Hayatımızın her anında özgünlük diye nitelendirdiğimiz şey var aslında. Biz bir şeylerin çok fazla etkisi altında kalmadığımız müddetçe de bizimle. Ama kimi insanlar bu kavramı hayatlarının hangi köşesine koyacaklarını bilmiyorlar. Ya da nasıl kullanacaklarından bihaberler. Ben Ece Ayhan’ın bu iki cümlesini müziğe iliştirerek düşüneyim dedim. Aklıma pek çok isim geldi tabii. Ama özgünlük kelimesinin olduğu bu cümleleri bir defa daha okurken aklıma direkt “Once” filminde Glen ve Marketa‘nın piyano başındaki halleri geldi. Sonrasında da filmin tüm soundtrackleri sırasıyla çaldı kafamın içinde. Gözüm kapalı bir şekilde, birkaç dakika boyunca filmi izledim zihnimde.
Özgünlük, böyle bir şeydi belki de dedim. Onların samimiyeti, hissettirdikleri özgünlüğün ta kendisiydi dedim. Müziğin içinde kaybolarak bizi de içlerine almaları, sıradanlığın içindeki duygusallık ve derinlikti onların özgünlüğü dedim. Ve sonra yine dedim ki, müzik ve edebiyat aslında ne kadar iç içe. Edebiyat ve müziğin de bir aşkı var. Ve biz bu aşk sayesinde hislerimizi derinleştirebiliyoruz. İhtiyacımız olan en önemli aşk da belki de bu dedim. Pek çok albümün içine girerek bu aşka tanık oluyoruz. Mesela, Sharon Van Etten‘in Tramp albümü. Albümün içine Serpents ile girdim şaşırılmayacağı gibi. Ama en az onun kadar kapıldım diğerlerine. Özellikle, Zach Condon sesini bu güzel kadının sesine yakıştırdıysanız “We Are Fine” ile, daha bir samimi geliyor albüm size. “In Line”ı ilk dinleyişimde yaptığım yolculuğun arka fonuna çok uydurmuştum kendisini. “Serpents” her çaldığında hayatımın belirli bir dönemi canlanır zihnimde mesela.