“Jamiroquai’ın Yeri Bende Ayrıdır!”

Albüm İncelemeleriİnceleme

Efendim yıl 2002, aylardan Ekim ya da Kasım. Yazarınız 8-9 yaşlarında, ilkokul üçüncü sınıfa yeni başlamış. Misafirlikteyiz. O zamanlar logosu kocaman kırmızı bir dudak olan Kiss Tv adında bir müzik kanalı var, zamanının çoğunu müzik kanalları arasında zaplamakla geçiren çocuk bendenizin favori kanalı. Müzik zevkimden haz etmediğini daha önce belirtmiş ev sahibesinden laf yeme pahasına, kumandayı elime geçirir geçirmez açıyorum Kiss Tv’yi. Ev sahibemiz muhabbete dalmış beni ve kanalı fark etmezken, Kiss Tv’de Jamiroquai‘ın Love Foolosophy‘si gösteriliyor. Yaz tatilinin bitmiş, okulun başlamış olmasını hala kabullenememiş (ve daha yılbaşına kadar da kabullenemeyecek) bana şarkının klibini izlerken bir hüzün çöküyor. Bütün yaz izlemiş olduğum bu klip, yazla özdeşleştirilebilecek her şeye de sahip. “Yaz hissiyatı” ve “Yaz şarkıları” konsepti kafamda herhalde ilk kez o zaman oluşuyor.

Jamiroquai’ın “A Funk Odyssey” albümünden “Love Foolosophy” ve “You Give Me Something” içinde bulundurdukları funk etkileriyle birlikte benim için bu yıl, 14 yıl sonra, tekrar yaz şarkıları oldular ve başka ne dinlediğimi de belirlediler. Ama işin müzik kısmına gelmeden önce, şu anki bakış açımla iki şarkının kliplerini betimleme zevkinden kendimi alamayacağım:

Öncelikle acayip oynak gitar riffiyle “Love Foolosophy”. Jamiroquai’ın vokalisti Jay Kay uçurum kenarında üstü açık bir araba kullanır, yanında bir adet uzun tüylü köpek, arkada Heidi Klum, Klum’un da köpeğin de saçları uçuşur. Çiftimiz rüzgârdan muzdarip olsa gerek ki, ikisinin üzerinde de kürk var çünkü sonra gelen villa sahnesindeki bikinili kadınlardan mevsimin yaz olduğunu anlayabiliyoruz. Jay Kay de arabadan indiğinde kürkten bunalıyor ve “Love Don’t Cost a Thing”de elbiselerini yürürken baştan sona atan bir Jeniffer Lopez edasıyla kürkü uşağına doğru atıyor. Villaya giriyoruz ki o da ne? Havuz kenarında sayısız kadın var! Tam, acaba burası Jay Kay’in Play Boy malikânesi mi diye düşünürken, Klum Jay Kay’i başka bir kadına bakarken yakalıyor ve havuza itiyor. Ama hayat Jay’e güzel! Şarkısını suyun içinde de söylemeye devam ediyor, sonra bir bakıyoruz ki yerden hava üfleyen bir “oyuncağın” üzerinde uçuyor (evet, çocukken klibin en cazip yeriydi), çevresinde de kadınlar dans ediyor. Tam şarkıda davullar sustuğunda, klipte de akşam olup içeri geçildiğinde Jay Heidi’ye yaptıklarından pişman gözükürken, davulların girmesiyle birden dans etmeye başlamasın mı? Klip bundan sonra iyice anlamsızlaşıyor. Jay kâh üzgün kâh kadınların arasında dans edip onlarla flört ediyor (bu sahnelerde ilaç niyetine birkaç erkek silueti de görüyoruz), kâh flashback gibi klibin başındaki araba sahnesinden sevgi kareleri!

İyi ki çocukken bu kadar eleştirel izleyecek durumum yokmuş da, bütün klipleri zehir zıkkım etmemişim kendime!

Kliple şarkı arasında bağlantı Jay Kay’in ortada salak salak dolaşması olabilir. Yoksa, şarkı sözleri anlatıcıyı aşktan mağdurmuş gibi gösterirken, biz klip seyircisi olarak Heidi Klum’un tarafında olmaktan kendimizi alamıyoruz.

“You Give Me Somethingin klibi de benzer tonda. Bu sefer Heidi Klum yok (ee para mı dayanır), ama Jay yine parti seviyor ve nereye gitse orda bolca dans ediyor. Bu sefer daha az lüks meraklısı ama hayat yine ona güzel. Müzik de öyle hafif, oyuncu ve dansa davet ediyor.

