biraz hafif bir soruyla bitirelim. Yılın son günlerindeyiz, sene sonu muhasebeleri yapıyoruz, malum. Bu yıl neler dinlemişsin? Bizimle listeni paylaşmak ister misin?

Kendrick Lamar’ın yeni albümü inanılmazdı, çok dinledim. SAULT bir albüm çıkardı, onu sevdim, hatta ücretsiz indirmeye açtılar albümlerini. Aslında çok var. The Smile, Nick Cave ve Warren Ellis’in Carnage’ı, gerçi o geçen yılın albümüydü sanki, bilemedim. Eski müzikleri de çok dinliyorum. Hala David Bowie şarkılarını keşfediyorum mesela. Yeni çıkan her şeyi bilen bir müzik hipster’ı değilim. Yine de bence yeni üretilen çok fazla iyi ve ilginç müzik var. Bu anlamda, hayatta olmak için iyi bir zaman!

Pozitif bir son söz oldu. Yeni albümün için tekrar tebrikler. Şu an için single’lar hariç, yeni dinlediklerimizden ‘Shadow Play’ favorim gibi. Dinlemeye doyamayacağımız bir albüm olmuş, dinledikçe favorim sürekli değişir kesin.

Ne güzel, çok teşekkür ederim.

Sorularım bu kadardı. Vakit ayırdığın için çok teşekkürler. Yakında görüşürüz umarım.

İstanbul’da görüşmek üzere…

Tags: , , , , ,

İlginizi Çekebilir

2022’nin En İyi 50 Albümü
Nerede o eski FIFA şarkıları?

Yazar

Bize Katıl!