Redd’in Spotify ile yaptığı görüşme üzerine birtakım düşünceler

İnceleme

Redd grubu, İngiltere Spotify ofisi ile bir video konferans gerçekleştirerek kendilerine listelerin nasıl oluşturulduğu, algoritmaların kriterleri, platformun editoryal tercihleri ve ismi bugüne kadar birtakım tartışmalara yol açan “Üçüncü Yeniler” listesine dair sorular yöneltti. 2010’lardaki yerli alternatif ve bağımsız müzik sahnesine dair anlamlandıramadığımız çok sayıda açmaza, son dönemde tadını çıkarttığımız sonsuz keşif özgürlüğü yanılsamasına ve Üçüncü Yeniler’in parıltılı debdebesine bu vesileyle biraz daha yakından bakmaya değer.

Doğan Duru, Güneş Duru ve Berke Özgümüş‘ten oluşan Redd, 29 Nisan’da grubun sosyal medya hesapları üzerinden yaptığı bir paylaşımla İngiltere Spotify ofisi ile gerçekleştirdikleri görüşmenin ayrıntılarını açıkladı. İlk albümünü 2005 senesinde yayınlayan, o günden bugüne dek toplam yedi albüme imza atan, sosyal sorumluluk bilinciyle dikkat çeken Redd grubunun, toplumsal olaylar ve müzik endüstrisinin işleyişine dair fikirlerini beyan etmekten ve tabiri caizse gerektiği zaman elini taşın altına sokmaktan çekinmediğini biliyoruz. Bugün yaklaşık olarak 15 senedir tanınan ve hatırı sayılır bir kitle edinmiş bir grup olarak Redd’in en popüler streaming servislerinden birisiyle bizzat iletişime geçip birçoğumuzun aklına takılan soruları sormak için harcadığı emek pek çok açıdan oldukça değerli.

Algoritmaların labirentinde bir keşif deneyimi

Fiziksel albüm satın almaktan, pasajlarda, barlarda, yeraltında, müzik mağazalarında, radyo programlarında, dergilerde yeni müzikleri keşfetmek için ter dökmekten bizi adım adım uzaklaştıran bu çağ, zahmetsizce müzik “keşfetmeyi” bize lütfederek ağzımıza bir parmak bal çaldı. O bala kanmaya dünden gönüllüydük fakat streaming servislerinin bize gerçek bir “keşif” deneyimi sunduğunu varsayarak doğru mu ettik, kendi adıma bunu hala sorguluyorum. İlk kez kimi platformlarda “onu seven bunu da sevdi” formatı ile hayatımıza giren tavsiyeler gözümüze bir hayli zararsız, bilakis faydalı göründü. Hem de bu tavsiyeler hiç fena işlemiyor, sevebileceğimiz şeyler önermeye muvaffak oluyorlardı. Last.fm, Soundcloud, Youtube gibi platformların bize önerdiklerini dinlemekten imtina etmedik, “seversin” dediklerini hep sevdik ve adeta kendimiz keşfetmişçesine sevindik. Övündüğümüz bu yeni keşiflerimiz şüphesiz ki yaşadığımız çağın kurallarına göre birer keşif sayılıyordu, daha önce farklı kaynaklardan “digging” yaparak ulaştığımız yeni hazinelerin onlarcası şimdi oturduğumuz yerden yalnızca tıklamamız için önümüze serilmeye başlamıştı. Bundan böyle tırnaklarla kazımaya gerek yoktu, e bizim de halimizden memnun olmamamız için hiçbir sebep yoktu. İstediğimizi alıyorduk, keşiflerimizle övünebiliyorduk ve hiç ter dökmüyorduk. Tırnaklarla kazıma dönemi geride kalmıştı, vay canına, bu kadar iyi müzikleri artık ne de kolay keşfediyorduk!

İşte hiç sezdirmeden bizi algoritmaların kölesi haline getiren masal tam olarak böyle başladı. Evet, zahmetsizce yeni müzikler keşfetmenin keyfine paha biçilmez. Bittabi teknolojinin nimetlerinden faydalanmalıyız. Elbette hayat çok hızlı ve kimselerin vakti yok yeni müzikler keşfetmeye -ya da durup ince şeyleri anlamaya-. Bu gerçeklerin hiçbirini reddedecek kadar içinde bulunduğumuz çağdan kopuk değiliz; fakat asıl sorun algoritmaların tek keşif kaynağımız olduğu, bizim keşfetme arzumuzu tek başına tatmin ettiği noktada baş gösterdi. “Bence bunu seversin” diye önümüze altın tepside sunulan her şeyi hakikaten de kolaylıkla sevebiliyor olmamız içimizdeki merakı, araştırma tutkusunu katletti.

