Kimse senin gibi söylemiyor artık Chris Cornell!

İnceleme

Konuk Yazar: Güven Güngör

Bir müzik kariyerine en fazla ne kadar şey sığdırılabilir? Modern rock müziği şekillendiren 90’lar Seattle müziğinin (daha genel olarak, “grunge” müziğin) ilk temsilcilerinden olan Soundgarden grubunun vokalisti olmak bile başlı başına yeterliyken Chris Cornell; Audioslave, Temple of the Dog gibi gruplarla ve birçok solo çalışması ile 33 yıllık müzik kariyerine inanması, anlatması ve tekrarlanması güç şeyler sığdırdı.

İlk başta en büyük silahı dört oktavlık ses aralığı gibi görünse de diğer Seattle müzisyenlerinin hedef seviye olarak gördüklerini ifade etmekten çekinmedikleri söz/beste yazarlığındaki yetenekleri ve çok geniş bir duygu yelpazesine sahip müzikal çeşitliliği belki de daha büyük paya sahipti onun mirasında. Kendisiyle aynı adı taşıyan derleme albüm, tam da bunu yansıtmayı hedefliyor, [Soundgarden gitaristi] Thayil’e göre.

Chris Cornell: Kariyer Retrospektifi

Rolling Stone’a verdiği röportajda Kim Thayil, 16 Kasım’da piyasaya çıkan “Chris Cornell” albümünü sanatçının şarkı yazarlığında sahip olduğu biçimsel geniş spektruma ışık tutmasını hedefleyerek derlediklerini söylüyor. Ne var ki bunu yaparken, aramızdan ayrılış şekliyle alakalı olarak -kendini asmıştı- ailesine ve arkadaşlarına zor gelecek sözleri ya da isimleri olan şarkıları bir kenara itmişler. “Pretty Noose” (İng. Şirin [Darağacı] İlmiği) gibi hitlerin albüme dahil edilmemeleri, her ne kadar melankoliyle ya da intiharla ilgili yazılmamış olsalar dahi, bundan kaynaklı olabilir.

Chris Cornell’in kariyeri boyunca grup ya da solo olarak yayınladığı her albümden iki, her EP’den de birer şarkı konulmaya çalışılmış olan albüm, en hit parçalara neredeyse eksiksiz yer veriyor. Bu durumu bariz şekilde bozan istisnalar ise Thayil’in bahsettiği geniş bir müzik tarzı yelpazesi kapsama motivasyonuna, yani fazlaca heavy metal/hard rock şarkıları alternatif olanlarla dengeleme isteğine kurban gitmiş olabilir. Bu satırları yazdığım sıralarda (çıkışının üzerinden altı gün geçmişken) resmi internet satış sayfasında “Tükendi” olarak görülen kutu seti; 4 CD’den, bu CD’lerle aynı şarkı düzenine sahip 7 plaktan ve müzik klipleriyle dolu bir DVD’den oluşuyor. Spotify’da radarınıza girebilecek olan 64 şarkılık Chris Cornell albümü, işte o 4 CD’nin içeriğindeki şarkılardan meydana geliyor.

Soundgarden Dönemi I

1984’ten beri müzik yapan Soundgarden grubunun 1987’de çıkardığı, ilk EP’leri olan Screaming Life’ın en ünlü şarkısı “Hunted Down”, bu albümde de ilk CD’nin ilk şarkısı olarak yer alıyor. Canlı söylenmiş karışık kayıtlardan oluşan dördüncü CD’deki “Nothing to Say” (Mercer Arena, Seattle, 1996), Black Sabbath’ın bıraktığı mirası 90’larda en bariz şekilde devam ettiren grup olarak gördüğüm Soundgarden’ın bu bağlamdaki en karanlık, Chris Cornell’in ise vokal olarak en güçlü parçalarından biri.

