Tekrar dinlenilmesi gereken 10 albüm

Gönül İşi
Yaz sıcaklarıyla boğuştuğumuz şu günlerde sizleri yıl içerisinde çıkmış 10 albüm arasında bir dinletiye davet ediyoruz. 

Bu 10 albüm dinlenmeye değer… Çöl sıcaklarının yaşandığı ülkemizde denize girme şansımız yoksa ve güneşle bir şekilde baş etmemiz gerekiyorsa tek çare güneşe kurşun sıkmak değil. Aslında en etkili çözüm yollarının başında güzel müzikler dinlemek geliyor. Sevdiğimiz müzikler tabii ki güneşin bizi kızartmasını önlemiyor ama bir nebze bunu çekilebilir kılabilir ve en azından D vitamini aldığımız sonucuna götürecek optimist bir bakış açısına sahip olmamızı sağlayabilir. Bu sebeple yıl içerisinde çıkmış albümlere tekrar kulak vermek veya gözümüzden kaçtıysa şans tanımak gerekecektir. Albümler neredeyse sonsuz sayıda fakat zaman kısıtlı olduğu için 10 albüm seçkisi ve bir de bonus için buyurun.

SLOWTHAI  //  UGLY

Slowthai üçüncü stüdyo albümüyle, son yıllarda çıkan punk ve hiphop’ın 30 yılı aşkın süreden sonra tekrardan birbirine yaklaştığına dair birçok yazının ve belgeselin haklılığını kanıtlamakla kalmayan, üstüne bu yakınlaşmanın hayli yaratıcı sonuçlar doğurduğunu tekrardan hatırlatan mükemmel bir punk rap örneği ile yıla damgasını vuruyor. Bu albüm, post punk gibi türlerde duymaya alışık olduğumuz gülle gibi inen kapkara baslarla dans müziği entegre eden, caz ritimleri üzerine rap flow’ları döşeyen ve benzeri inanılmaz tezatlıklarla kendine kolaylıkla hayran bırakıyor. Albüm tüm bunların yanında akılda kalıcı melodileri ve moda sokan vokal nakaratlarıyla tam bir enerji deposu haline geliyor. Bilinçli şekilde sinirli ve dans ettirirken bile düşündürüyor.

SQUID  //  O MONOLITH

Bristol’dan deneysel gitar müziği grubu diyerek grubun müziğinde bulunan krautrock, art punk, experimental rock ve daha birçok elementten hangisinin daha baskın olduğunu düşünmekten kendimi kurtararak tür tanımlamasından sıyrıldığım Squid, Warp Records çıkışlı ikinci stüdyo albümü ile bir kez daha müzikalite ve dinlenilebilirlik arasındaki dengeyi takdire şayan kurduğunu gösteriyor. Anksiyete ile pembe hayallerin birleştiği albümde, etkileyici vokal performansının ve özgün enstrüman ve ses kullanımı fikirlerinin hipnozu altında bir önceki albümden de üst bir iş ortaya koyulduğunu, grubun sınırlarını kırmaya çalıştığını idrak ediyorsunuz. Dinledikçe büyüyen ve gizli kalmış ayrıntıları fark etmenizi sağlayan bir çalışma.

JPEGMAFIA & DANNY BROWN  //  SCARING THE HOES

Hiphop sahnesinde son 10 yılın en kült ve heyecan verici işlerine imza atan JPEGMAFIA ve Danny Brown güçlerini birleştiriyor ve benim her iki sanatçının da diskografisindeki albümlerden daha çok beğendiğim bir albüm ortaya çıkıyor. JPEGMAFIA’nın prodüktör koltuğunda da oturduğu ve bazı parçaların mikslerinin Frank Ocean’ın son iki albümünde de ter döken Jeff Elis tarafından yapıldığı albüm, yaramaz beat’leri ve üst düzey rap performansıyla yetinmeyerek hiphop müziği bir laboratuvara çeviriyor: gospel ve soul sample’ları, popüler 2000’ler parçaları, ani ritmik değişimler, endüstriyel efektler ve psikedelik sesler ile müziği fütüristik, sürreal ve kaotik bir atmosfere buluyor.

