Deus ile “ideal kazanız nedir” psikoterapisi

Oradaydık

Yazı ve video: Onursal Yazman

Fotoğraflar: Cem Gültepe

Son 1,5 yıl içerisinde ülkemize konser vermeye gelen Belçikalı müzisyen ve grupların aşağı yukarı tümünü canlı izledim ve bunları video kayıtlarla belgeledim dersem eksik bir iddiada bulunmuş olmam sanırım. 

İstanbul gecelerine alternatif bir parti olarak yedi kez düzenlenen İndi-Bindi’nin ikinci edisyonunda Elz & The Cult ile birlikte sahne alan tek kişilik lo-fi pop projesi Lil’ Tone İstanbul’daki ilk konserini geçen yıl 10 Şubat’ta vermişti. On gün sonra, sırasıyla İstanbul, İzmir ve Ankara’da hayranlarıyla buluşan Iron Maiden ve Wolfsbane solisti Blaze Bayley’in canlı akustik sahnesinde yanındaki isim Belçikalı gitar virtüözü Thomas Zwijsen’dan başkası değildi. Gezegenin en gezici garage, punk ve rock’n’roll festivali We’re Loud’un üç gün süren 2018 İstanbul ayağında yer alan en kariyerli grubun Avrupa çapında bir punk efsanesi kabul edilen Belçikalı The Kids olduğunun altını çizmemek büyük hata olur. Kadıköy Sahne’de grubun direktifi dışında alınan ek önlemlere karşın seyirciyle birlikte sahne üzerinde punk klasiklerini çalıp söylediklerinde takvimler 20 Ekim’i gösteriyordu. On bir gün sonra ise garage punk’ın yeni temsilcilerinden Bruce, Kargart’taki Cadılar Bayramı’ında Belçika çıkartmasına sadece bir virgül koyuyordu. 2019 senesi mayıs ayının 18’ine gelindiğinde Lil’ Tone bir kez daha İstanbul’u ziyaret etti. 30 Mayıs ise, ülkemizin en köklü punk gruplarından Rashit’in tam 20 yıl önce paylaştığı Karga sahnesinde Faroutski’yle bir kez daha çaldığı gece olarak kayıtlara geçti. Bu kez yanlarında sıradışı “rawk’n’roll” grubu Unwanted Tattoo da vardı. 31 Mayıs ve 1 Haziran’da birer konser daha veren dostlarımızı uğurlarken onlara “sıradaki Belçikalı” misafirlerimizin Deus olduğunu söylediğimde gözleri büyüdü ve “bunu sakın kaçırma Onursal” diye sıkı sıkıya tembih ettiler. “Bu sefer kaçırmayacağım” dediğimde, “Bu kez?” diye kaşlarını kaldırdılar. Nedenini gelin size de anlatayım…

Uluslararası büyük bir plak şirketiyle anlaşma imzalayan ilk Belçika merkezli indie grubu Deus 1991’de Anvers’te kuruldu. Folktan grunge’a, cazdan progresif rock’a tek bir şarkı içinde dahi dikişsiz geçebildikleri, sürekli bir araştırmanın ürünü yedi albümle kendilerine özel bir hayran kitlesi edinen nadir gruplardan biri olarak rock tarihinde yerlerini çoktan aldılar. Ülkemize daha önce iki kez gelip üç konser verdiler. İlki, yedi kez düzenlenen Rock’n Coke festivalinin 2004’teki ikinci senesindeydi. Askerde olduğum için gidememiştim. 2011’de Salon İKSV’de iki gece üst üste çaldılar. Bu kez de İstanbul ve İzmir arasında mekik dokuduğum bir döneme denk geldi. Bugün düşünüyorum da, daha az kişinin bildiği çok değerli grupları canlı izleyememe şanssızlığımı istikrarlı bir seriye çevirdikten sonra bugün hayat bana bir biçimde onları yine sunuyor. 