Ağustos 1988’de yayınlanan 4 şarkılık Fopp EP’sindeki cover ya da remix olmayan, Soundgarden kaleminden çıkan tek şarkı, “Kingdom of Come”. Grubun setlist.fm’de kayıtlı 795 konserine göre yıllar içinde sadece 15 kez canlı çalınmış bu şarkının albümde yer almasına gerek de yoktu aslında. Zaten bir önceki EP ile birleştirilerek 1990’da albüm olarak piyasaya sürülen Screaming Life/Fopp’u tek kayıt sayarsak; bunun Hunted Down ve Nothing to Say ile temsil edilmiş olması benim için kâfi idi. Onun açacağı bir şarkılık boşluk başka albümler için çok yararlı olurdu.

Grubun ilk tam albümü olan, 1988’de piyasaya sürülen Ultramega OK’den ise “Flower” ve “All Your Lies”ı görüyoruz. All Your Lies, 1986’da birçok grubun bir araya gelerek çıkardığı In Deep Six albümündeki üç Soundgarden şarkısından biriydi, iki sene sonra Ultramega OK’e de dahil edilmişti. Tahminimce derlemenin doğasından kaynaklı gereklilikler nedeniyle (retrospektif önem veya müzikal tarz) derlemede kendine bir yer edinse de ideal bir durumda yine aynı albümden bir başka şarkı olan “Beyond the Wheel”ın yanında esamesi okunacak bir şarkı değil. Chris Cornell’in RE notası ile başlayıp 3 oktav yukarıdaki FA’ya kadar çıktığı (D2-F5), imza performanslarının başında gelen, Soundgarden yelpazesindeki ağır ve karanlık tarafın ise en ünlü temsilcisi olan Beyond the Wheel’ın eksikliği malesef büyük bir hayal kırıklığı.
Ultramega OK’den bir başka şarkı olarak ise kesinlikle “Incessant Mace”i dinlemenizi öneririm.

Louder Than Love (1989) albümü üç müthiş şarkı ile açılır: “Ugly Truth”, “Hands All Over”, “Gun”. Üç şarkı sonra albüme ismini veren şarkı “Loud Love” ile ivme kazanır. Bir üç şarkı daha sonra bunu “Big Dumb Sex” ile tekrar eder.

Not: Sebeplere tekrar tekrar girmiyorum. İdeal durumda olması gerektiğine inandığım değişiklikleri ve kişisel tavsiyelerimi görsellerden okuyabilirsiniz.

Temple of the Dog

Temple of the Dog, Chris Cornell’in o dönemde yeni bir araya gelmekte olan Pearl Jam üyelerine öncülük ederek oluşturduğu süpergrup ve çoğunlukla kendi besteleriyle hayat verdiği aynı isimdeki tek albümlerinin adı. Bir başka efsanenin doğmasına zemin hazırladığını ya da en azından emekleme döneminde elinden tuttuğunu söyleyebiliriz. O zamana kadar Soundgarden ile ağır ve sert şarkılar yazmış olan sanatçının bir anda akustik çalınmaya müsait alternatif rock bestelerle çıkagelmiş olması, çok yönlülüğünün de ilk belirtileri olmuştur. Doğrudan [Pearl Jam’in öncülü] Mother Love Bone vokalisti Andrew Wood’a adanmış şarkılar “Say Hello 2 Heaven” ve “Reach Down”un (canlı) yanı sıra, Eddie Vedder ile düet yaptığı ünlü şarkı “Hunger Strike”, akustik versiyonu çok güzel olan “Call Me A Dog” (canlı) ve “All Night Thing” (canlı) derlemede bulunan şarkılar. En az üçü akıllara kazınmış vurucu parçalar olsa bile albümdeki on şarkının beşine derlemede yer vererek mümkün olabilecek en büyük payı bahşetmiş, hatta biraz abartmışlar.

