Mekan Farklı, Anlatıcı Aynı: Seretan – “Transference”

Albüm İncelemeleriİnceleme

Müzik hakkında konuşmak da yazmakta aslında çok zordur. Bir insana enstrümantal bir parça dinletin ve duyduğu sesleri size anlatmasını isteyin; suratında sıklıkla beliren çaresiz ifade, müziği kelimelerle ifade etmeye çalışmanın zorluğunu yansıtacaktır. Tabii, eninde sonunda kişi duyduğu seslere karşılık geldiğini düşündüğü birkaç kelime bulur. Ancak, bu kelimeler en iyi ihtimalle duyulan sesin fiziksel özelliklerini kabaca betimleyecektir. Duyulan müziği tam olarak kelimelere dökmenin imkânsızlığı müzik konulu iletişimi de oldukça zorlaştırmaktadır. Bu sebepten, benzetme ve karşılaştırma yapmak müzikten bahseden insanın sıklıkla kullandığı yöntemlerdir. Ben de belli bir müzik üzerine konuşurken veya yazarken, özellikle zorlandığım noktalarda, bahsettiğim müziği müzik türleriyle ya da başka müziklerle sıklıkla ilişkilendiriyorum. Ancak, Özcan Ertek’in projesi Seretan’dan bahsederken kestirme yollara sapma imkânım pek olmuyor. Seretan’ın müziği bana bariz bir şekilde daha önce dinlediğim hiçbir şeyi hatırlatmıyor. Geçtiğimiz haftalarda yayınlanan Transference kısaçalarını ilk dinleyişimde de kendimi daha önce bulunmadığım bir mekânda hissetim. Anlamakta ve anlatmakta zorlandığım noktada ise, kendimi daha derine dalmaya hazır halde buldum.

http://indie30.com/wp-content/uploads/2017/02/Seretan-Transference.jpg

Geçen yılın Live In Dreams kısaçalarını (hala dinlemediyseniz, çok şey kaçırıyorsunuz) takip eden Transference gösteriyor ki, Ertek, sesle oluşturulmuş, benzerine rastlanmayan ortamlar yaratma konusunda oldukça yetenekli. Her ne kadar Live In Dreams’deki üslup Transference’te tekrar karşımıza çıkıyor olsa da, iki kısaçalar birbirinden çok farklı iki dünya. Öyle ki, bu durum bana en azından karşılaştırma yapma imkanı sağlıyor: İkisi de Selim Hex tarafında tasarlanmış albüm kapaklarının beni yönlendirmesine izin verirsem, “Live In Dreams” su altında geçiyorsa, “Transference” toprağın hemen üstünde; “Live In Dreams” ne kadar parlak tonlara ve “hava”ya sahipse, Transference o kadar karanlık ve yoğun; “Live In Dreams” ne kadar durumsal ise, “Transference” da o kadar anlatımsal.

Dinleme deneyimi bakımından özellikle son nokta benim için Transference’in en belirleyici özelliği. Kısaçalardaki dört parçanın hepsinde bulunduğunu hissettiğim bir anlatıcı eşliğinde, kendimi, form özelliklerine ve belli anlara odaklanmak yerine, akışı takip ederken buluyorum. Açılış parçası Sparks’ın ifadesi güçlü bas melodisi ve sürekliliğini koruyan drum machine vuruşları anlatıyı durumdan duruma sürüklüyor. Sürekli değişen sesler bütünlüğü, her yeni öğesiyle tahmin edilemez olmasına rağmen, kendi ahengini korumayı başarıyor. Bu da parçanın doğal bir şekilde dinamik olmasını sağlıyor. Yine bir Live In Dreams karşılaştırması: Live In Dreams’deki parçalar bende zaman zaman nefes alan, canlı organizmalar hissiyatı yaratmıştı; Transference’de ise bu canlılık daha geniş ölçüde, günlük hayatın işleyişi ruhunda. Bunun nedeni sokak gürültülerine benzeyen seslerin varlığı olabilir. Sparks’ın bas melodisinin bir hayalet gibi kendisini göstermeden hissettirdiği “Transference” ise, kısaçalara adını vermesinden anlaşılabileceği gibi, kısaçaların genel karanlık ruhunu ve süreçte bulunma halini en fazla temsil eden parça. Parçanın ortasında kadar muhafaza edilen gerilimin, dört notaya sahip, basit melodinin girişiyle çözülmesi tüm EP’nin kuşkusuz en dramatik anı. Bu arada bahsettiğim melodinin klasik melodi anlayışına en fazla yaklaşmış olan Seretan teması olduğunu belirtmeden de geçemeyeceğim. Parçayı açan seslerin bu melodiden hemen önce tekrar beliriyor olması da ayrı hoşuma gitti. Slippin Away kendinden önce gelen iki parçanın ardından çok daha agresif ve yoğun bir parça. Her ne kadar kısaçaların ilk üç parçası birbirine oldukça bağlı olsa da, gitgide yoğunlaşan ve koyulaşan sound Slipping Away’i, ve genel olarak Transference EP’sini, sonlara doğru boğucu bir hale sokuyor. Neyse ki nefes nefese gelinen noktada Everlasting soluklanma sağlıyor. Şarkının arpejleri ilk çocukluk dönemimden hayal meyal hatırlıyor olabileceğim sesleri aklıma getirirken, fısıltıların Transference’in hayalet anlatıcısına ait olduğunu düşünüyorum.

Özcan Ertek, Seretan projesiyle yayınladığı kısaçalarla birbirinden çok farklı iki evren yaratıyor. Özellikle Transference, baştan sona yakalanan bütünlüğüyle olay örgüsüne sahip bir hikâye gibi. Kendi zamanıyla bağının eksik olmadığı da hissediliyor; bu anlamda güncel bir eser olduğunu söyleyebiliriz.

Transference’in kaçacak yer bırakmayan yapısıyla ne kadar başa çıkabilirsiniz bilmem. Bu kısaçalarda esas amacın keyif vermek olmadığı çok belli. Daha ziyade, keşfetmek ve yolculuğa çıkmak için bir fırsat sunuyor. Bu fırsatı kaçırmayın derim.

Tags: , , , , , ,

İlginizi Çekebilir

YENİ BİR GRUP KEŞFETTİM, İSMİ SATTAS!
BBI YERLİ #51 | “CRUSHEM”

Yazar

Bize Katıl!