Bir Florence Filmi: “High As Hope”

Albüm İncelemeleri

Konuk Yazar: Yiğithan Keklik

KATE BUSH, altıncı albümü The Sensual World’ü bir röportajında anlatırken kendisini “görsel bir artist‟ olarak tanımlamıştı. Bugüne kadar çıkardığı albümlerinde bir filmin bölük pörçük sahnelerini anlatan Florence + the Machine ise bu tanıma en tematik albümü ile karşımıza çıkarak daha da yaklaştı. Bu bir Florence filmi!

High As Hope, June adlı parçayla özlediğimiz bir şekilde başlıyor. Ship to Wreck’in hiperaktif akorlarından sonra Dog Days Are Over’dan ve Only If For A Night’tan alıştığımız daha sonra açılacak ağır bir girişe sahip. Sözleri ise daha önce metaforlar üstadından hiç beklemediğimiz kadar realistik: “I would come to you to watch the television screen…” Sanırım Welch bu sebeple yeni uzunçalarlarının “Florence-stilinden‟ farklı olduğunu söylemiş olmalı. Ancak, bana kalırsa biraz kendini kandırmış, çünkü Patricia ve No Choir gibi parçalarında çok eski bir Florence + the Machine‟i tekrar selamlayacağız.

Albümün ikinci şarkısı ve çıkış parçası olan Hunger, High As Hope’tan biraz ayrılmakta. Dördüncü albümlerinin en hareketlisi olmasıyla, en akılda kalıcı melodiyi vermesiyle ve Florence’ın geniş oktavını çekinmeden kullanmasıyla titiz bir çalışmanın ürünü olan şarkı kendini sevdiriyor. Cuma gecesine yaptığı atıflarla (And it’s Friday night, and it’s kicking in) Welch’in otuzlu yaşları nasıl karşıladığını, bir şizofrenin aklındaki sesler gibi her taraftan hücum eden arka vokallerdeki farklı tonların Florence’larıyla görmüş oluyoruz. Hunger, üç buçuk dakikanın nasıl geçtiğini anlamadan bitiyor. Bir sonraki parça: South London Forever. Sigur Ros’un Gobbledigook’unun Laura Marling tarafından cover’lanması. Sözler yine muazzam realistik. Bu albümü ben “Feist, Bjork’un Vespertine’ini yapsaydı,” diye nitelendiriyorum. Keza bu şarkıda her saniye araya başka bir enstrüman ve vokal giriyor ama buna alışmak gerekiyor çünkü geldiği yerde daha çok var.

Welch bir röportajında bu albümünü ‘olgunlaşmış Lungs diye tanımlamıştı. Ben yüzde yüz katıldığımı söyleyemem. Ancak, şarkıların çoğunda mikrofonun Flo’ya çok yakın olması ve Blinding’deki nefes oyunları özellikle sıradaki parça Big Godı Lungs’a yaklaştırıyor. İkinci teklileri olan bu parça gerçekten de ilk albümlerinde olsaydı asla sırıtmazdı. Fakat How Big How Blue How Beautiful’dan kalan borazanlar ve Ceremonials’ın Seven Devils’ından hatırımıza gelecek sözler ve yaylılar Florence’ın her defasında kendine bir şeyler katarak yoluna devam ettiğini kanıtlıyor.

Sonrasında, albümden ilk duyduğumuz Sky Full of Song bizi karşılıyor. Tanıdık bir melodinin olması çok iyi. Zira nefes almamızı ve şarkıları daha konsantre takip etmemizi sağlıyor. Çünkü Florence, ondan alışkın olmamıza rağmen, bu sefer ucundan tutamayacağımız kadar bol enstrüman ve arka vokal kullanmış. Şarkılar neredeyse uçuyor. Biraz bulanıklar. Çoğunda nakaratı bile yakalamak zor. Sky Full of Song ise albümün isyankarı gibi. Sadeliğiyle Florence’ın sesini ön plana çıkarmış. Tüm albümde bize eşlik eden yüksek bass sesi ise bu şarkıda neredeyse bir piyano notası gibi. Welch bu parçasında sahneden indikten sonra biten enerji patlamasının boşluğunu anlatıyor: Grab me by my ankles I’ve been flying for too long.

Grace ise tüm Florence parçaları arasında en Jazz sosuna bandırılmışı denilebilir. Grubun, Wish That You Were Here gibi şarkılarından da hatırlayacağımız üzere balat tarzı, hikaye anlatan şarkılar yapmayı sevdiğini biliyoruz. Bu parçada ise ilaveten June ve South London’la ittifak kurmuş bol korolu bir nakarat mevcut. Kardeşi Grace’e yazılmış.

Sıkı durun! Florence + the Machine’in Lover to Lover’dan beri bol grand-piyanolu, bol mu bol vücut perküsyonlu, kitsch bir Amerikan filminin aurasına sahip, siyahi kilise korolarından fırlama en az bir şarkıyı albümlerine sıkıştırmayı Delilah ile (ki müthiş sinematografik ögeler barındıran bir klipe sahip, Yön.: Vincent Haycock) öğrenmiştik. Sıradaki iki parça ise Florence’ın kariyerindeki mihenk taşlarından olabilir.