Artık eskisinden çok daha fazla şey biliyoruz, hatta her şeyi biliyoruz, bilmediğimiz bir şey kalmadı desek yeridir. Zaten bilmiyorsak ne olacak ki, onu da çok geçmeden birileri önerir, öğreniriz. Önerilenle yetindiğimiz sürece kültür endüstrisi kazanır, biz ise neler kaybettiğimizi hiçbir zaman anlamayabiliriz. Çünkü kağıt üzerinde biz de bir tür kazanan gibi görünüyoruz, zaten tüm sistemin sırtını yasladığı dayanak da yarattığı bu kör eden yanılsamadan başkası değil.

Başlamadan biten aşklar…

2010’lardaki yerli alternatif ve bağımsız müzik sahnesine dair anlamlandıramadığımız çok sayıda açmaz gelip aynı yanılsamada düğümleniyor:

-Müzikal niteliğin her zaman dinlenme sayılarına yansımaması ve dolayısıyla bir “başarı ölçütü” olamaması;

-Sanatçıların dijital platformlardaki dinlenme sayılarıyla konserlerine iştirak eden seyirci sayısı arasındaki orantısızlık;

-Hype yaratma becerisine sahip platformlarda (dinleme servisleri, oluşumlar, yayınlar, festivaller vb.) kendisine yer bulamayan müziklerin dinleyiciye ulaşma şansının giderek azalması;

-Benzer türlerdeki işlerin belli dönemlerde popülarite yakalaması ve belli sınırların dışında kalan işlerin görünürlük kazanma şansının azalması;

-Müzik tüketiminin sınırlarını büyük oranda belirleyen algoritmaların uzun vadede üretimin sınırlarını da belirlemesi;

-Karşısına çıktığında dinleyip beğendiği müziklerle uzun vadeli bir bağ kurmaktan yoksun dinleyicilerin türemesi;

Ve kolaylıkla çoğaltabileceğim yukarıdaki örneklerin hiçbirisi…

Maalesef tesadüf değil.

Bunların hepsi bizim fıtratımızda bulunmayan fakat sonradan edindiğimiz “önerilenle yetinme” alışkanlığımızın ve keşif, araştırma, deşinerek bulma, peşine düşme arzularımızın bu vesileyle yitip gitmesinin hayatımıza kattığı yeni açmazlar. Teknolojinin beğeneceğin şeyi kolayca karşına getirmesi bulunmaz bir nimet olsa da kolayca bulduğunun peşini yine kolaylıkla bırakıveriyor insan. Takip etmiyor, içselleştirmiyor, uzun süreli bir bağ kurma ihtiyacı duymuyor; çoğu zaman keşfettiği anda tatmin oluyor ve keşfiyle ilişkisi hemen o anda sona eriyor. Başlamadan biten aşklar yaşanıyor artık şarkılarla. Albümlerin suratına zaten bakan yok. Emek vererek elde etmediğinin değerini bilmekten aciz kalıyor insan. Karşına bir pazarlama departmanı tarafından getirilen ürünü yine başka bir pazarlama stratejisi ummadığın anda elinden alabiliyor, sağ olsun yerine yeni bir ürün koymayı hiçbir zaman ihmal etmedikleri için hiçbirisinin eksikliğini hissedecek fırsatın bile olmuyor. Konsere gidip canlı performans izleme isteği de duymuyor mesela dinleyici; çünkü Spotify’dan dinlediği ses kalitesiyle, Youtube’tan izlediği canlı performans videosuyla pekala da yetinebiliyor. Yetinmeyi öğrenince dinleyicinin ruhu ölüyor. Velhasılı kelam dinleme servislerinde (organik sayılarla) yüz binlerce, milyonlarca defa dinlenen sanatçıların konserlerine bazen yirmi, bazen on, bazen de sıfır (rakamla 0) seyirci katılıyor. Öbür yanda dinleme platformlarında yalnızca yüzlerce defa dinlenen güzelim şarkıların sahipleri onca emek vererek yazıp kaydettikleri şarkılarının maruz kaldığı bu ilgisizlik karşısında neler hissediyor ve bu hisler onların müzik üretimini uzun vadede nasıl dönüştürüyor?

Üçüncü Yeniler: Altın harfler mi yoksa ucuz bir paket kağıdı mı?

