RÖPORTAJ | Hedonutopia – “…dönüşümün sarmala uzanışı”

Röportaj

Bu yazının geçmişi oldukça eskiye dayanmaktadır. Bu yüzden Bir Baba Indie ekibi olarak aynı zamanda tarihi bir özür niteliği taşımaktadır. 2013’ün başlarında Hedonutopia ile Peyote‘de buluşup röportaj yapmıştık. Fakat bu röportajı hiçbir zaman yayınlayamadık. Yayınlayamadık çünkü tecrübesizliğimiz yüzünden teknik bir hata yapıp gürültülü bir ortamda, soru-cevap olayını harika bir muhabbete çevirmeyi başardık. Ortaya koyduğumuz telefonun ses kaydını çok net almaması. Dosya uzunluğunun 2 saatten fazla olması ve bizim bunu deşifre edemememiz bize her gün, yeni bir ayıp olarak geri döndü. Fırat Külçek, Kerem Feyzi, Mustafa Özkan ve Gülden Aybar harika insanlar. Onlarla bugün yine konuşsak yine muhabbetin süresi 2 saati bulacaktır ama şimdi bunu biraz geride bırakıp, o röportajdan da alıntılar yaparak –kötü ses kaydından anladığım kadar- sizlere Hedonutopia‘yı yakından anlatacağım.

2008’in Haziran ayında bir masa etrafında 4 adam buluştuk. Bu dört adam daha önce bir araya gelmemişlerdi. Bu adamlar Sinan Güngören (Düş Macunu gitaristi), Ali Asaf Sarıca (Düş Macunu davulcu, Dinar Bandosu vokali), Fırat Külçek (Hedonutopia gitaristi) ve ben olmak üzere Kadıköy’de oturduk. Düş Macunu kendi evrimini gerçekleştirmek istiyordu. Sinan ve Asaf bu amaç uğrunda bizi bir araya getirdi ve Düş Macunu‘nun tüm çehresini değiştirmek istediğini söyledi. Herkes düşüncelerini bir bir masaya döküyordu. O gün tanışmıştım Fırat’la. Birbirine girmiş saçı sakalıyla aklındaki düşünceleri farklı bir üslupla aktarıyordu. Her yönüyle farklı bir adamdı. Balıkesir günlerini, müzik öğretmeni olabilmek için hazırlandığı KPSS sınavını, İstanbul’a gelişini ve Galata’daki odasında geçirdiği günleri…

Düş Macunu‘nun değişen çehresiyle yola çıktığımızda aralarındaki en asosyal adam olarak grup dağılana kadar varlığımı sürdürürken, aslında uzaktan uzağa iyi bir gözlemci olarak onları izlemeye devam ediyordum. Bu üç adamdan gerek mental, gerek teknik olarak her gün bir şey öğrenirken önümde yeni yeni kapılar açılmasına şaşkınlık ve sevinçle karışık izlemeye devam ediyordum. Bu süreçte Fırat’ın olağan üstü müzisyenliğine olan hayranlığımı da büyütüyordum. Şimdilerde Studio Bee olarak hizmet veren ve harika işler üreten; o zaman ki adıyla Turkuaz‘da prova yaparken Fırat‘ın “bunlar benim egzersiz için çalıştığım şeyler” diyerek çaldığı rifflerden müthiş kompozisyonlar çıkardı. Fırat hâli hazırda Türkiye’de yaşayan en iyi 10 gitaristten biridir; benim için. Blonde Redhead, Sigur Ros, Bülent Ortaçgil ve Radiohead hayranlığını sık sık dile getirmekten ve paylaşmaktan sakınmazdı.

