5 ay sonra ilk konser: Özgürlük Parkı’nda Ortaçgil

Oradaydık
Bu yazı bir konser kritiği değildir. Beş ay aradan sonra ilk izlediğim konserin ardından ileride dönüp bakmak üzere aldığım notları içerir.

Kendimi bildim bileli konsere giderim. Henüz çocukken aile büyükleri tarafından “götürüldüğüm” konserlerden kareler bugün bile gözümün önünde capcanlı, bunca sene boyunca hafızamda yer tutmayı başardılar. Kendi başıma konsere gidebildiğim yaşlara ulaştıktan sonra ise yanlış hatırlamıyorsam bu kadar uzun süre konsere gitmediğim hiç olmamıştı. İşim gereği haftada en az altı yedi konser izlemenin rutinim olduğu seneler yaşadım. 18 yaşımı doldurduğumdan beri ise herhangi bir açık hava festivaline katılmadığım bir yaz geçirmedim.

Uzun lafın kısası, bugüne kadar binlerce konser izledim. Neden bu kadar çok konsere gittiğimi sorduklarında verebileceğim kısa ve net bir cevabım hiç olmadı. İçimdeki bu konser aşkının sebebini elbette ara ara düşünürüm, bunun müzik aşkından başka bir şey olduğuna inanıyorum. Nice müzik dinleyicisi vardır ki konsere gitmeye nadiren gerek duyar. Bense bu konser takıntısının temel sebebini çözemesem de kimi zaman izlediğim konserlerde öyle bir an gelir ki, “işte her şey bu an için” derim. Onca koşuşturma, çoğu zaman evinde keyif yapacağına yağmur çamur kar kış veya kavurucu yaz sıcağı dinlemeksizin yollara düşme, arkadaşlarını göreceğine veya evde dinleneceğine gidip bir yerde tek başına konser izlemeyi tercih etme… Tüm bu özveri ve telaş yalnızca o tanımsız anları deneyimleyebilmek için.

Pandemi ile birlikte evlerimize kapanıp sosyal hayatlarımızla vedalaştığımızdan bu yana ilk kez Kadıköy Belediyesi’nin Sanat Parkta etkinlikleri kapsamında 5 Ağustos akşamı Özgürlük Parkı’nda Bülent Ortaçgil konseri izledim. Yaz başından beri ülke çapında geçilen “yeni normal” düzene rağmen gerek herhangi bir toplu taşıma aracını kullanmayı, gerekse kalabalıklara girip sosyalleşmeyi halen tercih etmiyorum. Maskeyle uzun saatler durabilmek ise benim için bir hayli zorlayıcı ve çoğu zaman beni evden çıkmaktan vazgeçirmeye kâfi. Arabam olmadığı için arabalı konserler de benim için bir seçenek değil. Hal böyle olunca eve kapandığımızdan bu yana henüz herhangi bir konsere iştirak edemedim. Durumun benim için uzunca bir süre daha böyle olacağını baştan kabullendiğim için olsa gerek, konsere gitme fikrini aklımdan çıkarmıştım. Evime yürüme mesafesinde açık havada bir Ortaçgil konseri gerçekleşeceğini duyar duymaz içimde tanıdık bir heyecan uyandı ve konserin üçte bir seyirci kapasitesiyle yapılacağını da öğrenince hiç tereddüt etmeden biletimi aldım.

Özgürlük Parkı’nda 4 Ağustos-27 Eylül tarihleri arasında gerçekleşecek Sanat Parkta Sosyal & Mesafeli Festival kapsamında 32 tiyatro oyunu ve 21 konser bulunuyor. Programda Moğollar, Baba Zula, Büyük Ev Ablukada gibi şahane isimler var. Festival konserleri ise 5 Ağustos akşamı Bülent Ortaçgil ile başladı. Böylelikle ben de ilk sosyal mesafeli konser deneyimimi yaşamış oldum. Girişte son derece medeni bir biçimde sosyal mesafe kurallarına uyarak sıraya giren, ateşleri ölçülen seyirciler aralarında ikişer koltuk boşluk bırakmak suretiyle yerlerini aldı. Konser esnasında da maske ve mesafe kurallarına uyulduğu için kendi adıma açık havada gönül rahatlığıyla konser izleyebildim. Çıkışta da herhangi bir kalabalığa maruz kalmaksızın amfitiyatrodan ayrıldım.

