Palmiyeler’in “Akdeniz” albümü tarihe uzun bir not düşmeye değer

Albüm İncelemeleriYerli Sahne
Palmiyeler’in 25 Mayıs’ta yayınlanan ikinci uzunçalar albümü “Akdeniz”de kulaklarımızı bayram ettiren şey yalnızca albümdeki tüm parçaların hit potansiyeli taşıyan ve birbirinden sağlam şarkılar olması değil. Palmiyeler’in bu albümde nihayet kendilerine yaraşır bir sound’a erişebilmiş olmalarında prodüksiyon sürecinin hatırı sayılır bir rolü var. Kısa süre zarfında kendisini gerçekleştirebilmiş bir grubun geleceğe kalacak bir çalışmasıyla karşı karşıya olunca böyle bir albümün mutfağına dair daha fazla bilgi sahibi olma arzusu duydum.

2015 senesinde Palmiyeler‘in grupla aynı ismi taşıyan EP’si Youtube’ta belirdiğinde pek çok insan gibi ben de kapak tasarımından ayrı, albümdeki 5 parçadan ayrı, Türkçe şarkı sözlerini surf rock sound’una sakil durmayan bir biçimde yedirebilmelerinden ayrı etkilenmiştim. Şarkı dizilimi, 14 dakika süren bu kısacık yolculuğa ideal bir rota çizmiş, bu beş şarkıyı birbirinden ayrı dinlemeyi imkansız hale getirmişti. Bir ritüel gibi bir defa başladım mı yarıda kesemeyeceğim için sürekli Youtube’a girip Full EP videosunu dinlediğim bu albüm, tabir-i caizse başıma bela olmuştu. Mesela “Yapamam”ı diğer şarkılardan biraz daha fazla dinlemek istiyordum ama albümün bütünlüğünü bozmaya gönlüm elvermiyordu, yapamıyordum.

Bir albüme bu kadar sarınca tez vakit sahnede canlı izlemem farzdır. Çok geçmeden, aynı yazın başlarında Burgazada Cennet Bahçesi’nde Byzantion Fest kapsamında Palmiyeler’e denk geldim. Ses sistemi çekilir dert değildi fakat enerjileri her türlü kötü sesi telafi etmeye kâfiydi. Kilink geçmişlerini bir yana bırakırsak, Palmiyeler olarak ikinci konserleriydi.

Birkaç ay sonra Babylon’da izlediğimde henüz yayınlanmamış bir parçalarını çaldılar: “Karbeyaz”. Seyirci şarkıyı hiç bilmemesine rağmen derhal galeyana gelmiş, Babylon’un ışıkları da eklenince ortam bir anda diskoya dönüvermişti. Bu ilk defa duyduğum şarkıyı dinlerken “Karbeyaz” yayınlandığında repeat’e alıp hastalıklı bir döngüye gireceğimden emindim. O konserden sonra aylarca insanlara “Palmiyeler’in yeni şarkısının çok acayip olduğunu, konserde ilk çaldıklarında bile seyircinin üzerinde muazzam bir etki bıraktığını, hele bir de yayınlanınca ortalığı yıkacağını” anlatmaya doyamadım. Şarkı yayınlandı, sevildi. Ben stüdyo kaydını konserde dinlediğim versiyon kadar sevemedim. Ya kayıtta bir şey kaybolmuştu ya da ben hiçbir ürünün karşılayamayacağı yüksek beklentilerimin kurbanı olmuştum.

TV’ye baktım durdum / Senden haber yok Survivor’dan yoruldum” diye başlayan “Senden Haber Yok” single’ı yayınlandığında takvimler 13 Temmuz 2016’yı gösteriyordu. Mertcan Mertbilek’in yönetmenliğini üstlendiği videoyu çekerken belli ki çok eğlenmişlerdi. Sonradan öğrenecektim ki aslında İzmir, Pamucak Sahili’nde iki gün süren çekimlerde sıcak, rüzgar ve kumlarla boğuşmak tahmin edildiğinden daha meşakkatliymiş. 2016 yazının takip eden günleri iç sıkıntısı ve bunaltıyla geçerken “Senden Haber Yok” pekala da yaza soundtrack olmak için biçilmiş kaftandı.