Zaman ilerledi. Peyote‘de birçok konsere çıktık birlikte. Ardından God Is An Astronaut performansı geldi. Git gide insanlar tarafından bilinir, duyulur hâle gelmiştik. Tam bu esnada Fırat, Hedonutopia ismini anmaya başladı. En yakın arkadaşı Kerem Feyzi ile bir oluşum içinde olduğundan, çalışmalar yaptıklarından bahsetti. İçten içe, “ne gerek var yahu” kıskançlığına kapılıp, paylaşamama hissiyatına gömüldüğümü de itiraf etmeliyim. Gel zaman git zaman 2010 yılının Şubat ayında, Düş Macunu herkesin içsel yorgunluğu ve daha çok -sanırım- benimle ilgili sebeplerden, bir Peyote konseri sonrasında terli terli Asaf’ın ağzından çıkan sözlerle hayatına noktayı koydu: “…bu son konserdi!”

Fırat bu dağılmanın ardından hayatına devam etti ve Hedonutopia‘ya yoğunlaştı Kerem ile birlikte. Gerçekten daha hayırlı oldu belki de. Fırat, Düş Macunu ile hayatına devam ederken, KPSS’yi kazandı ve müzik öğretmeni oldu. İstanbul Fatih’te engelliler için özel olarak eğitim veren bir okula atandı. Kafası başka türlü çalışma fonksiyonuna sahip Fırat için bu özel bir deneyimdi. Bu sürede  Kerem havayollarında  işe girerek, ikili olarak maddi gelir elde emedikleri müzik yerine hayatlarını devam ettirebilmeleri için başka bir kaynak buldular.

Yazının bundan sonrasına ise röportajdan alıntılarla devam edelim.

Hedonutopia’nın bir İzmir kanalı var, bir de İstanbul. İzmir kanalı hala devam ediyor mu?
Kerem: Grubu biz ilk İzmir’de oluşturduk. Fırat, Tınaz ve ben. Ben o zaman İzmir’de yaşıyordum. Fırat İzmir’e geliyordu. Fırat’la stüdyoda çalışmaya başladık. Stüdyo işletiyordum ben İzmir’de Ondan sonra işte beraber bir şeyler yapmaya başladık. Öyle başladı. Ondan sonra ben İstanbul’a taşındım. İzmir’de iş bulamadım. Başka nedenlerden İstanbul’a geldim ve İstanbul’da devam ettik. Sonra şarkılara yapmaya başladık.

Kerem’in cevabının ardından Fırat devreye giriyor ve Hedonutopia ne demek onu açıklıyor.

Fırat: Bunlar evlerinin adını Hedonistan koymuşlardı. MSN’de konuşuyorduk. Tınaz’la Kerem aynı evde kalıyorlardı. Sonra kapıya Hedonistan diye yazıp, asacağız dediler. Bende dedim, “abi hani utopia‘yı kullanacaktık.” O zaman Hedonutopia olsun dediler. Zaten ben geçen bir arkadaşla grup isimleri üzerine konuştuk. Yabancılarda kulağa daha çok gelişe dikkat ediyorlar ya biraz da. Hedon haz demek, utopia‘da olmayacak şey demek. Haz’la yönetiliyoruz zaten. O zaman bütün hazların yaşandığı bir ada gibi böyle, kimsenin gelmediği bir yer bile olsa, sürekli hazlarımız yaşasak bile süper olur muyuz ki? Ya olmazsak, yani robot gibi olursan, sürekli hazlarla ya da nasıl haz olmayacak mı? Öyle yani… Geçen gün düşündük, konuştuk bu arada. Dada akımınında olayı buymuş. Bende yeni öğrendim. Böyle umursamadan, düşünmeden bir şey yapıyorsun; bir başlık, bir olay… Daha sonra bu o herkese göre anlam kazanmaya başlıyor ya, aslında oturup, böyle düşünüp grubun isimini koymuyorsun ama aradan geçince kendi aranızda grup isimlerini konuşurken böyle bir şey uydurabiliyorsun. Belki dadalar bu konuda haklıdır. Düşünsene böyle rastgelesel şeyler sonunda haklı çıkıyordur.

“Geriye kalan her şey gibi Hedonutopia‘da şanstır.”

