Gerçek Grunge Arayışında 5 Albüm!

Albüm İncelemeleri

Konuk Yazar: Güven Güngör

Seattle’daki bağımsız plak şirketi Sub Pop’ın iki ortağı, 1989 yılının ilk çeyreğinde İngiliz “Melody Maker” müzik gazetesinin yazarı Everett True’yu Seattle’a davet edip burada gelişmekte olan müzik sahnesinin tanıtımını yaptılar. Geri döndüğünde True’nun yayınlayacağı yazı İngiltere’de Seattle müziğine karşı bir ilgi uyandıracak; bu ilgi oradan da bütün dünyaya yayılacaktı.

Yine de bütün Seattle müziğinin dünya tarafından topyekün “grunge” olarak kategorize edilmesi, bunun kendine has giyim tarzıyla ve sözde jargonuyla birlikte bir alt kültür olarak pazarlanması ve ticari olarak istismar edilmesi; Nirvana 1991 sonbaharında Nevermind ile düğmeye basana kadar söz konusu değildi. Doksanların ilk yarısındaki Seattle müziğine biraz ilgi duyan bir müziksever; bu grupların aslında farklı tarzlarda müzikler yaptıklarını, grunge grubu olarak anılmayı sevmediklerini bilir ve hatta grunge diye bir müzik türünün var olmadığını da pekala söyleyebilir. Peki ya indie bir sahneyi popüler kültürün ta kendisine çeviren bu patlama yaşanmadan ve farklı tarzda müzik yapan sayısız grup ticari kaygılarla grunge etiketi altına sokulmadan önce, rock müziğin diğer alt türlerinden sapan özgün bir ses gerçekten ortaya çıkmışsa?

“The Godfather of Grunge” (Grunge’ın Babası) olarak bilinen yapımcı Jack Endino’ya göre o yıllarda kimsenin tam olarak ne olduğunu bilmediği ama kendini belli eden farklı ve ortak bir ses gerçekten belirmişti Seattle’da. Birinci dereceden aktörleri tarafından gürültülü, kaotik, belli bir yapıdan uzak, aptalca bir “heavy rock” olarak tanımlanan, temelini punk rock’ın oluşturduğu bir ses. Bunu bir adım daha ileri taşıyan bir diğer faktör (ya da belki de bu algıyı bizzat oluşturan faktör) ise bu indie grupların stüdyoya Jack Endino’yla girmeleri ve onun, gürültüleri minimum derecede filtrelemesi vb. tercihlerinden dolayı aslında farklı türlere meyleden bu grupları bazı ortak paydalarda buluştırmasıydı. İşte o “gerçek grunge”ın sesini duyma çabası bizleri Everett True’nun 18 Mart 1989 tarihli makalesinde bahsettiği grupların Endino tarafından kaydedilen ve çoğu Sub Pop etiketiyle basılan aşağıdaki beş harika albümüne götürüyor.

Görsel: Melody Maker, 18 Mart 1989 tarihli sayısından

Superfuzz Bigmuff (1988) – Mudhoney

Eğer ortada bir grunge müzik varsa, bunun bayrağını en önde taşıyan grup Mudhoney, marşı ise ilk teklilerindeki “Touch Me I’m Sick” olmalıdır. Biçimsel olarak gayet basit, anlam olarak absürd birer şaka ya da punk (serserilik, zırva) olan sözler; bir hayli distorted (kirli) vokal ve gitarlar; [vokalist Mark Arm’ın anlatımıyla] “en fazla üç akordan oluşan” besteler. Ön dönem grunge’ın ilk temsilcisi olarak efsaneleşmiş Green River grubundan ayrılan Mark Arm ve gitarist Steve Turner’ın kurduğu, o yıllarda Sub Pop’ın en büyük silahı olan Mudhoney’nin Superfuzz Bigmuff’ı (yeni baskısı) grunge’ı en eksiksiz tanımlayan albüm olarak nitelendirilebilir. (İkiye bölünen Green River’ın Mother Love Bone’u kuran diğer kolu daha sonra Pearl Jam’in de temeli olacaktı.) Tekli olarak da çok beğenilen “Touch Me I’m Sick” ve “Sweet Young Thing Ain’t Sweet No More”un yanı sıra, “In ‘n’ Out of Grace” ve “Mudride” bu albümün kesinlikle tavsiye edeceğim şarkılarından.
Yeni baskı: “Superfuzz Bigmuff Plus Early Singles” (1990). 1988’de 6 şarkılık EP olarak çıkan Superfuzz Bigmuff, grubun diğer teklileri ile birleştirilerek 12 şarkılık bir albüm olarak yayınlanmıştı.