KALI UCHIS  //  RED MOON IN VENUS

2018 çıkışlı ilk albümü Isolation ile ortamlara hızlı ve başarılı bir giriş yapan Latin asıllı Amerikalı sanatçı, hem müzikalitesi yüksek hem de akılda kalıcı R&B, soul ve pop arasında mekik dokuyan güzel şarkılarıyla vaktinde bende neden yeteri kadar ünlenemediği sorularını doğurmuş ve ödülden ödüle koşan ikinci albümündeki şarkılarının sosyal medya videolarında sürekli karşıma çıkmasıyla sorularımın yok olmasını sağlamıştı. Kali Uchis üçüncü stüdyo albümü Red Moon in Venus ile bir kez daha müzikalitesi yüksek, hit vuruculuğunda şarkılarla insanların kapısını çalıyor. R&B ve synth arasında kurduğu köprüde art pop’a da göz kırparak yarattığı büyülü, renkli, romantik dünyayı gözler önüne seriyor.

PARAMORE  //  THIS IS WHY

ABD’den alternatif rock üçlüsü Paramore yıllardır ustalıkla yaptığı dance, pop, punk gibi ögeleri rock müzik içinde harmanlama işlemine altı yıllık aradan sonra çıkardığı altıncı stüdyo albümüyle devam ediyor. Kariyerindeki en güçlü işlerden olmaya aday albümde akılda kalıcı, yer yer eğlenceli, ilham verici, sarkastik, isyan havasında şarkılar peşi sıra gelerek rock müziğin hala söyleyeceği yeni şeyler olduğunu kanıtlıyor. Kapak çalışmasıyla da yılın favori artwork’üm olma yolunda ilerleyen albüme Hayley Williams’ın ayağa kalkıp alkışı hak ettiği vokal performansı liderlik ediyor. Albümdeki her şarkının enstrüman düzenlemeleri ve üzerine fazlasıyla kafa yorulduğu belli şarkı trafiği fikirleriyle kendine has bir karakteri ve güzelliği var.

JESSIE WARE  //  THAT! FEELS GOOD!

2020’de yayınlanan bir önceki albümü What’s Your Pleasure? ile övgüleri toplayan İngiliz sanatçı, yeni albümüyle bir önceki albümdeki başarısının bir defaya mahsus olmadığını göstererek acaba albüm isimlerinde farklı noktalama işaretleri kullanarak bir tür başarı totemi mi yaptığı sorusunu akıllara getiriyor. 7 Eylül tarihinde gerçekleştirilecek Mercury Prize ödüllerinde de “Yılın Albümü” dalında aday gösterilen albümde birçok konuk müzisyen de yer alarak ortaya geniş hacimli, orkestral güçte bir disko, pop, funk karışımı, groovy serotonin bombası ortaya çıkıyor. Modunuzun yüksek olduğu bir günde veya ortamda, tek başınıza olun veya başkalarıyla, fonda çalması gereken müzik kesinlikle bu.

MODEL/ACTRIZ  //  DOGSBODY

Debut işleriyle dünyaya ani sinir patlamaları ve gerginlik yayma niyetinde olduklarını gösteren Boston çıkışlı grup, noise rock ve no wave sularında gezen ritmik, soğuk, agresif, tutkulu ve şiddete eğilimli şarkılarla gaddar ve iyi anlamda iğrenç bir estetiği yansıtıyor. Bu estetiğe ulaşılmasında enstrüman kullanımlarındaki – özellikle sound anlamındaki – yaratıcılık kadar prodüksiyonun da fazlasıyla katkısının olduğunu unutmamak lazım. Katmanlı ve tekrar eden yapılar üzerine kurulu albümde, saniye saniye parçanın hangi noktasında, hangi enstrümanın, ne derece baskın olması gerektiği, nasıl bir efektin veya ses denemesinin bu çarpıklığı daha da güzelleştirebileceğinin hesabı çok dikkatlice ve titizlikle yapılmış.