Hedonutopia‘nın ilk başlarda kullandığı slogandı bu… Bunun üzerine her şeyi şansa bırakıp bırakmadıklarını; kısa ve uzun vadeli planlarını sorduk onlara. Eğer hayalleri gerçek olmazsa bir hayal kırıklığı oluşup oluşmayacağını merak ettik.

Fırat: Kesinlikle oluşur. Benim adıma büyük bir çöküntü bile olur. Düşünsene bir şey yapabileceğini hissediyorsun. Seni en fazla 15 kişiyle, 30 kişi arasında insanlar dinliyor. Fakat, Türkiye’de burası (Peyote) tek bir şeyler yapabileceğiniz bir mekan. Ben hep şunu söylerim. İlk albüm çok kolay. Zaten hepsi güzel olmalı bence ilk albümün. Mesela o yüzden, biz hiç kaydetmiyoruz.

Aradan yıllar geçti. Neyse ki, Hedonutopia adına her şey yolunda. Konunun devamında Cihad (Kejura) şu soruyu sordu:

Cihad: Albüm kaydetmek ya da kaydetmemek olarak mı bakıyorsunuz olaya? Albüm kaydetmek bir hedef değil mi sizin için?
Fırat: Kesinlikle değil.
Kerem: Şarkı yapmak.

Fırat konunun devamında Mustafa hakkında bilgiler verirken aralarındaki arkadaşlıkların nasıl geliştiğini kronolojik olarak sıralıyor.

Fırat: Daha şarkı olmadı. Biz çünkü, ekliyoruz sürekli bir şeyler. Bu arada bir şey söylememiz lazım. Biz Tınaz, Kerem ve benden bahsettik. Şimdi şöyle bir durum var. Aslında en eski Tınaz, ben tanıştık. Aslında daha eski olan Mustafa ile Tınaz tanıştı. Mustafa’yla Tınaz’ın tanışme serüvenine, biz Kerem’le daha sonradan dahil olacağız. Biz, Kerem’le Mustafa’yı arayıp “Ya Mustafa biz grup kuracağız. Davulları çalar mısın bizimle?” dediğimizde, “Çalarım abi” demişti; ve Mustafa hayatında hiç davul çalmadı.
Mustafa: Biz Tınaz ile liseden arkadaştık. Tınaz benim iki sınıf üstümdeydi. Lisede ben çok fazla Ortaçgil dinlerdim. Güzel sanatlar lisesi, resim bölümündeydim. Tınaz’da o dönem bana, Ortaçgil’i çok seven ve dinleyen bir arkadaşım var, siz onla tanışın demişti. Sonra biz bir konser esnasında Fırat’la bu şekilde tanışmış olduk. Ben Fırat’ın yanına gitar öğrenmeye giderdim.
Fırat: Yok, aslında eğlenmeye geliyordu. O zamanlar iyi zamanlardı. Balıkesir’de bunları konuşabileceğiniz insanlarda çok azdı. Hatta bana Balıkesir’in değerli çocuklarından ikisi “bu akşam Radiohead dinliyoruz gelsenize.” demişlerdi. Yani durum öyleydi, çok eski gibi konuşuyorum ama aslında öyle değil. 7-8 yıl olabilir. Gülden’de benim üniversiteden sınıf arkadaşımdı.
Kerem: Ben önce Gülden’le tanıştım. Fırat’ta Gülden’in sınıf arkadaşıydı.
Fırat: Yani en eski kim bulamıyoruz. Arada görünmeyen bir adam var gibi; her şeyi o başlatmış.

Yakından takip edenler iyi bilir. Hedonutopia sadece melodilerden oluşan bir müzik grubu değildir. Onları öne çıkartan şeylerden biri de sahne performansları esnasında kullandıkları görsel çalışmalarıdır. Ses ve görsel senkronizasyonun nasıl işlediğine yönelik bir soru sorduk kendilerine. Şu şekilde özetlediler.

