Nick Cave, kayıplar, katharsis ve dedem

Gönül İşi
Bu yazı, bu akşam 25. İstanbul Caz Festivali kapsamında Küçükçiftlik Park’ta gerçekleşecek Nick Cave & The Bad Seeds konseri öncesinde İstanbul’a dair yaşadığım bir yas hissinin kayıt altına alınmasından ibarettir.

Twitter hesabımı ilk açtığımdan bu yana takip ettiklerim listesine hiç dokunmamışım, yani tam tamına sekiz senedir. Gece vakti temizliğe girişince ülkenin 2010 sonrası kültür sanat tarihi önüme döküldü. Kapanan galeriler, sanat kuruluşları, mekanlar, biten festivaller, aktifliğini yitiren organizasyon şirketleri, dergiler, bloglar, yayınlar… Ne çok biten, ne çok yiten şey. Zamanında takip ettiğim yayınları, gittiğim festivalleri, girip çıktığım mekanları hatırlayınca içim acıdı. Bazıları sessiz sedasız ortadan kaybolunca yokluklarını bile fark etmemişim. Bilançonun büyüklüğünü hesaplamaktan aciz kalmışım. Bugün hala varlığını sürdüren birkaç tanıdık yayın, kuruluş, festival kalmış geriye sadece. Onların dışında resmen tüm hayatım yavaş yavaş elimden alınmış.

Hiçbir şeyin sürdürülebilirliğinin olmadığı yerde toplumsal belleğimiz olamayacağı gibi kişisel tarihimize dair bir bellek bile bize çok görüldü. Sittin sene öncesinden bahsetmiyorum; henüz içinde bulunduğumuz, sonlarına yaklaştığımız on yıla dair yaşadığımı fark ettiğim telafisi imkansız kayıp içler acısı. Dedemin yetmiş yaşındayken İstanbul’a yabancılaştığını söyleyerek başını alıp gitmesini hatırladım ister istemez. İstanbul’da hayatı boyunca gittiği hiçbir yer yerinde durmuyordu, bu kentte yapmayı sevdiği hiçbir şeyi artık yapamıyordu. İstanbul zaten tanıdığı bildiği İstanbul değildi, dedem son senelerini burada geçirmek için geçerli bir sebep bulamamıştı. Dedemin yetmiş yaşında hissettiklerini otuz yaşında hissetmek de yaşadığım çağın bana reva gördüğü hediye olsa gerek. Doğduğum, büyüdüğüm şehirde tanıdık pek bir şey kalmamış; tanıdıklar sırra kadem basmış. Oturup bir hesap kitap yapsam kayıpları çıkartınca benden geriye bir şey kalmayacak diye korkuyorum.

Bu akşam 14 yıl aradan sonra bir defa daha Nick Cave izleyeceğim. Konser boyunca sükûnet içerisinde piyanonun başında oturduğu 2004’teki solo performansı bugüne kadar en çok etkilendiğim iki konserden biridir. O zaman “Nocturama” albümüyle yatıp kalkan bir lise öğrencisiydim, Harbiye Cemil Topuzlu Açık Hava Sahnesi’nde gerçekleşecek konserin biletini aylar öncesinden alıp evde bileti öpe koklaya 19 Eylül Pazar akşamının gelmesini beklemiştim. O gün gelip çattığında -sonradan adı defalarca değişen- üniversite giriş sınavı ÖSS’ye hazırlık için gittiğim dershanede akşamın olmasını beklerken zaman geçmek bilmemişti. Açık Hava Sahnesi’nin ortamını çok havalı buluyor, bir yaz içinde birden fazla defa gidebilirsem kendimi şanslı sayıyordum. O yıl şanslıydım. Dersler bitince yürüyerek değil uçarak Harbiye’nin yolunu tutmuştum. Aradan geçen yıllarda defalarca orada konser izleme şansım olacak, kanıksasam bile kıymetini bilmeye devam edecektim. İstanbul’da konser izlemeyi en sevdiğim yerlerden biri olan Açık Hava Sahnesi’ne gitmek maalesef son senelerde heyecandan ziyade belli belirsiz bir korku, “bu son gelişim olabilir” burukluğu yaratıyor bende. O yüzden oradaki konserlere erkenden gidiyor, bitince de merdivenleri tırmanıp mekanı terk etmek için hiç acele etmiyorum. Başka birçok yere olduğu gibi Açık Hava’ya da bir defa daha gidememekten korkuyorum. Bu şehirde yaşamak bana kaybetme korkusunu öğretti.

Aradan geçen seneler Nick Cave’e olduğu gibi bana da, hepimize de kayıplar yaşattı. O yüzden bu akşam Küçükçiftlik Park’ta, bu defa The Bad Seeds eşliğinde, 14 sene öncekinden daha karanlık bir Nick Cave konseri izleyeceğimden eminim. 2016 senesinde yayınlanan son Nick Cave & The Bad Seeds albümü “Skeleton Tree” gibi, yine aynı senenin 8 Eylül’ünde yalnızca bir günlüğüne tüm dünyayla aynı anda gösterime giren “One More Time With Feeling” belgesel filmi gibi yumruk olup göğsüme oturacak bir yükü almaya gönüllü olarak gideceğim. Zira Nick Cave artık dinleyicisine “iyi müzikten” çok daha öte bir deneyim sunuyor. 14 Temmuz 2015 tarihinde 15 yaşındaki oğlunu kaybettiğinden bu yana ortaya koyduğu her üründe başa çıkılmaz acısını paylaşıyor, bizi de kendi katharsis ayinine ortak ediyor. Ayine ortak olduğumuz noktada arınmamız, kayıplarımızın travmasıyla başa çıkmak için bir adım atmamız ya da en azından yalnız olmadığımızı hissetmemiz mümkün. Fakat kayıplarımızı kabullenmemizin mümkün olup olmadığını veya kabullenmek isteyip istemediğimi bilmiyorum.

Elimde ne kaldıysa bu akşam gidip ona sıkı sıkı tutunmak istiyorum. Tek bildiğim bu. Zira şu an Twitter takip listemden sildiğim yüzlerce profilden geriye kalan ve hala devam eden az sayıdaki güzel şeyden biri de İstanbul Caz Festivali. Sağ olsun, 17 Temmuz’da da Açık Hava Sahnesi’nde festival kapsamında Robert Plant & The Sensational Space Shifters’ı izleyeceğiz. Festival konserleri şahane, içimdeki kaybetme korkusu her daim baki.

 

Tags: , , , ,

İlginizi Çekebilir

Brek’in ilk albümü TV Juice’da, yaşanmış ve yaşanmamış anların tamamı var!
BBI YERLİ #76 | “SIRMA”

Yazar

Bize Katıl!