13 Haziran gecesi Zorlu PSM Studio’da Deus’un sahneye çıkmasına dakikalar kala üzerindeki siyah pantolon ve tişörte kontrast edercesine platin sarısı saçlarıyla biri belirdi ve mükemmel İngilizcesiyle, bekleşmekte olan sabırlı Deus hayranlarına bir çağrıda bulundu:

“Ben bir film yapımcısıyım” diye söze giren Fleur Boonman, “The Ideal Crash”in 20. yılını kutlamak için çıkılan bu özel turneden geriye, kendisinden bir belgesel çıkarmasının istendiğini anlattı. Albümün adına göndermede bulunarak, hayranlarının son 20 yılda geçirdikleri “ideal kaza”nın ne olduğunu, hayal ve kalp kırıklıklarını, aşka hâlâ inanıp inanmadıklarını anlatabilecekleri bir “itiraf odası”nın konserden sonra sahne arkasında hazır olacağını ekledi.

Daha konserin doruk noktasına ulaşmadan tüylerim “diken diken” olmuştu… Çok az konser bundan daha heyecanlı bir intro içerebilir. Kabul edin, o odaya girin ya da girmeyin, çoktan kendinize itiraflarda bulundunuz bile ve The Ideal Crash’i capcanlı işte bu karışık duygularla dinlemek ya da okumak üzeresiniz birazdan!..

Fleur indi. Deus elemanları teker teker sahneye çıktı. Grubun kuruluşundan bu yana Deus (Tanrı) adlı gemiye kaptanlık yapan Tom Barman (vokal ve gitarlar) ve makinist Klaas Janzoons (keman ve synth), 2004’te katılan Stéphane Misseghers (davul) ve Alan Gevaert (bas), ve son olarak 2018’de gemiye binen ama ilk günden beri Deus’taymış gibi şairane bir stille çalan Bruno De Groote (lead gitar)… 

Rahatlıkla herhangi bir Nirvana şarkısının girişi olabilecekken birden progresifleşerek Porcupine Tree’lere kadar dokunan ‘Put the Freaks Up Front’ ile başladı ve sonuna dek yağ gibi aktı The Ideal Crash kutlaması. Sıradanı mükemmel gösteren bir performans sundu bize müzik tanrılarını taşıyan Deus. Bu yolculukta o tanrılara eşlik eden üç kadın iki erkekten oluşan dans beşlisi örneğin; “doğal olarak seksi”ler çünkü hiçbiri Beyoncé sahnesinden değil. Günlük sokak veya spor salonu kıyafetlerinin rahatlığında müthiş bir özgüven ile gözlerimizin içine baka baka “art rock konserinde canlı canlı böyle dans edilir işte” dediler. Benzer dans figürlerini geçen yaz Zorlu’nun ana sahnesinde unutulmaz bir konser veren Steven Wilson’ın devasa boyutlardaki hologram dansçılarında görmüştük.   

Deus, üçüncü albümleri The Ideal Crash’in tamamını çaldıktan sonra iki kez de bis yaptı. İlkinde, en sevilen şarkılarından oluşan üç şarkılık mini bir setle döndüler. İkincisinde ise, konserin en başında beri ‘Roses’ı duymak isteyenleri “ideal bir hayal kırıklığı”na uğratmadılar, tıpkı Lordlar gibi. Batı Avrupa’nın armağanı bu eşsiz grubu, önceki Türkiye konserlerinde de bulunmuş arkadaşlarımla yan yana izlediğim için kendimi daha da şanslı hissettim. Bahse girerim, 13 Haziran gecesi Studio’daki kitlenin çoğunluğu en az ikinci kez alkışlıyordu Deus’u. 

Konser sona erer ermez kendimi itiraf odasında buldum… “İlk gelen sensin” dedi Fleur. “Konserin başından beri bu anı bekliyorum çünkü” dedim. Çok kötü bir İngilizce ile dilim döndüğünce, son 20 yılımda geçirdiğim “ideal kaza”nın ne olduğunu betimlemeye çalıştım. Tam olarak neyi nasıl anlattığımı anımsamıyorum. Fleur, (Fransızca “çiçek” demek), “ama son şarkıya iyi bağladın ha” dedi. 

Evet, The Ideal Crash’ten Roses’a geçiş böyle oldu… Her ne kadar solmuş olsa da, bedenime batmış o kırmızı gülün “diken”lerini hâlâ seviyorum. Ama azıcık bir suyla yetinerek yeşeren 200 türlü (ya da iki yüzlü) kaktüsleşenlerinkini asla.

Tags: , , , , , , , , , , ,

İlginizi Çekebilir

BBI Yerli #122 | Anıl Aydın
Housekeeper Podcast Contest 2019’un kazananı Zafer Sernikli!

Yazar

Bize Katıl!