Çocukken çok sevdiğim bu iki şarkı ve kliplerinin benim funka bakış açımı nasıl şekillendirdiğini çoğunlukla eski/yeni funk albümleri dinlediğim bu yaz fark ettim. İlkokul çocuğuyken post tatil sendromunda sarıldığım müzik, şimdi de haleti ruhiyeme aldığım “darbe” sonrası yaz neşemi yerine getiriyor. Funk’a atfettiğim “yaz neşesi” durumunu açıklamam gerekirse: Benim için funk tamamen sıcak havaların, parlak renklerin müziği (bu kliplerin etkisidir diye düşünüyorum). İşin neşe kısmının ise optimizmle alakası yok. Neşe öforiden geliyor, çünkü insanı hareket etmeye sadece davet etmeyip, resmen zorlayan bir ritmik yapıya sahip olan funk oldukça öforik bir müzik. Ve her aşırı neşe hali gibi içinde huzursuzluk ve kaygı barındırıyor. Disko nasıl içinde hüzün de barındırıyorsa, funk da hınzır ve hafif olduğu kadar sıkıntılı da (düzenli olmayan ritmik yapının bu ikili duruma sebebiyet verdiği kanaatindeyim). Funk bu anlamda çok gerçekçi bir şekilde neşeli.

Anlamlandırma faslını daha fazla uzatmadan, bu yaz dinlediğim iki funk öğeleri taşıyan albüme geleceğim. Bu albümlerden ilki, Nite-Funk’ın kendi adını taşıyan EP’si, diğeri ise Metronomy‘nin “Summer 08”i. Bu iki albüm, yukarıda sevgiyle bahsettiğim Jamariquai singleları gibi kompleks ritme sahip olmayan, bas gitarın dominant olduğu, sağlam groovelara sahip funk-disco albümleri. Ve ikisi de fazlasıyla sıcak yaz albümleri.

Önce “Nite-Funk”a rastladım: “Nite-Funk” epsi, Nite Jewel ve Dâm-Funk’ın ortalığından çıkan ilk albüm ve iki sanatçının solo işlerinin karışımı niteliğinde (Nite-Funk ismini bulmakta çok zorlanmamışlar anlayacağınız). Nite Jewel’in tarzı hülyalı elektro-pop iken, Dâm –Funk, funk geleneğini boogie damarında devam ettiriyor. “Nite-Funk”ta ikili becerilerini birleştirip dört tane birbiriyle uyumlu olduğu kadar kendine has şarkı oluşturmuş. Açılış şarkısı “Don’t Play Games” orta tempo ve memnun edici bir serinlikte. Parlak ve atmosferik synthe tonlarının üzerinde sentetik bas ve synthesizer iç içe geçerken, Nite Jewel’in sesi basit melodileri tekrarlıyor. Şarkının sonlarına doğru ise drum machine etkin varlığını hatırlatmak için ön plana çıkıyor. Albümün single’ı “Let Be Me” uzun zamandır dinlediğin en acayip şarkı, her dinlediğimde daha da hayran kalıyorum. Hem çok akılda kalıcı ve hareketli bir şarkı, hem de detayları bol, ayrıca karanlık bir tarafı da var. Bir arkadaşımın “Let Be Me”nin kendisine Michael Jackson’ın “Off The Wall” zamanlarını anımsattığını söylemesinden sonra ise, Michael Jackson’ın “Let Be Me”’ye dans etmesini düşünmekten kendimi alamıyorum. Şarkı albümün tepe noktası olduğu gibi kendi içinde de tepe noktasına sahip, o da basın kalından inceye doğru çıktığı ve enstrümantal köprüden son nakarata giriş yaptığı yer. Nite Jewel ve Dâm Funk bu şarkıda kesinlikle çok üst bir şeye ulaşmışlar. Temponun düştüğü “Love x2”, EP’nin en seksi parçası ve çok başarılı bir funky R&B şarkısı. “U Can Make Me” piyano akkorlarıyla hoş bir disko şarkısı ve albümü tatlı bir şekilde bitirecekmiş izlenimi verip, huzursuz bir şekilde sonlanıyor. Bu arada Dâm-Funk’ın içli sesini albümde ilk defa şarkının sonunda duyuyoruz.