Mustafa: O karşılıklı olan bir şey. İkiside birbirini tetikleyen bir şey. Görsel olayının devreye girmesi şöyledi. İlk başlarda ben davulları çalıyordum; daha sonra ben görselci biri olduğum için görsel yapmaya, kendi işimi yapmaya karar verdim.
Fırat: Tınaz’la ikisi görselci ya, bunlar için müzik yapmak zor geldi. “Buna en az 6 ay lazım şimdi”, “biz sadece görselle uğraşacağız” diyince, bizde bir telaşa kapıldık. Hani dört kişi müzik yapıyorduk, resim yapacaktık. İçimizdeki Sigur Ros‘u yok edecektik. “Bunlar, birlikte nasıl bir şey olabilir ki en fazla?” diye sorduk.
Mustafa: İlk zamanlar aynı anda performans olayını yakalayamıyorduk. Çünkü görsel başka imkanlar gerektiriyor yanında. İlk zamanlar evde bir takım videolar hazırlayıp onları sonradan veriyordum. Bu içime sinen bir şey değildi. Çünkü; Fırat ve Kerem canlı performans yapıyor, ben onların bu performansına eşlik edemiyorum.
Kerem: Mustafa o zaman bize varolan şeyi sunuyordu.
Mustafa: O zamanlar öğrenciyim. Param yok. İyi bilgisayar, teknik donanımlara sahip değilim. Alamıyorum. Ama daha sonra ucuz maliyetle, görsel performans yapabilmenin imkanını buldum; ve bunu edindim. Bu şekilde de grupla aynı şekilde performans yapabilmek imkanına sahip oldum. Performans esnasında olacak şeyler benim o an ne hissettiğimle alakalı olarak gelişiyor. Zaten Kerem ve Fırat’ta bu konuda bana hiç karışmıyor. Konserden konsere yaptığım şeyler değişiyor sürekli. Kendimi tekrarlamaktan hoşlanan bir insan olmadığım için sürekli bir şeyler ekliyorum ya da çıkartıyorum. Bir denge tutturuyorum.

Tınaz’ın rolü ile ilgili sorduğumuz bir soruya Fırat aslında grup üyeleri ve yakın çevrelerini de kapsadıkları büyük hayali dile getirdi.

Fırat: Tınaz aktif olarak her zaman aramızda fakat; yani kendisi siz takılın edin, ben dinleneceğim gibi bir şey dedi. Açıkçası ona hak verdik. Sonuçta buna ihtiyacımız yoktu ama onun vardı. O yüzden bazen insanların dinlenmesi gerekiyor. Mesela şimdi diyor ki; gelin Eskişehir’e gidelim oraya yerleşelim. Orada büyük bir ev tutalım. Herkesin bir katı olsun. Orada bir müzik yapalım. Ne istiyorsanız onu yapalım. 8-10 kişi girelim içine. Film çekelim, siz müziğini yapın. Nasıl olsa öğretmeniz. Hepimizin bir işi var gücü var diyor. Aslında insanı heyecanlandıran bir teklif bu ama şimdi tek başına bir karar alıp onu uygulamak zor. Bir de başarılı olduğunuz zaman, çevreniz tarafından tebrik ediliyorsunuz. Vay be baba, kararlısın, bahsetmiştin ve yaptım. Düşün bir de 10 kişi birlikte karar veriyorsun. Hiç firesiz onu başaracaksın. Arada kimse bunalım yaşamayacak. Çok zor.

Hedonutopia’nın ilk günden bu yana davulcu olmalı mı olmamalı mı ile ilgili düşüncelerini Fırat ve Kerem şöyle özetliyor:

Kerem: Valla bizim içimizde hep şey var; “davulla deneyelim.” Denememek istemiyoruz açıkçası. İçimizde uhde kalır. En azından bir davulla deneyelim. Nasıl olacak? Sonra denemedik demeyelim. İyi olur, kötü olur o ayrı bir şey. O zaman yine tartışırız ama böyle bir şey denemek istiyoruz.
Fırat: Aslında bizim istediğimiz Gülden’in de synthesizer ve vokal ile grubun içine girmesi. Biz bunu söylediğimizde boğazımıza yapışıp “saçmalıyor musunuz”, “dağılırsınız” diyen arkadaşlarımız oldu.

