Phoebe Bridgers’ı Bu Kadar Özel Kılan Ne?

Sanatçı İncelemeleri

Eğer müzik camiasını yakından takip ediyorsanız Phoebe Bridgers ismini duymamış olmanız olanaksız. Şahsen ben uzun zamandır duyuyor olsam da üşengeçlikten olsa gerek ismini aklımın bir köşesine not alıp elimi hali hazırda sevdiğim sanatçıların albümlerine uzatıyordum. Kendisinin bu sene piyasaya sürdüğü Punisher albümünü dinlemeyi epey geciktirmiştim.

Phoebe Bridgers’ın şu anki popülaritesinin sebebini anlamamız için basitinden de olsa bir kronoloji çizmemiz gerekiyor. Amerikalı sanatçı, müzik dünyasına 2017’de çıkardığı Stranger In The Alps albümü ile adım attı. Açılış şarkısı Smoke Signals’a I went with you up to the place you grew up in, we spent a week in the cold.” Diyerek başlıyor Bridgers, aynı günlüğüne yazarmış gibi. Solo kariyerinin açılışı olarak seçtiği bu şarkı Phoebe’nin söz yazarlığı ile ilgili bir fikir veriyor bize. Albümün geri kalanı ise Smoke Signals’dan pek farklı olmayan bir şekilde devam ediyor: Basit gitar akorları üzerine kurulmuş kısık vokaller, Elliot Smith ilhamlı anlatılar ve oldukça iç karartıcı temalar. (Bkz: Funeral) Albümdeki en popüler şarkı ise Motion Sickness. Phoebe’nin müziğine bu noktada hala çok ısınamamış olsam da bu şarkı vesilesiyle hikaye anlatımından oldukça etkinlenmiştim. İlk dinleyişte yalnızca yaşadığı olayları olduğu gibi anlatıyor gibi gözükse de, şarkı ilerledikçe anlattığı hikayeler şiirsel bir yalnızlık kazanıyor. Bu bakış açısı ile Phoebe’ye bir şans daha verip parçalarını bir kez daha dinlediğinizde müziğinin ilgi çekici kısmı katman katman soyularak ortaya çıkıyor.

Phoebe, Stranger In The Alps albümünden sonra 2018 yılında Lucy Dacus ve Julien Baker ile boygenius grubunu kuruyor. İnternet üzerinden tanışıp birbirlerine şarkıları için fikir paslayan üç müzisyen böylece kendilerini bir folk rock grubunda buluyor.

(Bu ikili Phoebe Bridgers’ın internet üzerinden tanıştığı ilk müzisyenler değil. Phoebe, The 1975 grubunun solisti Matty Healy ile de karantina süresinde internet üzerinden tanışıp, Jesus Christ 2005 God Bless America parçasında Matty’e eşlik etmişti.)

Phoebe Bridgers boygenius’dan bir yıl sonra, Bright Eyes’dan tanıdığımız Connor Oberst ile Better Oblivion Community Center projesini başlatıyor. Connor ve Phoebe’nin ortak noktaları basit yaşanmışlıkları karşı tarafa nasıl geçireceklerini çok iyi bilmeleri. İkisi de bireysel işlerinde şarkıcı/söz yazarı kategorisinde kendilerini kanıtlayıp, ortak çalışmaları Better Oblivion Community Center ile dinleyicilere folk temalı varoluşsal bir serüven sunuyor. boygenius ve Better Oblivion projeleri başarılı olsa da, Phoebe’nin bireysel vizyonunu yeteri kadar ortaya koyamıyor, Punisher’ı dinledikten sonra emin oldum. Eğer Phoebe Bridgers’a aşina değilseniz, önceki işlerine öncelik vermenizi öneririm. Bu şekilde Phoebe’nin Punisher ile aldığı yeni rotayı ve değişimi tam anlamıyla duyabilirsiniz.