Palmiyeler’in dinleyiciye geçirdiği his hep aynı: Çok eğleniyorlar. Her yaratım sürecinin kaçınılmaz olarak biraz kan, ter, gözyaşıyla yoğrulduğunu bilsem de Palmiyeler sanki kendi kendilerine eğleniyor; o esnada da bazı sesleri, görüntüleri kaydedip paylaşıyormuş gibi hissettirmeyi iyi biliyorlar. Yaptıkları müziğe öylesine uygun, dinleyeni germeyen bir hafiflik vadetmekte üstlerine yok. Onlara bakarken pek çok projedeki temel eksiğin bu olduğunu hissediyorum: Yaptığın işe kendin bile inanmamak. Palmiyeler ise temel gücünü inandırıcılığından alıyor. Müzik, tavır, artwork, sahne dekorları, imaj, video klipleri… Hepsi bir bütünün ahenk içindeki parçaları. Eğreti bir unsurun bu tabloda barınma şansı yok.

2017’de yayınlanan ilk uzunçalar Palmiyeler albümü “II (Venus)” maalesef beklentilerimin altında kaldı. “Seninle”nin iki dakika yirmi sekiz saniyede altüst eden vuruculuğunun tüm albüme yayılması gibi bir şeydi beklediğim. Dedim ya, Palmiyeler’den beklentim yüksekti. Öyle bir ilk albümle çıkagelince ardından daha doyurucu bir sound ile devam edeceklerinin hayalini kurmuştum. Meğer ben hep Akdeniz’i beklemişim.

Bu yıl birbiri ardına yayınladıkları “Kalbim Seni Arar” ve ilk dinleyişte beni hipnotize eden “Derine” single’larının ardından yedi parçadan oluşan “Akdeniz” albümü 25 Mayıs’ta Kare Müzikevi etiketiyle yayınlandı. Kayıtları 2017 sonbaharında yine Kare Müzikevi’nde gerçekleştirilen albümün prodüktörlüğünü 7 Temmuz’da solo albümü “TV JUICE”u yayınlayacak olan Brek üstlendi. Amerika’ya taşındığı için geçen yıl itibarıyla Palmiyeler konserlerinde bateriyi Yağız Nevzat İpek‘e devreden Rana Uludağ, albüm kayıtlarında Mertcan Mertbilek, Tarık Töre ve Barış Konyalı‘dan oluşan çekirdek kadro ile birlikte yer alıyor.

Palmiyeler’in deyişiyle Akdeniz, “insanoğlunun Dünya’nın tüm kargaşasına rağmen yaşadığı naif heyecanları ve aşkları konu alıyor.” Yine bütünlüğünü bozmama izin vermeyen akışına rağmen albümde ilk dinleyişte bende en çok yer eden, sözleri zihnimi işgal eden bir parça var. “Sıcak Günler Geri Geldi” bir hayli tanıdık tınlayan girişiyle sevdiğim bir filmin soundtrack’ine hazırlıksız yakalandığımda yaşadığım hissi anımsatıyor. Ardından geveze bir tekerleme gibi çekinmeden beynimi esir alıyor: “Garip bir gün gezindim etrafta / gördüğüm hiç kimse kendinde değildi / gazeteler sıcaktan bahsederken / aklım sadece sendeydi“. Palmiyeler şarkı sözlerinde az ve öz konuşmanın da gevezelik etmenin de sırrını biliyor.

Akdeniz’de kulaklarımızı bayram ettiren şey yalnızca albümdeki tüm parçaların hit potansiyeli taşıyan ve birbirinden sağlam şarkılar olması değil. Palmiyeler’in bu albümde nihayet kendilerine yaraşır bir sound’a erişebilmiş olmalarında prodüksiyon sürecinin hatırı sayılır bir rolü var. Zira neresinden bakarsan bak, iyi şarkı yazmak yetmiyor. Kayıt ve prodüksiyon aşamalarında o iyi şarkıların hakkını vermek de gerekiyor. Palmiyeler’in şansı da Palmiyeler müziğini derinlemesine idrak edebilecek, belli bir dönemin ve bir coğrafyanın müziğini yapmanın incelikleri üzerine kafa yoran bir prodüktörle çalışma şansını yakalamış olmaları. Ancak bu şartlar yerine geldiğinde seneler sonra da dinleneceğinden, popüler değilse bile kült olacağından daha ilk dinleyişte şüphe duymadığımız albümler ortaya çıkıyor.