Düş Macunu ile 89,7 Yaşam Radyo’da, Dinar Bandosu‘ndan da tanıdığımız Yılma Karatuna‘nın programına konuk olmuştuk. Konu dönüp dolaşıp Fırat’ın Balıkesir günlerine, annesine ve Türkü söylediği günlere gelmişti. O programın kaydı bir yerlerde vardır belki bilemiyorum ama o programda Fırat canlı canlı bir Türkü okumuştu. Röportaj esnasında benim ve az sayıda insanın bildiği bu konu hakkında Fırat’a Türkü söylemesi ve Hedonutopia bağlarına yönelik soru yönelttim.

Fırat: Annemden kalmaydı; fena değildir sesi. Babam, anneme “halk eğitim kurslarına git vs.” demişliği vardır. Ağrı’da, çocukken Burhan Çaçan’ın birinci olduğu yarışmada ikinci olduğunu söyler bize. Daha sonra, bastırılmış olduğu için kadın evde hep bülbül gibi söylerdi. Bende ona eşlik ederdim. Tahtaya bile 20 yıl şarkı söylesen o bile ses çıkartırdı bir süre sonra. Al sana kreş. Yani, o yüzden oradan geldi o Türkü başlangıcı. Bir de Kardeş Türküler çok fena etkilemişti herkesi. Burhaniye çok küçük bir yerdi. Orada biraz CHP’liydi herkes; ve CHP’li olmak farklı algılanıyordu sanırım. Umurumda da değil partiler ve demokrasi soru işareti; onlar ayrı konular…

Max Stirner ve Hedonutopia’nın sağlam bir kan bağı var. Hedonutopia’nın felsefesi üzerine sorular yönelttik.

Fırat: İletişim fakültesindeyken, anarşizmin tarihini okuyordum. Anarşizm yanlış anlaşılmış. Bence anarşizm kelimesi bile saçma aslında. Yani bir -izm yok bu işin içinde, bırakın bu -izm’i diyor Stirner. Marx‘aa diyor ki: abi tamam haklısın; emek, sermaye vs. evet doğru daha önemli ama bu bahsettiğimiz belki de dünyanın 300-400 yıllık bir problemidir he Marx abi. Hani, 3bin yılı düşünecek olursak, belki de insanın bireyselleşmesi falan öze dönmesi, egoizmi doğru anlaması… Adam (Stirner) çift karakterli. İçinde böyle mülayim bir öğretmen var; profesör olmayı hayali olan. Bir de olamayınca deliren bir adam var. Bunlar Almaya’dayken 25 yaşlarında toplanıyorlarmış. Engels, Marx, Stirner, Ferdi Tayfur falan… (haha) Dev şişelerden şaraplar içiyorlarmış.

Max Stirner’in “Ben yaratıcı bir hiçim” cümlesi üzerine…

Fırat: Bunu şeyde düşünmüştüm. Bantmag bize, “sizi müzik yapmaya iten şeyler neler; korku ne” diye sormuştu. “Farksızlık” korkusu diye bir şey söylediğimizi hatırlıyorum. Yani düşünsene basit bir şey ama zaten her şey aynı, para diye bir şey var. Biz böyle belli, öleceğiz. Bir şeyi de başaramayız hiçbirimiz; mümkün değil bence. O yüzden arada bir “aynı değilim ben” diyerek kendimi kandırayım aslında. Olay bence bu.