Soundgarden Dönemi II

1991’de Nirvana’nın ve Pearl Jam’in Nevermind ve Ten albümleriyle yaptıkları ani çıkış, sözüm ona “grunge” teriminin ortaya çıkışı, bir anda müzik piyasasının gözünü Seattle’a çevirmesi; Soundgarden cephesinde de Badmotorfinger olarak vuku bulmuştu. Albüm, grubun o zamana kadarki en başarılı albümü olmuştu. 1994’teki Superunknown ise hem çığır açıcı deneyselliği, hem de kimliğini oturtmuş tarzıyla o günden bugüne geçen on dört senede bile çok az rock albüm tarafından egale edilebilmiş bir seviyeye çıkmış, iki de Grammy ödülü kazanarak bu başarıyı taçlandırmıştı.

Hiç bilmeyen birine sevdirmek için ilk kez Soundgarden dinletmek istesek, ilk dört şarkı tam olarak Chris Cornell derlemesine stüdyo versiyonlarıyla koyulan “Rusty Cage”, “Outshined”, “Black Hole Sun” ve “Spoonman” olurdu. Ama Badmotorfinger’dan “Slaves&Bulldozers”ın olmaması, en az Beyond the Wheel eksikliğinin yarattığı kadar büyük bir şok. Chris Cornell’e göre bir barın müzik kutusundan bu şarkı çalınıyorsa orada gerçek Soundgarden hayranları olurmuş. Slaves&Bulldozer, bir süre sonra her Soundgarden konserinin son şarkısı olması geleneğinin yanı sıra, Chris Cornell’in öldüğü gece çıktığı son Soundgarden konserinde söylediği son şarkı olması nedeniyle de büyük önem arz ediyordu. Ayrıca, içinden beş single ve sayısız hit çıkmasına rağmen sadece iki şarkı ile temsil edilen bütün bir Superunknown albümü de bu derlemenin kısıtlarına kurban gidiyor. Eksik olan en önemli şarkılardan “Fell On Black Days”in kutu setteki video DVD’sinde klibi ile yer alması malesef Spotify vb. günümüzdeki en pratik ve popüler müzik dinleme platformlarından eksik olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
( [1]Fell On Black Days’in bu link        teki canlı performansını özellikle tavsiye ederim.)

Soundgarden’ın ağır gitar riff’lerinden uzaklaştığı –ki Cornell’in bu yönelimi dağılmayı hazırlayan grup içi ihtilafların başında geliyordu- Down On The Upside (1996) önceki iki albümün başarısını yakalayamamıştı. 1997-2010 arası ayrılık döneminin ardından çıkan ilk albüm King Animal (2012) da akılda kalıcı bir etki bırakamadı.

Audioslave Dönemi

Vokalistleri ile ayrılan 90’ların efsane grubu Rage Against The Machine’in kalan üç müzisyeni yeni bir vokalist arayışıyla [yapımcılarının onlara Slaves&Bulldozers’ı dinletmesi sonucu ikna olup] Chris Cornell’e ulaştı ve Audioslave doğmuş oldu. Eğer Nirvana grubu, bir arkadaşımın dediği gibi “3 kişinin çıkartabileceği en iyi müzik” ise bana göre Audioslave (2002) albümü de “daha önce hiç birlikte çalmamış bir vokalist ile üç müzisyenin ilk kez stüdyoya girerek sadece 19 günde çıkartabileceği en iyi albüm”dür. Birçok eleştirmen tarafından özellikle prodüktörlüğünün fazla cilalı olduğu, sözlerinin ise yüzeysel kaldığı eleştirisi gelmiş olsa da ben bu kaygılara pek girmiyorum ve benim müzik zevkim açısından neredeyse mükemmel bir albüm olduğunu söylemekten çekinmiyorum.
( [2]Albümde neredeyse hiç “filler” bir materyal yok. 14 parçadan Exploder, Hypnotize ve Last Remaining Light’ı çıkarırsak kalan 11’ini ayrı ayrı hiç sıkılmadan dinleyebilirim. Ayrıca “I Am the Highway”in stüdyo versiyonu da dinlenmeli.)