Grup müziğinin gelişiminde ve grupların sürdürülebilirliğinde yakın dostlukların yadsınamaz bir etkisi var. Mertcan ve Tarık arasında uzun yıllardır süregelen dostluk da önce Kilink’e sonra da Palmiyeler’e hayat vermiş. Bu noktada albümün prodüktörü Brek de yalnızca söz konusu janrı iyi bilen ve işinin ehli bir prodüktör olarak değil de grup kimyasına uyum sağlamak suretiyle “Palmiyeler”in müziğine katma değer sağlayan bir aktör olarak öne çıkıyor. Prodüksiyon sürecine dair kendisine yönelttiğim soruları yanıtlamaya şöyle başlıyor: “Benim Palmiyeler ile bu albüm kayıt sürecinde olan ilişkim, sıradan bir prodüktör-grup düzleminde değildi diye düşünüyorum. Daha grup elemanlarıyla muhabbetim bile yokken bir Palmiyeler fanıydım diyebilirim.

Kısa süre zarfında kendisini gerçekleştirebilmiş bir grubun geleceğe kalacak bir çalışmasıyla karşı karşıya olunca böyle bir albümün mutfağına dair daha fazla bilgi sahibi olma arzusu duydum. Yazının bundan sonrasında sözü Brek‘e bırakıyorum. Kendisi ricamı kırmayarak, Palmiyeler’e dair görüşlerini ve “Akdeniz” albümünün prodüksiyon sürecini en ince ayrıntısına kadar kaleme aldı. Çünkü bu albüm tarihe uzun bir not düşmeye değer.

Palmiyeler aklı ve gönlü bir olan, serseri bir multimedya çetesi

Brek

Bana kalırsa Palmiyeler aklı ve gönlü bir olan, serseri bir multimedya çetesi. Bu çete; çıkaracağı sesin, hayal ettiği resme hizmet etmesine çok özen gösteriyor. Estetiksel anlamda dönemlere ve bu dönemlerin günümüzde hangi “şaka”ya tekabül ettiği konusunda çok iyi fikirleri olduğunu düşünüyorum. Bu şakaların ne kadar çiğ ve içten olması gerektiğini biliyorlar, ben de biliyorum.

Temelini “Punk”tan almış bir çetenin dobralığı ve gerçekliği konusunda çok tartışmaya gerek yok zaten. “Akdeniz”de de en başta özen gösterilmesi gereken şey buydu bence, fikirlerin net, çiğ ve abartısız anlatılması lazımdı. Teknik tabirle “overcompressed (aşırı kompreslenmiş) ve dar panoramalı” bir albüm fikri, bu çiğlik ve abartısızlık çerçevesinde çalışabilir gibi geliyordu. “Bu ne demek?” derseniz, şöyle ki bu günlerde halk arasında biz bu teknik işlemlerin kullanıldığı işleri dinlediğimizde, genelde “bu retro bir müzik” diyoruz.

Mertcan’ın “Akdeniz” için hazırladığı kompozisyonlar ve fikirler, daha önce yayımlanan albümlerdeki fikirlere göre “Surf”ten biraz daha ayrıktı ve saykodelik bir noktaya selam çakıyordu zaman zaman. Bu kompozisyonların üstüne Rana’nın pamuk gibi sound’u ve savruk groove’ları, bende kupkuru ama çok kompreslenmiş lo-fi bir jangle-pop davul fikri yarattı. Lokal olarak buralarda (yerli müzik) çok popüler bir fikir değil aslında bu davul yaklaşımı, buralarda daha temiz bir davul sound’u ya da gümbür gümbür kocaman odalarda heybetli reverb’ler daha revaçta. Ama “Akdeniz” albümünde davulların öyle kaydedilmemesi gerektiğine çok emindim. Kullandığım ekipmanlar bağlamında da en akılcı yaklaşım buydu zaten davul kaydı konusunda bence.

