Defansif Dizayn ve Büyük Ev Ablukada Edebiyat Departmanı

Albüm İncelemeleri

Konuk Yazar: Levni Hakan Şahin

“Bir Hisse Biçim Vermek”

Defansif Dizayn’ı iyice sindirdikten sonra artık gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki ‘Büyük Ev Ablukada Dili ve Edebiyatı’ diye adlandırabileceğimiz bir konsept var. Grup üyelerinin “edebiyat departmanı” dediği mekanizma, kendine özgü üslubu ve dille oynadığı oyunlarla, bize artık sloganlaşmış, etkileyici birkaç cümleden çok daha fazlasını sundu yıllar içinde. Tıpkı grubun orijinal müzikal sound’u gibi, BEA edebiyatının da kendine özgü bir sesi var. Öyle ki, bir şey yazarken “Bu çok BEA oldu ya.” deyip sildiğim oluyor. Fakat sanırım yaptığım her işte onların izi olacak, bundan kaçamam. Çünkü bana ve tanıdığım, farklı alanlarda üreten birçok kişiye ilham veriyorlar.

BEA edebiyatının bir mottosu olsaydı, Chuck Palahniuk’in yazarlık öğrencilerine verdiği şu tavsiye olurdu diye düşünüyorum: “Make language your bitch.” Dili kendi içinde bir amaç, takip edilmesi gereken bir gelenekler bütünü olarak kabul etmek yerine, ulaşılmak istenen yere gitmeye yarayan bir vasıta olarak görüp onu eğip bükmek, özgürce kullanmak ve böylece ona yeni fonksiyonlar kazandırmak dile saygısızlık etmek değil, bilakis dilin gerçek değerini ve asıl işlevini kavrayabilmiş olmanın göstergesi. BEA’nın dili nasıl eğip büktüğünü; özenle seçip yan yana koydukları kelimelerin nasıl gelişigüzel ve doğal durduğunu görmek bana keyif veriyor. Full Faça ve Fırtınayt’ta olduğu gibi, Defansif Dizayn’da da kelimeleri alışılagelmiş bağlamlarının dışında kullanıyor, kulağımızın alışık olduğu terkipleri bozarak yeni kalıplar inşa ediyor ve güneşin altında halihazırda söylenmiş sözlere bir BEA şekli çekiyorlar.

Canavar Banavar’ın, hayallerinden vazgeçmeyen kahramanların karşısına, “Vazgeçmedim kabuslar görmekten” diyerek dikilmesi mesela, klasik bir BEA hareketi. Nasıl hatırlamakla unutmamak aynı şey değilse, kabuslardan uyanamamakla kabuslar görmekten vazgeçmemek de aynı şey değil elbet. İnsanın kendini ifade edemeyişini, içinde olup bitenleri bir şekilde dışa vuramamasını “Dilimin ucuna varsam bana yetebilirdi” diye; büsbütün çaresizliği “İmdatsız bırakıldık” diye ifade etmek, “Dünyaya gelen büyüyo o kadar / Nerde ölürsek ölelim bulamazlar” diyerek anlamla anlamsızlığın ilişkisini meydana çıkarmak, Nasreddin Hoca’nın, evine giren hırsızın peşine takıldığı fıkrayı obsesyonla ilişkilendirerek “Çıkamam ki dertlerden / Hırsızı evine kadar takip ederken” demek, “çirkin kral” terkibini, “Hem çirkinim hem kafamda taç var” diye açarak sürekli kendini irdeleyen insana selam göndermek ve çocukken mahallede oynanan oyunların kurallarını ilan ederken kullandığımız “herkes tek” kalıbını, benliğini korumaya çalışan ve dünyaya meydan okuyan genç bir kadının korkusuzluğunun sebebi olarak sunmak, BEA edebiyat departmanının albüme attığı imzalardan bazıları. Fakat BEA bunu hep yapıyordu zaten. Defansif Dizayn’ı bu bağlamda özel kılan, albümde karşımıza komple bir hikâye anlatıcılığı çıkması. Her bir şarkı, bambaşka bir atmosferi, hissi olan, bütünlüklü bir hikâye gibi ve bu hikâyelerin çeşitli ‘an’ları, sahneleri var. Belki de bu yüzden albümde en sevdiğim şarkı sorulduğunda bir cevap veremiyorum. En sevdiğim anları sayabiliyorum yalnızca. Bir boş verme hikâyesi olan Pazartesi’de Canavar ile Galvaniz’in “İnkar inkar müthiş bir şey” diye yükseldiği an, kişinin kendiyle ettiği, bitmek bilmeyen kavgalarının, iç hesaplaşmalarının hikâyesi olan Şiraze’nin son nakaratında, “Gerçeği mahvetmeliyim” sonucuna varıldığı an ve kişinin anlamsızlığa ve kendi dandikliğine razı olmasının hikâyesi olan Beklediğim Gibiyim’de “Gerçek benim tükenmez kederim” diyerek Şiraze’deki temenninin gerçekleşmeyeceğinin kabullenildiği an, bunlardan bazıları.