2005’te Küba’da yetmiş bin kişi karşısında verdiği konser ile 1981’den beri Küba’da konser veren ilk ABD’li rock grubu olan Audioslave, daha sonraki Out of Exile (2005) ve Revelations (2006) albümlerinde tarzını gittikçe değiştirdi ama hep güzel şarkılar üretti. “Chris Cornell” derlemesi de Audioslave dönemini olabildiğince güzel ifade etmiş.

Not: Son iki albümle çok zaman geçirmediğim için tavsiyelerimi daha çok şarkıların hayran kitlesindeki popüleritesine göre vermeye çalıştım. Aşağıda bahsedilen Chris Cornell’in solo albümlerinden bazıları da aynı şekilde yorumlandı.

Solo

Chris Cornell’in solo diskografisi tam anlamıyla bir renk cümbüşü. Euphoria Mourning (1999) akustik versiyonları harikulade olan sade rock şarkılarında folk rock ve psikedelik esintiler de barındırıyor. Carry On (2007) alternatifi hard rock unsurlarla harmanlarken, Timbaland’ın prodüktörlüğünü yaptığı Scream (2009) ise elektronik pop ve R&B türünde! Songbook (2011), neredeyse tamamen canlı ve akustik söylenmiş şarkılarından ve cover’lardan oluşuyor. (Orijinal çıkış albümlerinin başlığı altında bahsettiğim “Call Me A Dog” ve “I Am the Highway”, Chris Cornell albümünde aslında Songbook’un şarkıları olarak yer alıyorlar.) Higher Truth (2015) yine akustik yanı çok güçlü bir albüm. İlk kez karısı Vickie Cornell’e henüz evil olmadıkları dönemde telefonda söylediği ve içinde “Won’t you come and marry me?” (İng. Gelip benimle evlenmez misin?) sözleri olan, Higher Truth’un güçlü ve ünlü parçalarından “Josephine” şarkısının derlemeye konulmama nedeni ise, belki de Vicky Cornell’de saklıdır.

https://www.youtube.com/watch?v=Bgsg9xfsSoc

Chris Cornell’in çalışma arkadaşları ve dostları tarafından derlenip hazırlanan bu albümün kalan üçte birlik bir kısmı ise yaptığı film müzikleri, başka müzisyenlerin albümlerinde katkı sağladığı şarkılar ve canlı performanslarında yaptığı cover’lardan oluşuyor.

The Avengers (2012) için Soundgarden ile yaptıkları “Live to Rise”, Daniel Craig’li ilk James Bond filmi Casino Royale (2006) için David Arnold’la birlikte yazdığı “You Know My Name” ve 12 Years A Slave (2013) için Joy Williams ile düet yaptıkları “Misery Chain” şahsen yeni keşfettiğim ve çok beğendiğim soundtrack’ler oldu. Görece soul seven biri olarak HBO dizisi “Vinyl” için yorumladığı Lorraine Ellison’ın “Stay With Me Baby” şarkısı da kişisel favorilerimden biri haline geldi.

Genelde akustik söylenmiş canlı cover’lardan The Beatles’ın “A Day in the Life”ı, Prince’in başka bir boyuta taşınmış olan “Nothing Compares 2 U”su ve Led Zeppelin’in albüme son şarkı olarak nokta koyan “Thank You”su harikulade iken Cat Stevens’ın konserinde sadece sesiyle düet yaparak katkıda bulunduğu “Wild World” sırf Cat Stevens isminin büyüklüğünden dolayı konulmuş hissi yarattı.