Özellikle “Kalbim Seni Arar”da tuhaf bile denebilecek bir zil sound’u denedim örneğin. Albümün ikinci şarkısı olan “Akdeniz”de “Overhead” dediğimiz mikrofonları tüplü amfilerde “Gain”i sonlayıp “Distortion”a sokarak kullandım. Çünkü neden olmasındı. Gruptaki herkes de bana bu konuda inisiyatif verdi sanırım. Güzel de oldu.

Kayıtlar sonrasında neredeyse düzeltme (edit) ya da yerleştirme (replacement) bile yapmak istemedik. Bile seve dağınık çalınmış enstrümanların güzel duyulmasına bayılıyorum, bu albümde de en karakteristik şeylerden biri bu.

Tarık (bas gitar) öyle güçlü ve iyi fikirlerle geldi ve bu fikirler davullarla da o kadar iyi ilişki içindeydi ki… Dinleyicinin kolaylıkla seçip, sonra yavaş yavaş salınmaya başlayacağı davetkar bir duyum yaratmak lazımdı bas konusunda. Hafif muzır, seksi ve haddini aşmayan bir yerde konumlanmalıydı bu duyum.

Gitarlar konusunda, melodiler ve ton seçimleri halihazırda o kadar oturmuş bir haldeydi ki zaten bana çok iş düşmedi. Mutfaktan alıp vitrine önlü arkalı sıraladım diyebiliriz.

“Akdeniz”in Palmiyeler’in önceki albümlerinden net bir şekilde ayrılan bir başka noktası da vokaller oldu. Yine grubun bana verdiği büyük bir inisiyatif söz konusu burada. Mertcan’a, vokal kayıtlarına başlamadan çok önceki bir sohbette vokaller konusunda bu albümü önceki albümlerden ayıracak (bunu iyi ya da kötü anlamda söylemedim) bir oyunum olduğunu, bu oyunu oynamamız gerektiğini söylemiştim. Mertcan, grubun Punk temelini hemen hissettiren, çok karakterli bir vokal. Alışılagelmiş olmayan, farklı kılan şeyler varsa müziğin içinde; ben onların kullanımını abartmak istiyorum. Dinleyicinin bu karakteri benimsemesinin ne kadar kolay ya da ne kadar zor olacağını düşünmek istemiyorum o noktada. Netice olarak o bahsettiğim oyunumuzu oynadık ve keyfimiz yerinde.

Muhabbetin en başında bahsettiğim saykodeliğe çalan retro durumu pekiştirecek ve albümü bambaşka bir yere taşıyacak başka silahlar da amaca uygun kullanılabilirdi. Flütün bu konuda az ama öz bir değer taşıdığını düşünüyorum bu albümde. Klasik batı flütü yaklaşımını kullanmak istemedim. Hissi mellotrona yakın, hem çocuksu hem de ortamda istenen çöl havasını üfleyen bir flüt hayal ettim ve bu şekilde sokmaya çalıştım flütleri müziğin içine. Perküsyonlar da bir şekilde benzer bir amaca hitap etmeliydi bence his olarak, bir yandan da cümlelerin içine çok karışmadan konunun akmasına da hizmet etmeli diye düşündüm.

İşler derinleştiğinde de saksafonları solo bir enstrümandan ziyade atmosferik bir unsur olarak kullanmak istedim.

Falan filan derken sonra bir baktık ki neredeyse bir yılı beraberce türlü türlü şehirlerde türlü türlü maceralarla geçirirken bir de mis gibi bir albüm yapmışız.

Teşekkürler Palmiyeler <3″

Tags: , , , , , , , , ,

İlginizi Çekebilir

Hedonutopia’dan yeni videoyla birlikte albüm müjdesi!
Bir Baba Indie 21 Haziran akşamı konuklarıyla [mecra]’da!

Yazar

Bize Katıl!