Mesafeli konser deneyimine dair aklında soru işaretleri olanlara, bu yeni uygulamaların konser ruhuna aykırı olacağını düşünenlere sık sık rastlıyorum. Ayakta düzene sahip konserler söz konusu olduğunda bazı durumlarda bunun haklı bir endişe olabileceğini tahmin ediyorum. Oturma düzeninde gerçekleşen bir konserde ise aralardaki iki koltukluk boşlukların konser ruhuna hiçbir olumsuz etkisini gözlemlemediğimi söyleyebilirim. Aksine, daha önce aklıma gelmeyen olumlu bir etkisine bile şahit oldum. Üç koltuk yandaki insanlarla sohbet etmek çok dikkat çekeceğinden ve neredeyse bağırmayı gerektirdiğinden olsa gerek mutlak bir sessizlik içerisinde konser izleyebildik. Senelerdir çözüm bulunamayan, konser esnasında seyircinin bitmek bilmeyen sohbeti bu vesileyle bitmiş oldu sanırım. Bir buçuk saat boyunca maskeyle oturmak ise benim için açık havada bile hiç kolay değildi maalesef.

Sahneye çıkar çıkmaz “Bu ara bizim için pek iyi olmadı, verimli de geçmedi. Bazı şarkıları çalmayı unuttuk, hamladık.” diyor Ortaçgil, uzun bir aradan sonra seyirciyle buluşmaktan duyduğu memnuniyet her halinden belli. Orkestra ilk şarkıyı çalmaya başlar başlamaz “Oh be!” diyorum, maskem görüş açımı kısıtlayarak sahnedeki performansla arama girse de bunca zaman sonra tanıdık bir hisle karşılaşmanın mutluluğu tarif edilemez. Neden konsere gitmekten bu kadar büyük haz duyduğumu bir defa daha hatırlıyorum, aylardır görmezden gelmeye çalıştığım bir boşluk birdenbire doluveriyor. Fazladan bir çaba sarf etmeden, kendiliğinden. Kim olduğumu hatırlıyorum, ne iş yaptığımı, bütün bu işleri neden yaptığımı… Bana tarih öncesi kadar uzak hissettiren pandemi öncesi hayatımı hatırlıyorum.

Maalesef işin ekonomik boyutu hayati önem taşıdığı için son beş ayda müzik endüstrisinin pandemiden yediği beklenmeyen darbe üzerine gerçekleşen tartışmalar ekseriyetle sektörün yaşadığı ekonomik zorluklara odaklandı. Elbette bu çok doğal, önce hayatta kalmamız gerekiyor ki müzik üretilebilsin. Denklem çok basit, hayatta kalmanın önemli bir kısmı da ekonomik anlamda hayatını idame ettirebilmeye dayanıyor. Yine de bu süreçte sanatçıların ve sektör aktörlerinin yaşadığı “erken emeklilik” hissinin yeterince konuşulmadığını düşünüyorum. İşini yapamamanın veya işini yapabileceğin yeni yollar arama zorunluluğunun yarattığı ruh halleriyle ve mesleki anlamdaki köreltici etkileriyle başa çıkabilmek kimse için kolay değil. Bu süreçte sanatçıların ve sektör aktörlerinin yazdıklarına, paylaştıklarına, röportajlarına kulak kabarttım. Tüm konuşmalarda ekonomik zorluklar öylesine ön planda ki bizi içten içe kemiren işlevsizliğimizi konuşmaya sıra bile gelmiyor. Ne sanatçı olmak ne de müzik sektöründe çalışmak mesai saati bittiğinde şalteri indirmene izin veren işler. Bizim bu sektörde mesai saatimiz yok, “iş hayatı” ve “kendi hayatım” diye bir ayrım yapabileceğimiz iki ayrı hayatımız da olamıyor. İşimiz bütün hayatımızı ele geçiriyor, hem de kendi rızamızla. Çünkü müziği çok seviyoruz ve kendimize başka bir vakit ayırmaya gerek bile duymuyoruz. Peki müziği, işimizi, alıştığımız hayatı çıkarınca bizden geriye ne kalıyor? Akşam 18.00 oldu mu bir daha iş düşünmeme, telefonlarına, maillerine cevap vermeme lüksü olan çalışanların aksine işini hayatının merkezine oturtmuş bizlerin dünyası tepetaklak oldu desem yeridir. Her şeyi sil baştan kurmak gerekti, gerekiyor.

Alıştığımız hayatımızın hiç hesapta olmadan elimizden alındığı şu tuhaf senede, çoğunlukla evde geçen beş ayın sonunda bir yaz gecesi yeniden Ortaçgil’i sahnede görmek bana iyi geldi. İçinize işlemiş şarkıları ve hisleri yeniden duymak, hiç hesapta yokken size aslında kim olduğunuzu hatırlatabiliyor. Hatırladıklarımla ne yapacağımı ise şimdilik bilmiyorum.

Fotoğraflar: Kadıköy Belediyesi Twitter Sayfası

Tags: , , ,

İlginizi Çekebilir

BBI Yerli #167 | Karaburun DK
Batuhan Polat’tan yeni EP habercisi tekli

Yazar

Bize Katıl!