Santana’nın cover albümünde vokalini yaptığı, psikedelik unsurlarını neredeyse tamamen yitirmiş [Led Zeppelin şarkısı] “Whole Lotta Love” cover’ı ve Gabin isimli İtalyan pop grubunun vokalini yaptığı “Lies” şarkısı pek keyif vermese de Slash’in 2010 albümünde söylediği “Promise” şarkısı daha başarılıydı. Tabi ki Chris Cornell’in zor bir [Led Zeppelin vokalisti] Robert Plant vokalini söyleyebilmesi önemli bir detay ama bunun şarkının albüme girebilmesi için tek başına yeterli olabileceği tartışmalı bir konu.

Albümün en büyük sürprizi ise ölümünden sonra ortaya çıkarılan, her şeyiyle Chris Cornell tarafından yazılıp kaydedilmiş olan ve bu yönüyle Cornell’in “komple” bir sanatçı olma özelliğinin bir kez daha altını çizen “When Bad Does Good” şarkısı. Cornell’in solo çalışmaları içerisinde favorilerimden biri olmayacak ancak oğlu Chris Cornell Jr.’ın oynadığı, her yerde geride bıraktığı liriklerinin yazdığı bir Seattle’da çekilmiş video klibi ile hem duygulandırıyor hem de albümün konseptini mükemmel tamamlıyor.

Karar

Artıları:
+ Albüm Chris Cornell’in kariyeri adına bir “hikaye anlatıcı” niteliğinde olmuş. 33 senelik bir öyküyü kronolojik olarak, yaklaşık 5 saatte anlatan bir filmin kareleri gözünüzün önünden geçiyor gibi. Başından sonuna doğru dinledikçe sanatçının genişleyen müzik yelpazesini, artan ustalığını ve sesinin yeni sınırlarını onunla birlikte keşfediyorsunuz.
+ Genel kitleye oynayan böyle bir albümde Nothing to Say ya da canlı “Into the Void” [Black Sabbath] cover’ı gibi uç türlere kaçan parçalara yer verilmesi cesur kararlar.
+ Sanatçının ölümünden sonra “When Bad Does Good” parçasını gün yüzüne çıkarıyor ve daha önce -Youtube’da amatör çekimleri bulunabilse bile- resmi olarak yayınlanmamış 10 canlı performansın kaydını içeriyor.

Eksileri:
Chris Cornell’in ağır müziklerdeki şahsi damak tadını ve vokalist/söz yazarı olarak yeteneğinin sınırlarını en iyi anlatabilecek Beyond the Wheel ve Slaves&Bulldozers gibi parçaların eksikliği hayati hatalar olmuş. Albümü genel dinleyicinin beğenisine uygun yapmak maalesef bu eksiklikler için bir mazeret değil.
Superunknown gibi belki de bugün Chris Cornell’i Chris Cornell yapan şeylerin başında gelen bir albümden sadece iki şarkı derlemeye girince, diğer bazı albümler ve kayıtlar tarafından “hakkı yenmiş” gibi olmuş. Bunun yanında başka sanatçılar ile yaptığı çalışmaların albüme fazlaca girdiğini görmek, ticari başarıyı ve popülariteyi müzikten ayrı tutmak isteyen bizleri düşünmeye sevk ediyor. Chris Cornell, Santana’nın albümünde Led Zeppelin şarkısı söyleyip, Cat Stevens ile aynı sahneye çıktığı için Chris Cornell değildir. Verilmek istenen mesaj, güdülen kaygı buysa çok yazık…

Her şeye rağmen “Chris Cornell”, her ne kadar tam 64 şarkılık bir albüm için çok zor olmasa da sevilen sanatçının diskografisini farklı açılarıyla olabildiğince kapsayan bir derleme olmuş. Kötü yaptığı bazı işleri iyi yaptıklarıyla telafi etse de bu kadar şarkı kapasitesi ve serbest alanı olan, potansiyeli yüksek bir derlemeden çok daha iyi bir sonuç çıkabilirdi.

Tags: , , , ,

İlginizi Çekebilir

Bosphoroots’un yeni single’ı “Başka Sokak” yayında!
Can Kazaz’ın kareli gömleğinin mahzuru yok

Yazar

Bize Katıl!