Patricia çok yavaş başlıyor. Akustik versiyonunu birkaç kez konserlerinde çalmışlardı. (Ne yalan söyleyeyim, hiç beğenmemiştim.) Bu sebeple Grace’in devamı gibi olacağını zannediyorsunuz, en başta. Kemanın yaylarına birkaç kere vuruluyor ve Amy Lee havasında bir arka vokal: From you the flowers grow. Ve bir anda müthiş bir ön-nakarat, Patti Smith için durmadan tekrarlıyor: I BELIEVE HER! Arkadaki keman adeta Madonna’nın Erotica’sından çıkma! Şarkının sitemi ve nakarattan sonraki yaylılar insana Kasabian’ın en ünlü parçalarını anımsatıyor. Şarkıda, albümün genelinde olduğu üzere arka plana atılamaz bir doksanlar havası da var. Ve buradan kardeş parça 100 Years’a geçiyoruz.

Albümün yayınlanmasından birkaç hafta önce Jools Holland’a çıkan grup bu şarkıyı aslında çalmıştı. Açıkçası canlı performansı o kadar iyiydi ki beklentilerimizi çok yüksek tutmuştuk. Ancak, How Big döneminde Third Eye’de yaşadığım hüsranı daha az olmakla birlikte yine de yaşadım. (2015 yılında Londra’da verdikleri bir konserde Third Eye’ı ilk defa seslendirmişlerdi ve stüdyo versiyonunu dinleyince aynı problemle burada da karşılaşmıştım.) Şarkı arka vokallerle, kirli gitar sesleriyle ve yaylılarla öyle boğulmuş ki Florence’ın mikrofonla bir olmuş dudakları da buna eklenince zor anlaşılır bir hâl almış. 100 Years’ı aklınızda yapısını oturtmak için üç – dört defa dinlemeniz gerek. Bu yüzden tam bir Hit olacak derken geriye sadece epik şarkı sözleri kalıyor: Hubris is a bitch. 100 arms. 100 years.

Son iki şarkı da uzaktan hısımlar, aslen. İlk dakikası gözüme Interstellar’dan sahneler getiren The End of Love, Florence’ın en Adele parçası. Ceremonials’daki Never Let Me Go’nun bir ton aşağı indirilmiş hâli ve Grace’in bir nevi Part-2’si.

No Choir, Bird Song’un olgunlaşmış, All This and Heaven’ın ise bir ton aşağı çekilmiş hâli. Vokal adeta bizimle konuşuyor ve bir piyano şarkının geneline iskelet olmuş. Bitirmek için hoş ve sade bir parça. Ancak albümde bu formülün uygulandığı o kadar çok şarkı var ki maalesef beklentimizi karşılamıyor.

High As Hope, üç yılın ardından How Big’in hiç de altında kalmayacak, güzel bir albüm. Ancak, How Big de ‘daha az Florence-stili’ diye pazarlanmıştı. Sanki bu, grubun kurtulmak istediği bir illet gibi lanse ediliyor. Halbuki Florence’ın hayran kitlesinin çoğunluğu hâlâ en çok ilk iki albümü sevmekte. Neticede Guardian’da tek dört yıldız alan albümleri de Lungs ve kabul etmek gerekir ki ABD’de hiçbir zaman Lungs dönemindeki kadar ün yapamadılar. (Dog Days, yüz milyon tık alan YouTube’daki tek klipleri; listelerde bolca birinci sıraya oturan ikinci albümün en sevilenlerinden Spectrum ve Shake It Out bile bunu başaramadı.) Kendilerini her seferinde yenilememeleri ve bunu gerçekten başarmaları takdire şayan. Ancak High As Hope sanki henüz demo aşamasında kalmış ve sıkı bir prodüktör tarafından tekrar elden geçirilmesi gerekiyormuş gibi duruyor. Bence, albümdeki en güzel şey (en az sevdiğim albümleri Lungs’taki en sevdiğim şey) istisnalar dışında dinleyicinin sesleri daha net alabilmesini sağlamış olmaları. How Big birçok eleştirmen için grubun en iyi albümü olsa da (Prodüktör: Marcus Dravs [Homogenic, Bjork; Viva La Vida, Coldplay]) ikinciye dinlemek için kulaklarınızı dinlendirmenin şart olduğu enstrümental bir kalabalığa sahipti. Üçüncü albümde adeta birinci şarkıdan on birincisine bir uğultu parçalara eşlik ediyordu. High As Hope’ta ise piyanoyu gitardan ayırır olmanın sevincini yaşıyorum.

Bence High As Hope grubun şimdiye kadarki en iyi işi. Ama Florence’ın daha kırması gereken çok zinciri var ve bu yüzden ‘bundan iyisini yapamazlar’ demek yerine beşinci albümlerinde bu zincirleri kırmalarını temenni ediyorum.

Tags: , , , ,

İlginizi Çekebilir

İsim annesi Frida Kahlo olan bir Sinematik Pop projesi: Joy Exit
BBI Haftanın TOP 5 Etkinliği (2-8 Temmuz)

Yazar

Bize Katıl!