Leonard Cohen – The Future: “Bana gerçek yalanlar söyle Lavinia, korkmuyorum!”

Gönül İşi

Geçenlerde bi arkadaşım mesaj atmış. Leonard Cohen’in “The Future” şarkısını göndermişti. Amma oldu dinlemeyeli dedim. Sonra çalmaya başladı şarkı. Cohen’in müzik dünyasına kattıklarından daha çok şarkılarında kendimden bulduklarımı düşündüm. Baya baya ben büyürken yanımdaydı çünkü. Fakat bu şarkısını neden uzun zaman dinlemediğimi cümleler ilerledikçe hatırlıyordum. Ben bahsedilen geleceğin gelmesinden korkuyordum. Gelmiş olmasının verdiği acıdan kaçıyordum…

– “I’ve seen the future, brother: it is murder”

Çok uzun zamandır korkularımı spesifikleştirmiştim bende çoğumuz gibi. En azından bunu yapmış olduğumu düşünüyordum. En sevdiğim tişörte kahve damlatmaktan. Lekenin yerleşmesinden korkuyordum artık. Çizdiğim karakterin yerini yadırgayıp, kağıttan fırlayıp yolda ölmesinden. Yitirmekten. Yaşamaktan korkanlarla, yaşamaktan. Kalbimi unutmaktan bi gün aklımı bile kaybetmekten. Bireysel korkuları toplumsal korkulara yeğliyordum. Yitirilenleri yine yitirmekten korkmak, bir çocuğun gülüşünü kaybetmesinden daha az kırıcıydı nede olsa. Peki bu korku çıkmazının içinde müzik nerede ve hangi işlevi görmeliydi? Bu çoktan seçmeli bi soru değil nazarımda yoktan seçmeliydi . Meselenin distopya gerçeği olduğunu bilmek, artık distopyanın hayal edilmesi değil, korkulan ütopyaların canlı kanlı içinde olması insanlığın. Yaşanılanları, düşünceleri yada hissedilenleri anlatma araçlarından biri olan müzik bunu hep çok iyi yaptı zaten. Bunu yapan tüm müzisyenlere de kaç şapka varsa çıkarmak gerekti. Peki müzik bize her zaman iyi gelmek zorunda mı?

Bu sorunun ardından en iyi başka bir paragrafa başlanırdı, bende öyle yaptım. “Sanat sanat için midir yoksa sanat toplum için midir?” sorusuna sizin yanıtınız nedir bilmem ama ben birey olamayanın toplumu temsil edemeyeceğini düşünüyorum. Yani müzik çocuklar için, benim ve senin için, tüm canlılar için hatta kitaplar ve heykeller için de canlılığını korumalı. Fakat bu noktada müzik bana yalanlar söyleyip, mutlu sonla biten masallar anlatmak zorunda değil. Olay dinleyici, okur vs. yani bireyde gelişiyor. Belki birbirimizi anlamayı becerebilmekte de çözülüyor. Üzerine düşünülünce herkesi anlamaya başlamak gibi durum. Müziğin samimiyetine inanan insanlarız. Belki masallara inanacak yaşta değil biyolojimiz ama müzikte bizim ara sokağımız, tepe başımız. Sevgili Kejura bir gün müziğin samimiyetini ve gerçekliğini şöyle tanımlamıştı: “Bugüne kadar hep benimleydi. Beni yalnız da bırakmadı. Derdimi de dinledi, mutluluğumu da paylaştı.“ O ana kadar müziğin konumlanışı üzerine duyduğum en naif cümleler olduğuna karar verdim. Elbette öyleydi. Hayatımızdaki insanlardan çoğu kez daha yakın olduğumuz başka bir şey bulamıyor insan, sanat dışında. Konumlandığı yerde görevini en iyi şekliyle yapıyor işte. Müzik bizim için başka ne yapabilir diyorum. İyileştirmeliydi. Pamuklara sararak yapıyor bunu zaten. Sarılmalı da… Parmakları çocuk parmağı sanki. Müzik bize bir çocuğun hazin gecesini geri vermeli diyorum yaşanılanların ağırlığını hissettikçe. Müzik bir zamanlar çocuk olanları geri verebilir mi diyorum. Çocuk toprakta yaş alırken, toprak büyürken. Ben şimdi gelecekten korkuyorum fakat karşımdaki çocuk benden daha korkusuz yaşam karşısında. Fakat müzik distopyalardan uzak olmalı. Bir müzisyen bana geleceğin temelleri olan yaşamın acılarından bahsederken korunaklı yaklaşmalı diyorken birden fikrim değişiyor “Kavgaysa kavga, ne var sanki” diyorum.

– Get ready for the future: it is murder!

Yalanlar istemiyorum Lavinia, dünya gerçekten dönüyor. Bir müzisyenin anlatmaya duyduğu ihtiyacı “göğsümüzde yumuşatıp” dinleyerek bizde varız brother diyoruz. Arada tokatlar gerekiyor hatırlamak için, fakat darp sürekliliğini koruyunca geçici körlük başlıyor. gün içinde tüm bu sansasyonel hareketleri takip etmek istememeyi anlıyorum. Geçici duyma kayıplarını. Uzaklaşmayı anlıyor insan fakat neyden.kendimizden uzaklaşırken müziğe yakınlaşmak iyi fikir. Toplumdan uzaklaşırken müziğe yakınlaşmak enfes fikir. Çoğu zaman tökezlerken aynı dertten muzdarip onca insanın olması hem iyiyken hem kötü olması ikili deliliği bu. Hep daha insancıl olana dair algı yaratmaya çalıştıkça hep bir öncekinden daha sert çakılmak yere. Şimdi beni birileri yakacaksa ille de sen yak müzik deyip, son ses dinliyoruz geleceği. Çıkmaz sokakları yaratan binaları yıkmak istiyorum şu cümlelerden sonra:

– “it’s lonely here, there’s no one left to torture./ give me absolute control, over every living soul.”

“İnsan endişeden yaratılmıştır!” diyen Euripides şuan yaşasaydı hak verirdi bizlere. Konuşmasa bile Leonard Cohen dinlerken belki kırılırdı o da. Gelecek kaygısının yaşayabilme kaygısına dönüştüğü zamanlara. Müziğin ifade edişi kadar güzel olmasa da geleceğe dair öngörülerimiz, yapabileceğinin en iyisini yapmaktır bunun adı da. Şarkıyı on yaşındaki kardeşim de çok sevdi. Sözlerinden bahsettikçe çok acıklı, korkutucu be abla! demesi beni de kırıyor fakat kendisi için yeni kaleler inşa eder belki, yeni algoritmalar yaratıp işin içinden çıkar diye umut ediyorum şimdi. Son cümlemi müziğin hayatımızda en doğru yerde oluşuna sevindiğimi söyleyerek, müziğin samimiyetine inancımızı arttıran tüm güzel insanların varlığından mutluluk duyarak bitiriyorum…

Rüzgarımız da şarkılarımız kadar güzel olsun!

https://www.youtube.com/watch?v=OYzOzLDIpT4

Tags: ,

İlginizi Çekebilir

“Jamiroquai’ın Yeri Bende Ayrıdır!”
Midlake “The Trials of Van Occupanther” Albümünü Yeniden Piyasaya Sürüyor!

Yazar

Bize Katıl!