“Nite-Funk”ı ilk seferde çok beğenip, hemen kendimi Nite Jewel ve Dâm-Funk’ın solo işlerine de kaptırdıktan sonra (özellikle Dâm-Funk’ın müziği, ancak müziğin ifade gücüne sahip olduğu, tüylerimi ürperten bir “şeye” sahip) dikkatimi başta kuşkuyla yaklaştığım Metronomy’nin “Summer 08”sine çevirdim. Aslında Metronomy’i, bu albümde de olduğu gibi, yaz estetiğini hep kullanan bir grup olarak bilmişimdir. Kuşkumun sebebi, Metronomy’nin diğer albümlerinin birkaç iyi şarkı haricinde benim için hayal kırıklıkları olmasıydı. Bu albümde ise durum tam tersi; şarkıların çoğu iyi. “Summer 08”, hali hazırda en iyi Metronomy şarkıları olduğunu düşündüğüm “The Look” ve “The Bay” tadında, bas melodilerinin belirleyici olduğu, funky bir albüm. Grubun beyni Joe Mount, bu iki şarkıda olduğu gibi müziğinin absürt ve itici olan taraflarını “Summer 08”de çoğu zaman çekici bir hale getirmeyi başarmış. Bu özelliğinden ötürü “Summer 08”i dinlerken sıklıkla bana göre pop müzik tarihinin antipatiği sempatik yapmakta en başarılı grubu olan Talking Heads‘i hatırladım. Özellikle Joe Mount’ın albümün ilk dört şarkısındaki komik olmanın sınırlarında gezen vokalleri Talking Heads etkisini daha da arttırıyor.

Albümün ilk dört şarkısı çiğ bir sounda ve oyuncu bir havaya sahip ve bu halleriyle Metronomy’nin ilk albümü “Nights Out”u anımsatıyorlar. Açılışı yapan “Back Together” vokallerde kadın-erkek arasındaki bir diyalogdan oluşuyor ve bu iki kişiyi de Joe Mount seslendiriyor. Şarkının ortasında tonun değişmesi ve farklı bir nakaratın girmesi, Mount’un bu albümde klasik şarkı yapısının dışına çıkmaya meyilli olduğunu baştan belli ediyor. “Miami Logic” aksak ritmiyle albümün en sevdiğim şarkılarından, “ayyaş şarkıları”  listemde (şu an gerekli olduğunu fark edip, oluşturmaya karar verdim) kendine iyi bir yer edinecek gibi duruyor. “Old Skool” sürekli kendini tekrarlayan yapısıyla albümün en bariz dans parçası ve benim bildiğim en hip-hop etkili Metronomy şarkısı. “16 Beat” yoğun davulları ve şarkının sadeliğini renklendiren, akılda kalıcı, hoş nakaratıyla başka bir favorim. Robyn-Mount ortak yapımı “Hang Me Out To Dry”la albüm, daha yavaş ve yumuşak ikinci yarısına giriş yapıyor. “Hang Me Out To Dry” albümün en sıradan şarkısı ve ancak dinlendirici bir işleve sahip olmasıyla takdirimi kazanıyor. “Mick Slow” ise önceki Metronomy albümlerinde sevmediğim şarkıları andırıyor. Ama bundan sonra gelen “My House”, “Night Owl” ve “Love’s Not An Obstacle” albümün hafifliğini güzel bir şekilde ortaya koyan şarkılar. Özellikle “Night Owl” ve “Love’s Not An Obstacle” albümün ilk yarısındaki coşku ve agresifliğin sonlara doğru kendini romantik bir melankoliye bıraktığını gösteriyor. Çiğ prodüksiyon, son şarkı “Summer Jam”de geri dönüyor ve “Summer 08”, “Nite-Funk” gibi karanlık bir noktada bitiyor.

Evet, havalar serinlemeye başladı. Yakında vücutlarımız kalın kıyafetlerimizin ağırlığının altında pek hareket etmek istemeyecek ve ben şu an için kafamdan savuşturduğum sorumluluklar ve yanlarında eşantiyon gelen endişelerle takılıyor olacağım. Müzik ve görüntüler sıcağı hatırlatan yegâne şeyler olacak.

Son bir materyal daha! Çocuk bendeniz bu animasyon klibi de çok severdi:

Tags: , , , , ,

İlginizi Çekebilir

ALBÜM | Angel Olsen – “My Woman”
Leonard Cohen – The Future: “Bana gerçek yalanlar söyle Lavinia, korkmuyorum!”

Yazar

Bize Katıl!