Defansif Dizayn (Albüm Artwork)

Liriklerde dikkat çeken bir diğer unsur da hecelerle oynanan oyunlarda gördüğümüz dil işçiliği. İnternette yıllardır dolaşan ve Edgar Allan Poe’ya atfedilen bir alıntı var: “Yalnızlık güzeldir ama yalnızlığın güzel olduğunu söyleyecek birine gereksinim duyulur.” Ben ne kadar uğraştıysam da orijinalini bulamadım bu cümlenin. Canavar kasıtlı veya kazara bu alıntıdan esinlediyse bile, ikinci paragrafta dile getirdiğim ‘BEA şekli çekme’nin en iyi örneklerinden birini ortaya koymuş, “Yalnız olmak iyi ama yalnızlığı sevdiğimi birileri bilsin istiyo bi’ yanım deli gibi” dizesindeki aliterasyon ve asonans ile. Bunun yanı sıra, FeeL’ın ilk bölümündeki “İstese kağıt gibi keser, rahatımı bozar, hava gibi dolar tıka basa boğazıma” dizesinde gördüğümüz alengirli hece vurguları da bu dil işçiliğinin en iyi örneklerinden. Son olarak, FeeL demişken odadaki file değinmemek olmaz. “Elephant in the room” tabirinin olduğu gibi çevrilip Türkçede kullanıldığına daha önce pek çok kez şahit olduk elbet. Fakat bu deyimin, FeeL’ın nakaratında kullanılmasıyla birlikte tam anlamıyla Türkçeleştiğini söylersem abartmış olmam herhalde. Binlerce insanın yıllar boyu dinleyip söyleyeceği bir şarkı, bu deyimin dilimize oturmasına yol açacaktır elbet. Dahası, bütüne o kadar pürüzsüz bir şekilde yerleştirilmiş ki “odanın içinde fil,” ithal edilmiş olduğunun farkına varamadım ilk bakışta. Sanki fil her zaman buradaydı, biz bu metaforu hep kullanıyorduk gibi hissettirdi.

‘Aa yee – since 2008’

