Hollywood’dan uzaklaşalım Avrupa’ya kayalım, hatta biraz eskilere gidelim 1920’lerin sonuna, Almanya’ya…: Babylon Berlin
Birinci Dünya Savaşı sonrası Almanya’sında geçen bir polisiye dizisi Babylon Berlin. Bir tarafta Liv Lisa Fries’ın canlandırdığı ve fakirlik içinde sürünen ama modern kadını temsil eden ve cinayet dedektifi olmak için can atan Charlotte Ritter, diğer tarafta Volker Bruch’un canlandırdığı Köln’den Berlin’e görev için gelen
travmaları sebebiyle morfin bağımlısı ve hırslı polis müfettişi Gereon Rath (Böyle yazınca adamı gömdük ama düşündüğünüz gibi değil)… Ana karakterler diziyi alıp götürüyor pek tabi ki fakat ikisinin de hayatları da bir şekilde yaralı veya doğru olmayan şeyler var (Lafı biraz dolandırıyorum çünkü detaya girip spoiler vermek istemiyorum). Hikaye orta sınıfın olmadığı tamamen fakirlikten sürünen ve zenginlikten hayatın-eğlencenin dibini yaşayan insanların yaşadığı Berlin’de geçiyor. Tam da Nazilerin iktidarı ele almasından bir kaç yıl öncesinden. Hoş dizinin 4. ve son sezonunda o dönüşü olmayan yola girişin hikayesinin bir kısmı da mevcut.
Babylon Berlin’de polisiye hikayeye ek bol bol politik entrika, siyasi radikalizm, cinsel özgürlük, müzik, parti, yeraltı dünyası, kaçakçılar ve tabi ki parababaları olan mafya su gibi akıyor. Dönemi çok güzel resmediyor ve sizi resmen o tarihe götürüyor. Zaten Almanya’nın en büyük prodüksiyonlu dizisi de böyle olunuyor.
Dizide Berlin’in meşhur gece hayatını, underground kulüpleri de es geçmemişler. Dibine kadar yaşanan gece hayatı, kulüplerdeki özgürlük ve bir çoğu için aslında kendi olabilme durumu güzel yansıtılıyor. İşte bu noktada aslında bizi yazının temasına bağlayan noktaya geliyoruz. Severija’dan Zu Asche, Zu Staub ve binbir türlü versiyonu olan ile beni tanıştıran ortam oldu. Dizinin sanat yönetmenliğinin dışında müzikleri de bir o kadar iyi. Tavsiye edilir…
İyi seyirler ve iyi dinlemeler…
1 Dizi 1 Albüm serisinin diğer yazıları için tıklayın!