Punisher, Phoebe’nin şu ana kadar yaptığı ayakları en yere basan ve gittiği yönü en iyi saptamış işi. Çifte vokalleri, boğuk synthesizer efektleri, hayal kurduran viyolin ve saksafon tınıları sayesinde albüm önceki işlerinden daha deneysel bir hal alıyor. Better Oblivion Community Center ve boygenius projelerindeki rock enstrümentalleri, yerini filtrelerden geçmiş synthesizer’lara bırakıyor. Phoebe solo kariyerinde ilk defa bir rock şarkısı yazarak, Kyoto’yu albümün iki teklisinden biri olarak öne sürüyor. Pek çok sebepten ötürü Kyoto’nun çok iyi bir tekli seçimi olduğunu düşünüyorum. Phoebe bu parçayla Punisher’dan önceki projelerinin an itibariyle yaptığı müzikteki etkisini ilginç bir şekilde ortaya koyuyor. Genelde oldukça yavaş bir tempoda ilerleyen şarkılarının aksine Kyoto oldukça tempolu ve önceki parçalarında olmayan, daha detaylı düşünülmüş bir prodüksiyon yolu mevcut.

Albümün diğer teklisi Garden Song oldukça basit inşa edilmiş bir düzene sahip. Phoebe’nin vokallerine eşlik eden tek şey yumuşak gitar riff’leri. Büyütülme şekli, küçüklük evine duyduğu hasret ve eski anılarını anlatıyor bize. Parça oldukça karamsar ilerlese de “I don’t know how but I’m taller, there must be something in the water.” Sözleri ile katettiği yolun farkında olduğunu da belirtmeden geçmiyor.

Phoebe albümün açılış şarkısı DVD Menu ile kendine ait dünyasının kapısını aralıyor. Boğuk, vokal barındırmayan ve kemanın eşlik ettiği giriş parçası oldukça yoğun ve karamsar. Albümün derinliğini en iyi ortaya koyan parçalardan bir diğeri ise Savior Complex. Atmosferik ve uzaktan gelen gitar tınıları insanın üzerine ilk saniyesinden itibaren taş gibi oturuyor. Phoebe’nin müziğini dinlerken bir şekilde karamsarlaşmamak pek mümkün değil zaten.

2020’de piyasaya sürülmüş olduğundan dolayı, karantina, politik belirsizlik ve varoluşsal depresyonun her elementi albümde mevcut. Punisher, Titanic batarken arkada çalınabilecek potansiyelde bir albüm gibi geliyor bana. Bizim durumumuza dünyanın sonuna gün be gün yaklaşırken… Albümün kapanış şarkısı I Know The End bu teorime Phoebe’nin onaylarcasına kafa sallaması gibi. Hayali bir Dünyanın sonu senaryosunda neler yapacağını, neler göreceğini anlatıyor bize Phoebe. I Know The End, kaşları havaya kaldırtacak seviyede kendisinden beklenmeyen bir kaotikliğe sahip. Parça büyük, orkestral bir enstrümantal kargaşa ile bitiyor. Tüm albüm boyunca biriken ve yolunu çizen depresyon ve mutsuzluğun büyük dışa vurumu, parçanın katartik nitelikteki son saniyelerinde doruk noktasına ulaşıyor.

Müzisyenlerin kendilerine has bir sound yakalayıp albümden albüme kendilerini geliştirmeleri teoride nefis duyulsa da pratikte oldukça zor. İyi yaptığını bildiğin şeyleri sabit tutup üzerine denemediğin, belki de sen yansıtmadığını düşündüğün elementleri eklemek epey zor iş. Fakat Phoebe zor olanı yaparak son albümünde onunla özdeşleşmiş hikaye anlatış şekiline tutunarak müziğinin kapsadığı alanı genişletiyor. An itibariyle tüm müzik dünyasının Phoebe için ölüp bitmesinin en büyük sebeplerinden biri de bu. Joni Mitchell ve Elliot Smith gibi şarkıcı/söz yazarı kategorisindeki sanatçılardan ilham alarak müziğinin içinde küçük hikayeler yaratıyor. Şarkı sözleri ne kadar duru ve şiirsel olsa da, Bridgers’ın tek etkileyici özelliği yazdığı sözler değil. Stranger In The Alps albümünde yarattığı şiirsel dünyanın üzerine Punisher ile başarılı bir müzikal bir katman örüyor.

Tags: ,

İlginizi Çekebilir

Haşmet Asilkan, ‘’Preludes from the Cosens Lute Book’’ albümünü yayınladı
Foo Fighters’tan yeni albüm müjdesi!

Yazar

Bize Katıl!