Can Kazaz’ın kareli gömleğinin mahzuru yok

Albüm İncelemeleriOradaydık

2 Kasım’da yayınlanan Can Kazaz albümü “Sürsün Bahar” üzerine iki kelam etmek için 14 Kasım akşamı Studio’da gerçekleşecek olan lansman konserini bekledim. Can Kazaz’ın bugüne kadar övmediğim bir yanının kalmadığını düşünürken yanıldığımı gösteren bu iki saatlik konser boyunca aklımdan geçenleri dilim döndüğünce kayda geçirmeyi boynumun borcu biliyorum.

Can Kazaz ile ilk kez 2015 senesinde farklı oturumlarda konuşmacı olduğumuz bir sempozyum vesilesiyle Eskişehir’de tanıştık. O zamanlar ilk albümü Yollar ve Su yayınlanmış, Youtube ve Soundcloud’ta bulunan kayıtları dikkatleri çekmeye başlamıştı bile. Sonraki senelerde kendisiyle iki röportaj ve bir konser organizasyonu gerçekleştirme şansım oldu. “Şans” olarak niteliyorum çünkü birlikte yaptığımız her çalışmada işine gösterdiği saygı ve özene bir defa daha hayranlık duydum; neden bu kadar sevildiğini ve yükselişinin önlenemez olduğunu daha iyi anladım. Seneler içerisinde müziğinin olgunlaşmasını olduğu kadar sektörün işleyişine dair eleştirilerini, kıvrak zekasının ürünü olan yazılarını da ilgiyle takip ettim. Müzisyenlerin yanı sıra sektördeki çoğu kişinin de çeşitli ortamlarda dile getirdiği eleştirileri derli toplu ifade etmekteki becerisini ve takipçileriyle paylaşmaktaki cesaretini paha biçilmez buldum. Bir müzisyen olarak suya sabuna dokunmaktan ve amiyane tabirle “iş kaçırmaktan” çekinmeyip paylaştığı görüşleriyle başlattığı güncel tartışmaların yerli sahnenin geçirdiği büyük dönüşüm sürecindeki önemi büyük. Zira tartışmalar vuku bulmazsa kavramların içi boş kalır, gerekli standartlar belirlenemez, sektör yeni üretimlere uyum sağlayacak biçimde evrimleşemez. Can Kazaz’ın yanlış gördüklerini üşenmeden yazıp çizmesi işte tam da bu sebeptendir; müzik sektörünün dijital devrimine denk gelen ve üstüne üstlük bu dönemi bu coğrafyada yaşayan her müzisyenin ortak deneyimleri sayılabilecek mevzuları bireysel bir perspektiften ifade etmenin uzun vadede getireceği kazanımları bildiğindendir. Can Kazaz bu yüzden elini taşın altına sokmaktan çekinmez; yoksa yanlış gördüklerini sık sık dile getirmesi şikayet edip mızmızlanacak yer aramasından değildir.

Her şeyden, hatta müzisyenliğinden bile önce, Can Kazaz’ın kendi olmayı başarabilmiş, her türlü özentilikten uzak bir birey olduğunun altını çizmem gerekiyor ki bu yazıya daha yerinde bir girizgah yapabileyim. Can Kazaz doğru bildiklerinden ödün vermiyor, başından beri anaakım dinleyicinin kulağının aşina olduğu pop müzik çizgisinde ilerlemesine rağmen dünya starlarına falan özenmiyor, kendisini üzerine büyük gelecek gülünç hallere sokmaya kalkışmıyor. Çünkü Can Kazaz’ın derdi başka, vaktini ve enerjisini her daim müziğinin üzerine bir taş daha koymak için harcamayı yeğliyor. Bu yüzden de herhangi bir imajın kisvesi altına sığınmaya gereksinim duymuyor. Kazaz’ın tüm işlerinde sivrilen ortak bir duruş var: Her şeyden önce müzik. Daha iyi yazılmış, daha iyi icra edilmiş, daha iyi söylenmiş, daha iyi kaydedilmiş, daha iyi performe edilecek şarkılar… Hep bir öncekinden daha iyi. Hal böyle olunca kostümler, imaj çalışmaları, fiyakalı görseller, dekorlar vs. gibi samimiyetsizliği hissedilince pek eğreti duran tüm detaylar Can için ikinci planda kalıyor. Can Kazaz’ın önceliği o gece lansman konserinde olduğu gibi sahneye çıkıp nitelikli bir müzik şöleni sunmak ve Can bunu kareli gömleğiyle yapmakta hiçbir beis görmüyor. Büyük şovlara, dekorlara, kostümlere elbette bir itirazım yok ama konserlerde birincil beklentim iyi bir performans ve ne yalan söyleyeyim, kulaklarım iyi müzik duymayınca bu saydıklarımın hiçbirisi benim gözümü boyamaya kafi gelmiyor. Müziğin imajlardan ve egolardan sıyrılmış, yalın bir biçimde sunulmasını ne kadar özlediğimi o gece Can Kazaz’ı izlerken bir defa daha fark ediyorum.