Primal Rock Therapy (1988) – Blood Circus

Nirvana ve Mudhoney’nin ilk konserlerine ön grubu olarak çıktıkları Blood Circus, o dönemin Seattle’ında ömrü çok kısa süren sayısız gruptan biri. Tarihsel önemi, bugün geriye dönüp bakıldığında anlaşılıyor. Bugün Spotify’da bile bulunmayan Primal Rock Therapy, size kendini spesifik olarak tekrar tekrar dinlettirecek vurucu bir şarkının eksikliğini çekebiliyor olsa da müzikal açıdan grunge olarak tanımlanan özellikleri hemen hemen eksiksiz sağlayıp baştan sona iyi bir dinleti sunuyor. Fakat Michael Anderson’ın klasik “rock and roll” ya da blues rock tarzındaki vokali, eskiyi modern rock’a evirirken belki de en büyük devrimi vokalde yapan grunge sahnesinde biraz eğreti duruyor. Yine de Sub Pop etiketindeki ilk gruplardan olmasıyla ve yaptığı müzikle, ortadan kaybolmadan önce döneme yaptığı katkı yadsınamaz. “Six Foot Under”ı ve “Road to Hell”i özellikle genel dinleyicinin beğeneceğini düşünüyorum ama heavy (ağır) riff’leriyle “Electric Johnny” ve “Bloodman” benim bu albümdeki favori şarkılarım.
Yeni baskı: “Primal Rock Therapy – Sub Pop Recordings: ’88 – ’89” (1992). 5 şarkılık aynı isimdeki EP, dünyadaki grunge patlamasından sonra, çoktan dağılmış olan grubun önceki teklileriyle ve hiç yayınlanmamış kayıtlarıyla birleştirilerek tekrar piyasaya sürülmüştü.

God’s Balls (1989) – TAD

Blood Circus’tan daha ağır, yer yer Soundgarden kadar kasvetli, vokali (Tad Doyle) Mark Arm kadar kirli ama daha bağıran, üslubu onun kadar minimalist ama çok daha agresif ve dobra. Albümün ismi ve True’nun Melody Maker’da alıntıladığı röportajı bile buna işaret ediyor zaten. Temelinde punk’tan ziyade metal etkisi hissettiren TAD, o dönemin mihenk taşlarından biri. “Helot” şarkısının çok daha fazla bilinmesi gerektiği kanaatindeyim.
Yeni baskı: “God’s Balls Deluxe Edition” (2016). God’s Balls’a ilk teklileri Daisy/Ritual Device’ın eklenmiş hali.

Bleach (1989) – Nirvana

Grunge’ın tarihin tozlu raflarında gizlenmiş kayıtlarını anlattığımız bu yazıda, sadece ABD’de bile 2 milyona yakın satmış olan Bleach albümünün gizli bir yanı yok elbet. Ama Aberdeen’den (Seattle’ın da bulunduğu Washington eyaletinde küçük bir şehir) Kurt adında bir çocuğun Jack Endino’yu arayarak stüdyosunda kayıt yapmak istediğini söylemesiyle başlayan Nirvana efsanesi de ilk başlarda [Chris Cornell’in o dönemi tanımlamak için söylediği gibi] “post-punk indie” bir sahnenin küçük bir oyuncusuydu. Bleach, bu kökenleri keşfetmek ve daha sonra In Utero (1993) gibi seviyelere hangi adımlarla gelindiğini görmek için tam da ihtiyacımız olan şey. Ses olarak da en az yukarıda bahsedilen kayıtlar kadar “grungy”. “School”, “About A Girl” ve “Blew”, en ünlü şarkılarından birkaçı. Melody Maker’daki yazı yayınlandığında Bleach kaydedilmişti ama çıkışına üç ay vardı. Nirvana’nın piyasada bulunan kaydı ise “Love Buzz/Big Cheese” (1988) teklisiydi. Bu teklinin arka kapağında büyük ihtimalle şaka amaçlı kullandıkları mahlasları Kurdt Kobain ve Chris Novoselic (Kurt Cobain ve Krist Novoselic yerine) yazıyordu. Everett True’nun makalesindeki isimler de aynen bu şekilde şekilde yazılmış. O dönemde isimlerinin yazılışını medyaya da bu şekilde kodlamış olabilirler ama True’nun isimlerinin gerçek yazılışını bilmeden, tekli kapağındaki şakaya düşmüş olması da kuvvetle muhtemel. Birkaç yıl sonra bütün dünyanın adını ezberleyeceği ve yine aynı gazetenin kapağına sayısız kez çıkacak olan Cobain’in adının yanlış yazılması, yıllar sonra farkedildiğinde grunge’ın masum kökenlerini hatırlatan güzel bir detay olarak karşımıza çıkıyor.

Buzz Factory (1989) – Screaming Trees

Grunge’ın kökleri konuşulduğunda mutlaka adı geçen Screaming Trees’in Jack Endino ile kaydettikleri ama Sub Pop değil SST Records etiketiyle çıkan albümleri Buzz Factory, neden her grunge denilenin grunge olmadığına dair güzel bir örnek. Green River’dan Mudhoney başlığı altında zaten bahsettiğim için ve Soundgarden, The Melvins gibi ön dönem grunge grupları aslında metal sayılabilecek bir müzik yaptıkları için beşinci ve son albüm tanıtma hakkımı bu şekilde kullanmak istedim. Belki de wah pedalı efektleri olan “Wish Bringer” ve “End of the Universe”te ilk tekrarın ardından giren müzikal kısım dışında ses olarak bu yazının bağlamında tanımlanan grunge’a dair hiçbir özellik taşımayan, vokali Mark Lanegan tarafından gayet temiz söylenmiş, sözlerinde de şiirsellik içeren bir albüm Buzz Factory. Pearl Jam gibi ana akım rock’a ya da hard rock’a yakın işleri sevenler beğeneceklerdir.