Spotify İngiltere ofisi ile yaptığı görüşmede algoritmaların sanatçının dinleyiciye ulaşmasındaki etkileri kadar sanatçının müziğini paylaşım biçimini belirlemesi üzerinde de duran Redd, editoryal süreçlerin ne derece sağlıklı ilerlediğini de sorgulamayı ihmal etmiyor. Son dönemin alternatif/bağımsız müzik üretimini kapsamak amacıyla “Üçüncü Yeniler” gibi tartışmalı bir kavram üreten Spotify’da, şu an 162k kullanıcı tarafından takip edilen aynı adlı bir liste bulunuyor. Redd, ismini bir edebiyat hareketinden alan bu listenin edebi akımın tarihçesine vâkıf bir editör tarafından mı yoksa gelişigüzel bir şekilde mi adlandırıldığını merak etmiş. Birbirinden çok farklı türlerdeki müzik üretimini aynı çatı altında toplayan bir kavram olarak hızla benimsenen “Üçüncü Yeniler” adlandırması ilk ortaya atıldığında bazı müzisyenlerin ve müzik sektörü aktörlerinin tepkisini de çekmişti. Sektörün çarklarında gözüne çarpan pürüzleri dile getirmekten hiçbir zaman çekinmeyen sanatçı Can Kazaz, 2017 sonbaharında bir gece Facebook sayfasında konuya dair aklından geçenleri paylaşırken muhtemelen bu kadar büyük çaplı bir tartışma başlatacağını düşünmüyordu:

“İsim vereyim derken oksimoron kavramlar uyduranlar, numaralandırıp paketleyenler müziğe sanata kötülük yapıyor. Paketlenirsek, yere düştüğümüzde tekmelemek kolay olacak. Bu hep böyle oldu. Bir süredir o paketleri yırtıp çıkmakla uğraşıyorum. Bugün canım ister arabesk yaparım, ertesi gün g-funk yaparım, aklıma eser, elektro-akustik müzik bestelerim, o paketine bir türlü sığmam. Yani geçelim artık şu altı boş etiketleri.”

Can Kazaz’ın fitili ateşlemesi üzerine bu konudaki düşüncelerini dile getirecek bir tartışma ortamı bulamadığı için o ana kadar sessizliğini koruyan pek çok müzisyen ve müzik sektörü insanı da gönderinin altındaki yorumlarda konuya dair fikirlerini paylaşmıştı. Aradan geçen sürede Üçüncü Yeniler kavramına olduğu gibi “yeni olanı kategorize etme” ihtiyacıyla alelacele ortaya atılan “yeni dalga”, “kent ozanları” vb. diğer terimlere de kulağımız alıştı. Çok hoşlanmasak bile en azından bu terimler kullanıldığında neden bahsedildiğini artık hepimiz anlıyoruz ve zihnimizde hemen birtakım sanatçı isimleri canlanıyor. Benimsenmiş olmaları üretilen terimlerin bir nevi başarılı olduğu yönünde yorumlanabilir; ancak yine de ne kadar “yerinde” oldukları bana kalırsa halen tartışmalı. Sırf Can Kazaz’ın bahsettiği, ürünü el çabukluğuyla yaftalayarak aynı hızla tüketilip bir kenara fırlatılmasını kolaylaştıran bir paket haline getirdiği için bu kavramlarla tanımlanmaktan imtina eden müzisyenler mevcut. Tabii bu kavramları oldukça sempatik bulan ve kendi müziklerini tanımlamak için arayıp da bulamadıkları terim kendilerine bahşedildiğinden ötürü ziyadesiyle memnun olan sanatçılar da yok değil. Altın harflerle mi yoksa ucuz bir paket kağıdıyla mı olduğu konusunda henüz mutabakat sağlanamasa da “Üçüncü Yeniler” müzikte bir akım olarak 2010’lardaki yerli müzik tarihine ismini yazdırdı.