Son senelerde dinleyicilerin konserlerde müzik dinlemektense sohbet etmelerinden, telefonlarıyla ilgilenmelerinden rahatsızlıklarını dile getiren müzisyenlerin sayısı oldukça arttı. Konser izleme kültürüne dair konuşulması gereken konuların nihayet dile getirilmeye başlamasından büyük mutluluk duyuyor ve tartışmaları yakından takip ediyorum. Fakat uzun senelerdir en az üç akşamından birini konser izleyerek geçiren bir dinleyici olarak çoğu müzisyenin sahnede birbirlerini dinlemeye gerek duymadıklarına da sık sık şahit oluyorum. Şarkı henüz bitmediği halde sahnedeyken kendi sözü bitince icra edilen müziği yok sayan vokalistlere rastlıyorum. Setlist’te enstrümantal bir parça varsa sahneden inip parça boyunca seyircilerin arasındaki arkadaşlarıyla muhabbet eden şarkıcıları hayretle izliyorum. Arkasındaki müzisyen arkadaşı hatırı sayılır bir solo atarken sahneden doğru seyircilerle şakalaşan vokalistlere alışamıyorum. Belki bunların hepsi şovun bir parçasıdır, böyle olması gerekiyordur; ya da ben müziğe haddinden fazla anlam yüklüyorumdur. Yine de seyirci davranışlarını yerin dibine batırmadan önce bir müzisyenin iğneyi kendisine batırmasının da dinleyicilere serzenişte bulunmasından daha etkili olabileceğine inanıyorum. “Daha sen bile grup arkadaşını dinlemeye değer bulmuyorsan seyirci neden dinlesin?” sorusuna ben bir yanıt bulamıyorum. Can Kazaz’ın performansı ise bu konuda bir ders niteliğinde. Sahnedeki tüm müzisyenler birbirini dinliyor, ortaya çıkan müziğin ahengini borçlu olduğumuz faktörlerden önemli bir tanesinin de “dinleme eylemi” olduğunu çekinmeden söyleyebiliriz. Can Kazaz sahnede kendisine eşlik eden müzisyenlerden dikkatini esirgemediği gibi es verdiği anlarda seyircinin dikkatini kendi üzerine çekmeye de çalışmıyor. Vokal yapmadığı anlarda kendisine eşlik eden müzisyen arkadaşlarını dinliyor ve bu esnada -tahminimce bilinçli bir tercihle- kendisini handiyse görünmez kılıyor. Müzik dinleme adabına sahip bir müzisyenin sahnedeki hali tavrı da seyircisine müziğin nasıl dinleneceği konusunda bir nevi rehberlik ediyor.

Yukarıda bahsettiklerimin hiçbirisi tesadüf değil, hepsi Can Kazaz’ın dinleyicisiyle paylaştığı incelikli hayat görüşlerinin birer parçası. Can Kazaz dinleyicileriyle ilişkisinde belki zaman zaman didaktik sayılabilir ama bunun dozunu ustaca ayarlıyor. Sıkıcı ve dayatmacı olmaksızın hoşsohbet ve sarkastik üslubuyla iyi bildiğini düşündüğü şeyleri bazen dile getirmekten; bazen de duruşuyla, bakışıyla, hali tavrı ve en temelde varoluşuyla çevresine öğretmekten zevk alıyor. Seneler içerisinde takipçileriyle kurduğu dolaysız ilişkinin dinleyici kültürünü dönüştürücü gücü bu anlamda çok değerli.