GEORGE CLANTON  //  OOH RAP I YA

George Clanton dördüncü stüdyo albümüyle dinleyicide yarattığı 80’lerin 90’ların başından orijinal fakat değeri bilinmemiş önemli bir grup keşfetmiş hissinin dozunu daha da artırıyor. Prodüksiyonun solukluğundan, IDM soslu synthlere geniş bir yelpazede baggy’den giriyor trip hop’dan çıkıyor, neo saykedelia’ya göz kırpıyor, hypnagogic pop’a selam çakıyor. Clanton’ın buğulu sesinin etraftaki duyguları kontrol eden bir merkezde durduğu ve neşeli melodilerin etrafı sarmaşık gibi kapladığı bu sersemletici, bulanık ve narin müziği ilk kez duyuyor olsanız bile size sanki çok uzun süredir biliyormuşsunuz sıcaklığıyla yaklaşması çok olası.   

KALI MALONE  //  DOES SPRING HIDE ITS JOY

Geçen yıl yayınladığı Living Torch albümüyle tanıdığım ve hak ettiği değeri görmediğini düşündüğüm Kali Malone, kişisel zevkim ışığında son yılların minimalizm, modern klasik alanlar içinde en heyecan verici isimlerinden biri olarak son albümüyle bu fikrimi daha da perçinliyor. 5 saat 3 dakikadan oluşan albümde sine wave generator ve synth kullanan ve beste ve düzenlemelerin de sahibi Kali Malone’a, elektrik gitarda Stephen O’Malley, çelloda Lucy Railton eşlik ediyor. Bu üç isimin ürettiği titreşimlerin bir araya gelerek oluşturduğu dokusal, minimal, ahenksiz fakat meditatif ses hatları ile karanlık, belirsizlik aşılayan, durağan ve hipnotize edici bir müzikal deneyim yaratılmış. Drone müzik pek sevmeyenlerin bile kulak vermesi, ambient tutkunlarının es geçmemesi, modern klasik severlerin ise kaçırmaması gereken görkemli bir iş.

UNKNOWN MORTAL ORCHESTRA  //  V

Dürüst olmak gerekirse, hiçbir zaman bir Unknown Mortal Orchestra albümü benim aklımı çelip üzerine eğilmeme sebep olmamıştı ama bu albümü ilk dinlediğiniz anda sizi kucaklayan ve benle biraz vakit geçir diyen bir samimiyeti var. Bunda albüm kapağının, sevdiğim ressamlardan Henri Rousseau’nun resimlerini anımsatmasının etkisi ne düzeyde bilemiyorum fakat dingin ve sizi vermek istediği modda tutan albüm, çok sıcak bir yaz gününün serin akşamı gibi. Rock riflerinin dinlendirici melodiler, funk ve psikedelik ile soslandığı, yer yer lo-fi yaklaşımlarla da terbiye edildiği sakin ve hoş bir pop/rock çalışması.

BONUS

STRIDER  //  MIDNIGHT ZEN

Bu kadar yabancı albümden bahsetmişken bu seneden çıkma, her türlü övgüyü fazlasıyla hak eden yerli bir albüme değinmeden olmazdı. An itibariyle “yılın en iyi yerli albümü” unvanının açık ara en güçlü adayı Hive, geçmişi 2010’lu yıllara dayanan Ankaralı Strider grubunun ilk uzun soluklu albümü. Grup üyelerinin bir LP yayınlayacaksak mükemmel olmalı dedikleri izlenimini veren albüm, balçıklı ve spiritüel bir stoner rock güzellemesi. Müzikalite ve ruhun uyumla birleştiği albüm özellikle farklı yollara pürüzsüzce sapma ve bu yolları birbirine bağlama becerisinin yanında etkileyici riff, melodi ve ritim fikirlerine eşlik eden başarılı vokal performansıyla öne çıkıyor.

Tags: , , , , , , , , , ,

İlginizi Çekebilir

Nilüfer Müzik Festivali iptal edildi!
MTV Video Müzik Ödülleri adayları açıklandı