Bir Ustalık Albümü: James Blake – “The Colour In Anything”

İnceleme

Kendimden az şüphe etmedim sevgili okur. Genelde ilk seferde iyi izlenim yaratan albümleri çok kısa bir süre sonra sıkıcı bulurum, ilk seferde anlamadıklarımla ise ilişkimiz yıllar boyu heyecanını yitirmez. James Blake‘in “The Colour In Anything”‘i ya çok bildiğim yerlerden soruyor soruları ya da nadir rastlanan başarıda bir albümle karşı karşıyayım, diye düşündüm ilk başta. Ben ikici olasılıktan yola çıkarak bu yazıyı yazıyorum, çünkü eğer bana çok tanıdık bir albüm olsaydı sürekli albümü dinlediğim şu bir haftanın sonunda kesin tüketmiş olurdum albümü. (Evet, hayatım hunharca müzik tüketmekle geçiyor.) Aksine dinledikçe daha başarılı buluyorum bu albümü ve James Blake’in ustalık eserini yapmış olduğuna inancım gitgide güçleniyor. 2016’ın daha yarısına bile gelmemiş olduğumuz için yılın en iyi albümlerinden olduğunu iddaa etmeyeceğim. Ama aday göstermekte sakınca görmüyorum. Yılın şu zamanına kadar dinlediğim albümlerden en beğendiğim bu albüm oldu.

Öncelikle James Blake’in müzik kariyerinden bahsetmek istiyorum. Müzik dünyasına dupstep ve ötesi denilebilecek kategorilerde gezinen ilk kısaçalarlarıyla merhaba demişti. Dupstep sevenleri sevindiren, benim gibi bu müzik türüne uzak insanları bezdiren kısaçalarlarla. Bu eserlerin benim için ilginç tarafı, sanatçının 7 yıldır yaptığı her müzikte kendini hissettiren tarzını küçük parçalar halinde içinde barındırıyor olmaları. Daha hiç duymamış olsanız ve denk gelseniz bu parçalara “aha bunu James Blake yapmıştır” diyebilirsiniz. Kısaçalarlarda numune gibi verilmiş özellikler, 2011’deki ilk albüm “James Blake”‘te dubstep ritimlerinin de aradan çekilmesiyle daha bol ve birbirleriyle bağlantılı hale gelmişti. Güzel sesini ve soul/gospel vokallerini de ilk bu albümde duyabilmiştik James Blake’in. Albümden “Wilhelm Scream”‘in bir şaheser, diğer birkaç şarkının da oldukça başarılı olduğunu düşünsem de, severek dinlediğim bir albüm olamadı “James Blake” hiçbir zaman. Fazla statik, yer yer sert, bazen de belirsizliğe karışacak kadar minimal olan bir albüm, ama gelecek vaat eden anlara sahipti. 2013’te gelen “Overgrown” ise içinde bulundurduğu güçlü şarkılarla tekrar tekrar döndüğüm albümlerden oldu. “Overgrown”‘da Blake ayrıca bariz bir şekilde ilk işlerinde ağır basan track formatından şarkı formatına geçerek statiklikten uzaklaşmıştı. Hala statikliğin izleri vardı, ancak albümde katkısı geçen Brian Eno‘nun da etkisi olsa gerek ki daha organik bir düzeydi. Müziğinde kademe kademe yaptığı değişikliklerle bugüne geldi Blake ve ilk seferde daha önce yapmadığı hiçbir şeyin olmadığını düşüneceğiniz “The Colour In Anything”, bu uzun süren gelişim döneminin olgunluk safhası.

Optimal noktayı bulmuş Blake bu albümde. Ne üstün körü, ne de fazla ciddiye alınmış; ne dinlemesi çok ağır, ne de çok basit; yeni bir ruh halinde, ama hala bariz bir şekilde James Blake. 17 şarkılık uzunluk, insanı sıkmayan bir şekilde ayarlanmış. Yoğun bir şekilde hislere hitap eden, ancak bunu oldukça incelikli bir şekilde yapan bir albüm.

“The Colour In Anything”‘le ilgili beni şaşırtan ilk özellik, başladığı yerden uzaklaşabilen, inişli çıkışlı şarkılar barındırması içinde.  Oldukça dokunaklı kullanabildiği piyanosu ve sesinin, duyguları doğrultusunda istedikleri yere gitmesine izin vermiş Blake. Daha öceki albümlerinde belki sadece vokal tekniği olarak kullandığı gospel ve soul etkilerinden sonra, bu albümde Blake tam bir soul şarkıcısına dönüşmüş. Halihazırda çok etkileyici olan sesiyle bu sefer çok daha yoğun bir şekilde duygu iletebiliyor ve Beyonce’nin son albümünde kendisine niye yer verdiğini anlamak güç olmuyor.