Tam iki saat süren konser, Can Kazaz’ın tek başına gitarıyla sahneye çıkıp birkaç şarkı söylediği başlangıç bölümüyle ezber bozdu. Daha ziyade konserin bis kısmında gelmesini bekleyeceğimiz bu bölümde Biraz, Hayallerin Peşinde, Nilipek.‘in konuk olduğu Kendi Halimde, Unut ve yeni albümün son parçası olan Yirmi Yedi‘yi Can Kazaz’ın gitarından dinledik. Hem Can için hem de bizim için ısınma ve heyecanımızı yenme bölümü sayılabilecek bu mini setten sonra sahne nüfusu beklenilenden daha fazla kalabalıklaştı ve 35 kişiye çıktı! Efe Demiral, Canberk Ünsal, İpek Ektaş ve Mert Can Bilgin konser boyunca bir daha terk etmemek üzere sahnedeki yerlerini alırken 30 kişiden mürekkep Chromas korosu da albüm kaydında olduğu gibi konserde de Duyar Mısın? parçasında sahneye konuk oldu. Yine önceki albümlerden Yollar ve Su, Yok, Ben Giderim, Bir Ben Kalsam ve son albümden Sen Diye‘nin ardından konserde yeni bir faza girdik. Onur Çalışkan‘ın klarnetiyle sahneye gelmesi üzerine “Ben Sizden Kaçtım” albümüyle başlayan dönemin şarkılarına geçiş yapıldı. Birkaç parça sonra sahneye gelecek olan Begoa Ensemble String Quartet ise konserin ağırlıklı olarak “Sürsün Bahar” albümüne yoğunlaşan son bölümünü başlatacaktı. “Sürsün Bahar”daki parçaları büyük ölçüde sona saklamasıyla bir albüm lansmanından ziyade bir retrospektif konserinin karakteristik özelliklerini taşıyordu 14 Kasım konseri. Gökhan Bağcı (viyolonsel), Erkin Onay (keman), Korcan Köstük (keman) ve Filip Kowalski‘den (viyola) oluşan Begoa Ensemble ile birlikte icra edilen Ankara’da Biri Var, Bunca Yıl, Keşke Uyuyabilsem parçalarında seyircinin eşliği bir an bile eksik olmadı. Chromas korosu gitmiş olsa da yüzlerce kişilik seyirci korosu Can Kazaz’ın emrine amadeydi. Yeni albümdeki şarkılar iki haftadan kısa bir süre içerisinde ezberlenmişti. Her nasılsa ben de kendimi şarkılara eşlik ederken buldum, albümü birkaç dinleyişte ezberlediğimi oracıkta fark ettim.

Bazı şarkıcıların yazıp da sahnede hiç söyleyemedikleri şarkılar vardır, “Sürsün Bahar” da Can Kazaz için ilk konser itibarıyla bu türden bir şarkı olmaya aday görünüyor. Babasının kaybına ithafen yazdığı, bir bakıma kendi yas sürecinin acı meyvesi sayılabilecek olan “Sürsün Bahar”ı söylemek Can Kazaz için fazlasıyla duygu yüklü, ağır bir deneyimdi. Tıpkı albümde olduğu gibi sahnede de Barış Demirel‘in trompetiyle eşlik ettiği Değil Mi? parçasının yanı sıra Leylek, Güneş Ve Rüzgar, biste gelen Sürekli Dert de son albümün eksik kalan parçalarını tamamladılar. Sanırım Can Kazaz’dan dinlemeyi daha çok sevdiğim Marc Aryan parçası Kalbin Yok Mu? ise Kazaz’ın senelerdir repertuvarında yer verdiği tek cover çalışması. O akşam konserde belirttiğine göre bu parçanın yaylıları da ilk defa bu konserinde orijinaline uygun olarak icra edildi.

“Sürsün Bahar”, Can Kazaz’ın “Ben Sizden Kaçtım” albümünde girdiği yolda sağlam taşlar döşeyerek devam ettiğinin göstergesi. Yönünü arama süreci geride kalmış, Kazaz bulduğu yönden memnun olsa gerek ki rüzgarı arkasına almış ve “Sürsün Bahar”da bir önceki albüme göre daha sağlam bir sound’a imza atmış. Bu sulara demir atar mı emin değilim ama en azından bir süre daha aynı yönde ilerleyeceğine dair bir his var içimde.

Son olarak dijital çağın nimetlerinden doya doya faydalanırken bir albümün kartonetini karıştırmanın hazzını hiç tadamayanları “Sürsün Bahar”ı dinlerken künyesinde biraz vakit geçirmeye davet ediyorum. Hayyam Stüdyoları’nda kaydedilen ve EMI etiketiyle yayınlanan “Sürsün Bahar” albümünün künyesine Discogs‘tan ulaşıp albümün yapımında emeği geçenlerin ayrıntılı listesini inceleyebilirsiniz. Can Kazaz’ın birlikte çalıştığı müzisyenlere ve mesai arkadaşlarına gösterdiği saygının bir diğer göstergesi olarak her zaman künyeleri ulaşılabilir bir yerde kayıtlı halde bırakmaya çalıştığını bilenler bilir. Ne mutlu ki bilmeyenlerin de biraz daha yakından bakarak Can Kazaz’ın hassasiyetlerinden öğrenebilecekleri çok şey var.

Tags: , , , , , , , ,

İlginizi Çekebilir

Kimse senin gibi söylemiyor artık Chris Cornell!
Al’York’tan yeni bir 45’lik geldi!

Yazar

Bize Katıl!