Büyük Ev Ablukada’nın bir kesimini derinden etkilediği birkaç jenerasyon var. BEA hiçbir zaman her kesime hitap etmediyse de grubun kitlesi sadakatli ve gruba bir hayli düşkün. Ben grubun ‘underground’ dönemine yetişememiş fakat yine de onların müziğiyle ‘büyümüş’ nesildenim. Lise yıllarımı Full Faça; üniversite yıllarımı Fırtınayt dinleyerek geçirdim ve benimle aynı zevki paylaşan arkadaşlarımla mutabık olduğumuz ve aşağı yukarı aynı şekilde ifade ettiğimiz bir durum var: “Ne çıkarırlarsa dinliycez abi işte.” İçimden bir ses grubun da bunu bildiğini ya da en azından durum böyleymiş gibi davrandığını söylüyor çünkü BEA her yeni albümünde kitlesine yeni bir vibe empoze ediyor. Full Faça’dan Fırtınayt’a geçişin ne kadar cesur bir hareket olduğu ve bunun sonuçları malumumuz. Fırtınayt gibi ortalığı kasıp kavuran bir albümden sonra gelecek ve yıllardır merakla beklenen bir üçüncü stüdyo albümünün işi ne olursa olsun çok zordu. Grup bu baskıyı üzerinde hissetmişse bile, dediğim gibi, önümüze koydukları işte bunun izi yok. Yine çok cesur bir albüm, yine yepyeni bir vibe ve biz yine temsil edilmiş hissediyoruz. Olay tam da bu: temsil edilmiş hissetmek. BEA’nın liriklerine bakınca, o lafları ezkaza ben de edebilirdim gibi hissediyorum. Sanki içimden koparıp almışlar gibi sözleri. Relate etmenin özü bu işte. “Ben de böyle hissediyorum.” diyebilmenin ötesinde, “Bu tanıdığım ama açıklayamadığım his; bu bildiğim ama çözemediğim durum, tam da bu şekilde ifade edilmeliydi!” diyebilmek. Sanırım bir grup insana bu hissi verebildiğinizde, zamanınızın temsilcilerinden oluyorsunuz. BEA takındığı tavırla, zamanın ruhunu kendiliğinden temsil ediyor. BEA’nın başlangıcından beri gördüğümüz, Defansif Dizayn’da iyice rafine hâle gelmiş bu tavrı tam anlamıyla betimlemek zor olsa da son yıllarda akademide ve özellikle sanat eleştirmenliğinde daha sık duymaya başladığımız “metamodernizm[2]” kavramıyla bağdaştırılan özellikleri içinde barındırdığını söylemek mümkün.

BEA’nın şarkılarında, sahne şovlarında ve sosyal medyadaki duruşunda gördüğümüz ve daha önce “Mutsuz Parti” diye bir oksimoronla da somutlaşmış bir tezatlık var. Ruhun, içinde eşzamanlı barındırdığı iki zıt kutup arasında sarkaç gibi bizatihi salınmasından bahsediyorum. BEA, birbiriyle çelişen sinizmi ve samimiyetiyle birlikte, bu metamodern tutumun çok iyi bir örneği. Grubun olan bitene karşı sürekli müstehzi bir kayıtsızlık hâli içinde göründüğüne şahit olsak da üyelerin yaptıkları işle nasıl açık yürekli bir şekilde ilgilendiklerini de görüyoruz. Grubun dozajı biraz daha artsa artık tat kaçıracak, eğlenceli ironikliğini hissetsek de üyelerin yaptıkları işe karşı duydukları coşkunluğu da hissediyoruz. Canavar Banavar’ın sahnedeki alaycılığı ile yazdığı sözlerin içtenliğinin tezatlığı ve BEA şarkılarında melankoli ve iyimserliğin, duyarsızlık ve empatinin, çok bilmişlik ve saflığın bir arada yaşatılması, bu uçlar arasında gidip gelen; kendini tamamen tüketmeden bir başkasıyla bir şekilde hemhâl olmaya, kafayı yemeden dış dünyayla samimi bir ilişki kurmaya, müdana etmeden sevilmeye, hem cool hem de sahici olmaya çalışan insanın temsil edilmiş hissetmesine yol açıyor. Canavar’ın –kendi tabiriyle– a*cık ağızlı bir şekilde “Evvela bu yer bize biraz dar geliyo” diyerek kendi derdini küçümsemesi, sonra trajikleştirdiği sesiyle “Nerde uzun süre kalırsam, orda sorunlar başlar” diyerek kendi etkisini abartması; Yangın Akvaryum’da sular bulanırken aklına saklandığını söylerken Şiraze’de aklına esir olmaktan yorulduğunu söylemesi, bu insana tanıdık geliyor. BEA da benimsenmenin ve kendini benimsemenin getirdiği rahatlıkla daha sahici ve daha vulnerable bir hâle gelirken, başından beri sahip olduğu ‘Her şeyle dalga geçebilirim ama gülünç olmaktan korkmadan aşk şiiri de yazabilirim.’ doktrinini uygulamaya da devam ediyor.

Tags: , , , , ,

İlginizi Çekebilir

Cappadox 5 yıl aranın ardından geri dönüyor!
Amy Winehouse’un biyografik filmi “BACK TO BLACK” için geri sayım!

Yazar

Bize Katıl!