Yaygın kanının aksine grunge terimi direkt ve salt olarak 1992’de Seattle dışından üzerlerine yapıştırılan bir etiket değil, Sub Pop’ın iki patronu Bruce Pavitt ve Jonathan Poneman tarafından 1980’lerin sonunda da medyaya bilinçli olarak söylenen bir şeydi. Daha önce yapılmamış bir şey olarak Pavitt ve Poneman gruplarını tek tek tanıtmak yerine bir paket halinde müzik şirketlerini pazarladılar. Bunu yaparken de bir pazarlama hilesi olarak grunge kelimesini kullandılar. Everett True’nun 18 Mart 1989 tarihli Sub Pop yazısı bile ilk cümlesinde “Seattle’ın yeni jenerasyon thrash metali” ifadesi geçmesine rağmen birer kez “grunge”, “grungy” ve “grunginess” kelimelerini kullanır. Yine de bu kelimelerin sadece Blood Circus ve Mudhoney başlıkları altında kullanılması, aslında her şeye rağmen o dönemde grunge teriminin daha doğru bir anlama oturtulduğunu kanıtlar nitelikte.

1992’deki yaygın kullanımına baktığımızda ise Pearl Jam ile sludge metal yapan Alice in Chains’i aynı kefeye koyan grunge’ın bir müzik türünden ziyade aynı dönemde aynı coğrafyadan çıkan grupları tek sözcükle ifade etmeye yarayan bir terimden ve hayranlarının garip bir kış modası benimsediği bir akımdan başka bir şey olduğunu iddia etmek mümkün değil. Hatta Seattlelı olmayan Stone Temple Pilots grubunun bile grunge olarak adledildiğini düşünürsek, önceki cümledeki tanım dahi boşa düşüyor.

Görsel: SPIN dergisi Eylül 1992 sayısından

Tekrar seksenlerin sonuna dönersek, bu yazıda da peşine düştüğümüz ortak bir grunge sesi gerçekten var gibi görünüyor. Tam anlamıyla sadece Mudhoney’de olsa bile onun haricindeki az sayıda grupta da farklı derecelerde yansımaları var. Peki bu ortak ses -peşinen Jack Endino’nun kayıt stüdyosundan çıkan bir illüzyon olmadığını varsaysak bile- punk’tan ya da rock’ın, metalin başka alt türlerinden kendi başına bir alt tür yaratacak kadar ayrışıyor mu? Öyle ise en fazla kaç grubun bu denli ayrıştığını söyleyebiliriz? Bu tartışmayı kesin ve genel geçer bir sonuca bağlamamakla birlikte şahsen ben bir grunge “tür”ünden ziyade; belli başlı gruplar için kullanılmasını uygun gördüğüm, başka türlerin içine katıklı bir grunge “ses”inin varlığından yana olacağım.

Seattle’ın grunge etiketiyle birlikte toplu halde pazarlanması, ‘92 sonrası süreçte özellikle sahnenin baş aktörleri açısından can sıkıcı ve çılgınca bir metalaştırmaya yol açtı. Fakat erken dönemde bu toplu etiket, başlıcası Nirvana olmak üzere aradan sivrilecek birkaç grubun hayal edemeyecekleri bir popülerliğe ulaşmalarına ön ayak oldu. Bu grupların popülerliği tekrardan grunge etiketinin ve Seattle sahnesinin popülerliğini besledi. Uzun zamandır bağımsız olan müzik gruplarının büyük plak şirketleriyle anlaşmalarının önünü açtı. Yani önce sayısız indie grup, aralarından birkaç tanesinin dünya ile buluşabilmesine yetecek kadar büyük ve çeşitli bir sahne oluşturdu; sonra o birkaç tanesinin dünya çapındaki popülerliği bu indie sahneye çok daha büyük bir ilgi getirerek onların da tanınmasına yardımcı oldu. Bütün olumsuz yanlarına rağmen bütün bunlar grunge palavrası sayesinde oldu. Bugün tesadüf eseri kulağına çalınan “Smells Like Teen Spirit”in izini süren genç bir müzik sever, keşfinin sonucunda Green River’a kadar gidebiliyorsa, bu da grunge sayesindedir. İster yalan, ister gerçek.

Tags: , , , , , , , , , , ,

İlginizi Çekebilir

10 Soru 1 Playlist | Ediz Hafızoğlu
BBI Yerli #93 | The Lynch

Yazar

Bize Katıl!