Bu sefer ‘all filler, no killer’

Albüm İncelemeleri
The Killers’dan Hot Fuss’ı hiç dinlediniz mi? Neredeyse tüm kritikler şarkıların hepsi için ‘all killer, no filler’ der. Üzgünüm, bu sefer tam tersi.

Sam Smith’in üçüncü uzunçaları Love Goes’u dinlerken iki şey düşündüm: Birincisi, müzisyenin Londra’daki 12 milyon poundluk evi; ikincisiyse müzik sektörünün histerik oburluğu. Üç yılda bir yeni albüm talebinin acımasızlığı kulaklarıma oturdu. Kendini unutturmamak ve lüks yaşam standardını ayakta tutabilmek için kalıptan kalıba girmek son derece üzücü. Tabii şu da var: Sam Smith’in hiçbir zaman high-art derdi olmadı. O yüzden, üç yılda en azından daha oturmuş bir albüm çıkarabilirdi. Hiçbir şeyin aceleye geldiği yok, aksine COVID sebebiyle albüm, normalden 6 ay sonra piyasaya sürüldü.

Pandemide hayatlarını kaybedenlere kayıtsız kalamayan Smith, albüme şimdiki adını veriyor; ancak, karantina döneminden kısa süre önce duyurduğu üzere normalde albüme adını veren To Die For’dan başlayabiliriz mesela: O kadar ortalama ki ne bir lirikal pırıltı var ne de hoş bir melodi. Hatta kartını en iyi oynadığı sesi bile efektlerle boğulmuş. Yeni bir albüm gibi hissettirmiyor. Kaldı ki şarkıların yarısını iki yıla yakındır biliyoruz: Promises, Fire On Fire, Dancing with a Stranger, How Do You Sleep, Diamonds. Bunları çıkarınca da geriye hızlandırılmış veya temposu düşürülmüş Money On My Mind remix’leri tadında bir şarkılar silsilesi kalıyor. Sam Smith, zaten hiçbir zaman popun dahi ismi olarak kendini lanse etmedi; her zaman net ve emin adımlar attı, mainstream’den ayrılmadı hatta kendisi oldu. Ancak, Love Goes böyle bir kariyer için bile sık tekrara düşmüş.

Şahsen Smith’in sesini, şarkı sözlerini ve vücut perküsyonlarıyla arka vokalleri kullanma şeklini Adele ile ciddi anlamda benzetirim. İkisi de aynı şehrin suyunu içmiş, neticede. İkisi de aynı temalarda geziniyorlar: Kalp kırıklığı. Ama bu albümü de katıp, Adele’in üçlüsüyle karşılaştırdığımda, Londralı divanın bile isteye aynı tematik havada yaptığı üç albümde hangi şarkının hangisine ait olduğunu ilk notalardan ayırabildiğimi fark ettim. 25’taki müthiş gelişmiş sesiyle 19 arasında büyük bir toyluk/ustalık farkı var. Sam Smith’te ise durum kesinlikle bu değil.

İkinci albümü The Thrill of It All da eleştirmenlerden çok karışık geri dönüşler almıştı. Gerçi ikinci albümlerin pek günahı olmaz, genelde ilkiyle aynı denizde yüzerler ve sevenlerini çok rahatsız etmezler. Love Goes ile Sam Smith’in paslanmaya başladığını görüyoruz. Öyle ki çoğumuza Smith’in stüdyosu tahsis edilse aşağı yukarı Love Goes’la çıkardık –ki stüdyodaki insanlar da ayrı bir problem. Charli XCX ile çalışmış 1991’li Lotus IV diye bir arkadaş, çoğu şarkının prodüktörlüğünü almış durumda. Hâlbuki albümün açık ara en iyi parçası Dancing with a Stranger’ın prodüktörü StarGate gibi Rihanna’yla ciddi işlerinde çalışmış esaslı biri. Promises için Calvin Harris’in sadece adını yazmam yeterlidir diye düşünüyorum. Gerçi albüme adını veren Love Goes’da da Euphoria’dan tanıyıp sevdiğimiz Labrinth ile çalışılmış ama o bile sünen bir şarkıya daha fazla yardım edememiş. Avril Lavigne-msi kötü bir Demi Lovato düeti var ki evlerden ırak. Bu kişilerin dışında hükmünü kurabileceği görece deneyimsiz isimlerle çalışmasına bakacak olursak bence Love Goes’un asıl prodüktörlüğünü daha kişisel bir iş adı altında Smith’in kendi egosu yapmış.

Komiktir, Boyz II Men şarkılarından hallice olan Kids Again veya benim kişisel favorim olan Diamonds gibi doksanlar sonu 2000’ler başı Marc Anthony hatta poplaştırılmış Maroon 5 havası veren şarkılar var. Tek sorun bunları çoktan dinlemiş olmamız.

Love Goes’un normalde yazın başında çıkması gerektiğinin niyetini anlıyorum, aslında. Çünkü bu albüme o zaman daha yumuşak bakabilirdik. Fethiye yolunda serin araba seyahatleri ve güzel akşamüstü kokteyllerinin hayalleriyle dolan aklımız için soft ve hoş bir fon olabilirdi bu 17 şarkı. Ancak kış geliyor, kurtlar sofrasına ciddi bir dönüş var. Neticede şüphesiz aynı klasmanda olduğu Katy Perry, Ariana Grande ve Taylor Swift, hayranlarını memnun eden yeni albümlerle; Lady Gaga, Moby ve Robyn’den esinlendiği ve hakkını da pekâlâ verdiği yarı house yarı pop, ayakları sağlam basan bir albümle 2020’ye girdiler. Sırada da spekülasyonları bile gümbür gümbür gelen Adele var. Bu açıdan bakınca dünya için kötü bir yıl olsa da pop müzik için hasadı verimli bir yıldı 2020. Ben Sam Smith olsaydım maalesef bu uzunçalara arkamı yaslamazdım.

Arka vokallerde auto-tune kullanmak belki Smith için yenidir. Evet, hatta bir yere kadar tazeliği de hissettirebilir ama bu albüm kesinlikle Smith’in iddia ettiği gibi ‘deneysel’ değil.

Aslında ilk paragrafıma geri dönerek bitireceğim: 3 yıl Sam Smith’in dikkatli adımlarıyla giden bir pop sanatçısı için gayet yeterli bir süre. Üstüne pandemi sebepli bir altı ay daha da katıldığını düşünecek olursak şimdiye üstesinden gelmesi gerektiği bir writer’s block durumu kalmamalıydı. Açıkçası Dancing with a Stranger ilk çıktığında çok heyecanlanmıştım çünkü tarz olarak yakın duran Disclosure’la yaptığı iki iş de (Latch ve Omen) birbirinden kaliteliydi. Fakat bazen her şeyi silmeli. Kill your darling Sam.

Non-binary bireylerin önünü açmış harika bir figür olan Sam Smith’in bir sonraki işi için bu yazdıklarımdan utanmak isterim. İyi dinlemeler.

Tags: , , ,

İlginizi Çekebilir

YENİLER | Ekim’20
Neil Young’tan 50. yıl kutlaması!

Yazar

Bize Katıl!