Albümün açılış şarkısı “Radio Silence”‘ın bir Bill Withers alıntısıyla başlaması, albümün alacağı yön hakkında hemen ip ucu veriyor. Piyanonun başlattığı şarkıda, bir süre sonra James Blake’in kullanmaktan çok hoşlandığı siren gibi tınlayan sentetik yaylılar  devreye girip, şarkının duygusal yoğunluğunu daha da vurguluyorlar.

Durakların bu kadar etkili kullanıldığı çok albüm bilmiyorum. “Points” ve “Timeless”, boşlukların varlığından güçlerini alan şarkılar. Ayrıca bu boşlukları takip eden elektronik öğeler ve ritim öğelerinin de ne kadar incelikli olduğu bu şekilde ortaya çıkıyor. Her öğenin duyulabilen bir işlevi var, hiçbir şey yer kaplasın diye kullanılmamış. Her katmanın rahatça duyulabileceği alana sahip “Modern Soul”, bunun bir başka güzel bir örneği.

Abes veya komik olabilecek de öğeleri de incelikli bir şekilde kullanabilmiş Blake. Yarın yokmuş gibi kullanılmış Autotune, Vocoder ve daha nice efekt Blake’in sesini komik boyutlarda yabancılaştırıyor. Ancak bu sesleri katman katman koro halinde duymak oldukça etkileyici. Aynı adamın sesinin, çeşitli ses perdelerinde, tonlarında ve tınılarında harmonileri, albümün yoğun bir şekilde duyulara hitap ediyor olmasının en büyük nedenlerinden. Blake’in her köşeden insanı kıstıran sesi, memnun edici bir şekilde sarıp sarmalıyor.

Şarkı sözlerinde kendi stilini bulmuş gibi Blake. Ayrılık sonrası hislerini anlatığı şarkı sözleri oldukça direkt, kısa ve öz. Müzikal güzelliğini anlatacak söz bulamadığım, Bon Iver‘ın Justin Vernon‘uyla yapılan “I Need A Forest Fire”, “Stop Before I Build a Wall Around Me” diyerek bittiğinde bu kelime aklınızda yankılanmaya devam eden, albümdeki anlamla yüklü birçok sayıklamadan biri oluyor.

Albümdeki ritmik yapılar ve “Put Away And Talk To Me” ya da “I Hope My Life – 1-800 Mix” gibi şarkılar göz önünde bulundurulduğunda, Blake’in hip-hop devleri Drake ve Kanye West  üzerindeki etkisinin nedenini anlamak çok zor değil. Hip-hop’a son yıllarda Blake kadar özgün bakış açıları kazandırabilmiş sayılı kişilerden Frank Ocean ise, bu albümde “My Willing Heart”‘ ve “Always”‘in ortak yazarı. Ayrıca Blake tarafından albümün tamamı üzerinde büyük etkisi olduğu söylenen Frank Ocean’ın “ruhu”, özellikle “Choose Me” ve “Noise Above Our Heads”‘de kendini hissettiriyor. Soğuk ve ciddi James Blake’e ancak tutkulu Frank Ocean’ın aktarabildikleri bu iki hisli ve seksi şarkının oluşmasını sağlamış olabilir.

James Blake kendini yeni topraklarda bulmamış, daha önceden yaptığını mükemmeleştirmiş. Ve çoğu sanatçının kendini yenileme kaygısı hissettiği zamanlarda bu durum, ironik bir şekilde yenilikçi. Yine başka bir ironi, “Music Can’t Be Everything” diye biten bir albümün bu kadar yüksek bir müzikal boyuta ulaşmış olması.

Açıkçası bu albüme kadar James Blake’in becerilerinden o kadar da emin değildim. Ama 17 şarkılık bir albümde, her şarkının ayrı ayrı bu kadar iyi olması zor başarılacak birşey. Bu albümle James Blake en içten hayranlığımı kazanıyor.

Tags: , ,

İlginizi Çekebilir

YENİ VİDEO | Mor ve Ötesi’nden yeni parça: “Anlatamıyorum”
KISA KISA Haberler

Yazar

Bize Katıl!