2010’lardan Albümler #4

Albüm İncelemeleri

Modern Müzik Tarihinden 250 Albüm kitabıyla 19. yüzyıl sonundan günümüze kadar gelen süreçte modern müziğin öyküsünü, albümlerden örneklerle okuyucuya sunan müzisyen ve müzik yazarı Mustafa Şardan, 2010-2019 yılları arasında yayınlanmış hip-hop’tan punk’a, elektronikten indie’ye farklı türleri içinde barındıran, unutulmayan albümleri birbabaindie.com okuyucuları için derliyor.

Her çarşamba, 2010’lardan Albümler ismiyle yayınlanan seride ilk albüm incelemesi 2010-2015, ikinci inceleme ise 2015-2019 yılları arasında yayınlanmış albümler arasından seçiliyor.

Serinin diğer albümleri göz atmak için buraya tıklayabilirsiniz.


BRIAN ENO – SMALL CRAFT ON A MILK SEA (2 KASIM 2010)

Albüm kapak çalışması: Londra merkezli grafik tasarım atölyesi wordsalad’a aittir1

 Brian Eno’nun kariyerinin ihtişamını anlamak için yaptıklarından ziyade yapmayı reddettiklerine bakmak yeterlidir. Mesela ilk akla gelen Souvlaki ve Californication gibi albümlerin prodüktörlüğünü reddetmiştir. Kim bilir bilinmeyen daha neler vardır.  Bir ikinci dikkat çekici noktası ise kültleşmiş solo albümleri ve prodüktör olarak birlikte çalıştığı muhteşem sanatçıların yanında collaboration konusundaki iştahı desem abartmış olmam. Robert Fripp ve David Byrne başta olmak üzere birçok isimle tarihe geçen müzikler ortaya çıkarmıştır. Özellikle My Life in the Bush of Ghosts kendi isminin geçtiği tüm albümler arasında belki de en tüyleri dikleştireni.

Eno bir kez daha iştahına yenik düşerek bu sefer de bu albüm sonrası yaptığı Immunity ve Singularity albümleriyle dikkat çekecek elektronik müzisyen Jon Hopkins ve ambient üzerine yoğunlaşan Leo Abrahams ortaklığında bana kalırsa 21. yüzyıldaki en iyi işi olan Small Craft on a Milk Sea’yi ortaya koyuyor. Ritimlerle dinamikleştirilmiş ambient ağırlıklı bu çalışma Eno’nun tabiriyle kompozisyonlardan ziyade çoğunlukla doğaçlamalara dayanmasının yanında, film müziği fikri ve yer zaman çağrışımıyla şekillendirilmiş. Eno doğaçlamalarda kişi faktörü olmadığını çünkü söyleyen, anlatan veya yönlendiren olmadığını belirtiyor. Bir nevi, doğaçlamalar bir kişilik dayatmasına izin vermeden, müziğin herhangi bir filtreden geçmeden kendi yolunu bulmasını sağlıyor. Eno ayrıca albümdeki parçaların eğer sessiz bir filmde kullanılsalardı filmin görüntüyü tamamlayacağını yani filmde müziğin kendisinden başka ekstra bir sese gerek olmayacağını söylüyor2.

Son olarak, bu karantina günlerinde Eno’nun 2015 tarihli, yaratıcı işler ortaya koymak için yapılması gerekenleri anlattığı konuşmasından şu cümlesini anımsayalım: Don’t get a job!3. 

Referanslar:

1.http://wordsalad.co.uk/#cdartwork

2.https://thequietus.com/articles/04944-brian-eno-collaborators-talk-small-craft-on-a-milk-sea

3.https://www.youtube.com/watch?v=d-53tzx69fM


WEYES BLOOD – TITANIC RISING (5 NİSAN 2019)

Albüm kapak çalışması: Havuzun içine yatak odası kurulmuş ve Weyes Blood’ın fotoğrafı Brett Stanley tarafından çekilmiştir1,2.

Natalie Laura Mering profesyonel adıyla Weyes Blood Sub Pop etiketli, son albümü Titanic Rising ile kariyerinde önemli bir sıçrama yaparak çağımızın kalburüstü şarkıcı/söz yazarları arasına giriyor. Bu albümle insanların ona ‘Welcome to the music industry!’ dediğini fakat esasen niyetinin hiçbir zaman solo müzisyenlik olmadığından, o egoyla doğmadığından aslında kadın üyeler içeren Sonic Youth, Talking Heads gibi grupları dinleyerek büyüdüğü için vaktinde bir grupta kadın olarak katkı sağlayan bir tür feminine support force olmayı istediğinden bahsediyor3. Öyle ki eskiden math-metal grubunda vokalistmiş. Hatta o dönemde katı bir misogynst olduğuna da değiniyor. Kadınlara bakış açısının Hemingway veya Bukowski’ninki gibi olduğunu ve kadınların zayıf olduğunu, güçlü olmak ve bir müzikal ortama dahil edilebilmek için sert, erkek agresifliğinde olmak gerektiğini düşündüğünü belirtiyor4.

Tabii büyüdükçe doğal olarak bu düşüncelerinden sıyrılıyor fakat çevresini gözlemleme ve eleştirileri çerçevesinde kendini farklılaştırma yönteminden vazgeçmiş görünmüyor. Ne de olsa insanın düşünceleri değişse de genleri değişmiyor. Weyes Blood çevresindeki sıradan müziklerle ilişkisinde izolasyonu tercih ediyor. Kendi tabiriyle kendi şarkısını yazmayan büyük bir marka olmak istemiyor3.

Amaçladığı farklılık ve orijinallik Titanic Rising’te olağanüstü. George Harrison’ın All Things Must Pass’i seviyesinde bir 70’ler pop kudretine ulaşmakla yetinmeyip, bu kudretli müziği 60’ların muzur saykedelia’sına ve çeşitli denemelerle elde etmeye çalıştığı ana akım dışı seslere bulayarak aslında çağ dışı kalarak yarattığı özgünlük ile çağın ötesine ulaşmış görünüyor. Bu albüm Weyes Blood’ın sesiyle büyülediği, her saniyesinden spiritüel ve masalsı estetik fışkıran müzikal yapıların karşınıza çıktığı hayali bir dünya. Aynı zamanda uçaktan paraşütünüzle atlamakta tereddüt ederken aniden arkanızdan iten ve kendinizi istemsizce görkemli bir manzaranın içinde bulmanızı sağlayan bir el gibi.

Referanslar:

1.https://www.stereogum.com/2038017/weyes-blood-titanic-rising-interview-underwater-cover/franchises/interview/

2.https://www.youtube.com/watch?v=j3ubffJydlw

3.https://www.nme.com/music-interviews/weyes-blood-interview-songs-lifestyle-2019-2471153

4.https://www.independent.co.uk/arts-entertainment/music/features/weyes-blood-interview-album-titanic-rising-review-london-show-tour-dates-a9175906.html

Tags: , , , , ,

İlginizi Çekebilir

Bon Iver’ın “PDLIF” parçasına yeni animasyon klip
Spotify’dan yeni “Birlikte Dinleme” özelliği