Cümle arasında Hedonutopia‘nın müziğine karşı oluşan önyargılar hakkında düşünceleri üzerine…

Fırat: Bir çevrede müziğimize karşı bir yumuşama oldu. (2013 yılı için…) Fakat, şeyi unutmuyorum. Hiphop’cı bir arkadaş geldi; “arabesk değil mi birader senin yaptığın şey” dedi. Bende istemeden sinirlendim. İçinde belki de 20 tane şey vardır ve biz bunları planlamamışızdır. Kendiliğinden gelişmiştir. Açıkçası hiçbirimiz bunun şifresini bilmiyoruz ki. Sen niye bu 20 taneden istediğini alıyorsun ve bunu öne sürüyorsun. Mesela diğer 19’da var.

Hedonutopia’nın müziklerinin ortaya çıkış sıralamasının nasıl olduğuna dair bilgiler veriyorlar

Fırat: Hep melodileri buluyoruz. Onları Kerem bir şekilde birleştiriyor. Sonra Mustafa bizim bu yaptığımızı dinliyor. İlk kez konserde dinliyor ama daha önceden “Mustafa biz böyle bir şey yaptık” demedik.

Mustafa: Şarkıda değişiklik olmuş ama ben o an görüyorum onu…

Dinleyiciye sunulan “iyi müzik”, “kötü müzik” üzerine şöyle bir konudan bahsediyorlar.

Fırat: Fatma söylemişti. Çöldeki insana su verirsen sana tapar. Suyu veriyorsun çünkü. Ama senin arkandaki buz gibi kolaları görmüyorsa ve sen buz gibi kolaları götürüyorsan. “Bak su var” diyip ona her istediğiniz yaptırırsın. Ama o bilmiyor ki, kolaların olduğunu. İşte insanlara sunulan müzikte bu; su. Adam “oh be” öleceğiz yoksa diyor. Oysa arkada ne kolalar var. Onlar senin zihnini açabilir. Senin kendinle baş başa kalmanı ve senin yorulmanı sağlar.  Çünkü sen şöyle dersin; “bu ne be”, “şişirdin kafamızı” dersin. Neden? Çünkü seni yorar. Sen sohbet edecektin, içecektin. Bir şey geliyor oradan ve seni yoruyor. Sinirlerini bi bozsana. İşte hazdan bahsediyorum. Hepimiz haz peşindeyiz.
Mustafa: Kırklareli örneği güzel bir örnek. Kırklareli’nde performans yapıyorduk. Fırat’la Kerem çalıyordu. Bir adam diğerine yaklaştı ve şey dedi, “peçeteye istek parça yazsak çalarlar mı acaba” dedi. Oradaki insanlar ile Peyote’deki insanların yaklaşımı çok farklı olmuştu bu müziğe karşı.
Fırat: Hepimizin müziklerini dinlemesi mümkün görünmeyen abiler, ablalar var ya; Trakya’da… Bence bol bol onlara dinletip, dayak yiyip geri gelmek gerekiyor. Onlar ne zaman seni dövmüyorlarsa, onlar da dinliyorlarsa; yani New York’taki ressam radyoda çıkınca değiştirmeyecek, traktörün üzerindeki Hasan amcada radyoda çıkınca rahatsız olup değiştirmeyecek. Bunu düşünerek hareket etmek lazım. Che‘nin, “gerçekçi ol imkânsızı iste” cümlesi git imkânsızı elde et demiyor; sen imkânsızı alacakmış gibi git, artık ne alırsan senindir diyor.
Kerem: Ütopya’da böyle bir şey aslında…

Peyote‘nin alternatif müzik icra eden müzisyenler için yeri hep farklıydı ve görünen o ki; hep öyle kalacak. Hedonutopia‘ya da Peyote‘yi sorduk.

Cihad: Peyote sizin için yeterli mi? Yoksa “keşke 10 tane daha Peyote olsa” diyor musunuz?
Kerem: Keşke olsa… Mesela New York’ta aynı tarz müzik yapan insanların gidebileceği ayrı mekanlar var.
Fırat: Yani düşünsene. Buradan 50 tane olsa… Bunu istememek için sapık olmak gerekir.

Özcan Deniz’in Seyyah’ı cover’laması üzerine ne düşündüklerini merak ederek sormuştuk.

Fırat: Bazı yazarlar kitaplarının bazı yerlerinde bilerek hatalı yerler bırakırlarmış. Okuyucunun onu yakalayıp, kendini romana katması ve kafasında o kitabı bitirmesi sağlanırmış. Şey gibi, en iyi psikolog, hastanın artık psikoloğun işe yaramadığını anlamaya başladığı an psikologtur.  Onlarda belki o şarkıdan kurtulmanın yolunu böyle bulmuştur. Artık bizden değil, gidin ondan dinleyip demiş olabilirler. Replikas bir şarkısını daha Özcan Deniz‘e verirse o zaman tekrar konuşuruz ama bence harika bir hamle. Ben yaparmıydım bilmiyorum ama ben Replikas olamam ki. Adamlar 15-20 yıldır buradalar.
Sinan: Benzer durum Radiohead‘de de var. Creep‘i yıllarca çaldıkları için artık konserlerde çalmıyorlarmış. Sıkılmışlar. Hedonutopia‘da da benzer bir durum 10 yıl sonra olur mu? Kesin bir çizgisi var mı?
Fırat: Kerem‘in söylediği güzel bir söz var. “Ne kadar sertsen o kadar çabuk kırılırsın.” O yüzden dünyanın en sert yani en sağlam kılıcı, içinde yumuşak bir çelik özü olan, dışı çok sert kaplanmış olan Japon Samuray kılıcıdır. Ve dünyanın en en kaliteli kılıcını yapmış adam ama içi yumuşak…
Kerem: O yüzden böyle bir karar çok önemli bir ekipman almamı sağlayacaksa… hepimiz çok zengin değiliz burada. Sadece müzik yapmıyoruz.
Fırat: Evet! Aynen öyle.
Kerem: Hayvan gibi çalışıyoruz bütün gün para kazanmak için… Bu bizi bir-iki level daha atlatacaksa düşünürüm bunu…

Başlangıç ve gelinen noktadaki Hedonutopia arasında farklar var mı? diye soru yöneltti Anıl.

Mustafa: Bence Hedonutopia‘nın modüler bir yapısı var. Bu ne demek? Hedonutopia bir müzik grubu  değil sadece. Bir performans grubu veya amacında farklı (…) birleştirme var. Dolayısıyla farklı zanaat kısımlarıyla, farklı farklı disiplinleriyle birleştirirse o kadar özel olur. Müzik yaparken bir sanatçı gelsin bir dans performansı yapsın. Bir film yapalım; müziklerini yapalım mesela.
Kerem: Belki şu an müzik daha ağır basıyor olabilir.
Mustafa: Evet. Şu an müzik daha ağır basıyor olabilir ama esasındaki özü çok farklı olabilir; o modülerliğini daha çok öne çıkartmak gibi…


Röpotajı kapatırken Fırat’ın bu kayıtları kesme, biçme işine gönderme yapması gerçek oldu. Yazının başında da bahsettiğim gibi yıllar önce yapılan bu 88.47 dakika süren röportajı deşifre edemediğimiz için bugün deşifre edebildiğimiz kadarıyla, önemli konuşmalarını aktarmaya çalıştım. Hedonutopia Türkiye için, yerli müzik gruplarımız için çok önemli ve değerli bir yerde kendi inancıma göre.

Aktarabildiğim kadarıyla bu röpotaj Hedonutopia‘nın köklerinden bugüne tuttuğu ışığı göstermeye yetecektir.

Röportaj için çok sevdiğimiz Hedonutopia‘ya teşekkürler… Fırat‘a, Kerem‘e, Mustafa‘ya ve Gülden‘e.

FacebookSoundcloud

 

Tags: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

İlginizi Çekebilir

Nilipek.’ten ilk albüm: “Sabah”
YENİ VİDEO | Bloc Party – “The Love Within”

Yazar

Bize Katıl!