Keşfetmenin de bir haddi hududu var…

Söz konusu tartışmalı Spotify listemize geri dönersek, 50 parçadan oluşan “Üçüncü Yeniler” listesinde Sony Music, EMI gibi sektörün uluslararası devleri tarafından yayınlanan şarkılar olduğu gibi küçük ölçekli label’lar veya sanatçılar tarafından bağımsız yayınlanan şarkılar da kendilerine yer bulabiliyor. Listenin bu konuda veya janr anlamında herhangi bir kısıtlaması yok, aynı sanatçının listede birden fazla şarkısıyla yer alması konusunda da… 26 Nisan’da güncellenen Üçüncü Yeniler listesinde farklı şarkılarıyla ikişer, üçer defa yer alan sanatçılar var. Hatta daha da dikkatli bakınca 50 parçadan oluşan listenin featuring çalışmalarını saymazsak toplamda 32 farklı sanatçıya yer verdiğini görüyoruz. Son dönem alternatif yerli müzik üretimini yeniden adlandırmak için bir kavram üretecek kadar cüretkar davranmış, 162k takipçisiyle listeye giren her parça için aşağı yukarı 100k dinlenmeyi -dolayısıyla da parça bazında hatırı sayılır bir tanınırlığı- garantilediği aşikar olan bir listeden söz ediyorsak memleketin bu bereketli yerli müzik ortamında daha kapsayıcı bir bakış açısıyla hazırlanmasını beklemek yersiz olmaz. Kaldı ki bir playlist, podcast, mixtape içerisinde aynı sanatçıya birden fazla defa yer verilmesinin bu işin adabına pek uymadığı da bilinir.

Yukarıda “parça bazında tanınırlık” diye özellikle vurgulama gereği duyduğum, dikkatimi çeken bir husus da bu listeye giren şarkıların büyük çoğunlukla 100-200k arasında bir dinlenmeye ulaşmasına rağmen bu dinlenme sayılarının genellikle sanatçının diğer parçalarına sirayet etmemesi. Kaldı ki bu da yazının ilk kısmında belirttiğim bu tür listeleri tüketen dinleyicilerin çoğunlukla kendilerine sunulanla yetinme alışkanlığı geliştirdiği savını destekliyor. “Üçüncü Yeniler” listesi takipçilerinin liste aracılığıyla “keşfettikleri” sanatçıların diğer çalışmalarını “keşfetmeye” pek de hevesli olmadıkları dinlenme sayılarını inceleyerek rahatlıkla gözlemlenebilir. Sayılara bakılırsa bugün artık keşfetmenin de bir haddi hududu olsa gerek, bunca telaşın içinde bir şarkının peşinden nereye kadar gidebileceğimizin sınırları çoktan çizilmiş. Hem de bize sonsuz özgürlük içerisinde keşiften keşfe koştuğumuz rengarenk bir dünya yanılsaması yaratarak…

Türkiye ofisini 2013 senesinde açan ve beş yıllık bir zaman dilimi sonunda geçen yıl bu ofisi kapatan Spotify’ın şu an Türkiye ile ilgilenen yalnızca bir (1) editörü varmış. Alternatif yerli sahnede yankılanan her sese küçük bir ekiple kulak kabartmak için gecesini gündüzüne katan “kendi halinde bir müzik oluşumu” olarak biz bile içerik üretmemiz ricasıyla bize iletilen müzikleri dinlemeye, basın bültenlerini okumaya maalesef yetişemezken Spotify’ın tek bir editörle bunca işin altından kalkmasını kendi adıma takdire şayan bulduğumu söylemeliyim. Çevremde ses kalitesi, katalog vs. gibi sebeplerle Apple Music, TIDAL gibi diğer önde gelen streaming servislerini tercih edenler olsa da Spotify’ın bugün globalde olduğu gibi Türkiye’de de oyunu açık ara önde götürdüğü tartışmasız. Türkiye’deki yerli müzik çeşitliliğini, alternatif müzikteki bolluk ve bereketi, rap sahnesinin giderek daha fazla ilgi çektiğini gözden kaçırmayarak oluşturduğu listeler her ne kadar ilgi görse de eleştiri oklarına maruz kalmamak adına Spotify’ın Türkiye’ye yönelik editör kadrosunu genişleterek daha kapsayıcı, eşitlikçi ve özenli bir editoryal süreci hedeflemesi gerekiyor. Zira Spotify’ı baş tacı eden Türkiye dinleyicisinin yalnızca “1” editörden daha fazlasını hak ettiği şüphesiz.

Sonuç (ya da yalnızca düşünsel bir çaba)

Müzik sektörünün koşullarını iyileştirmek adına başlatılan ve geliştirilen iyi niyetli hiçbir tartışmanın beyhude olmadığını, anlamak için sorular sormaya ve bu uğurda dil döküp doğru bildiğini anlatmaya gönlü olan müzisyenlerin tüm müzik sektörünün geleceği için düşünsel bir yatırım yaptığını naçizane hatırlatmak isterim. Son olarak Redd’in sosyal medya hesaplarından yaptığı paylaşımı aşağıda bütünüyle alıntılayarak grubun Spotify’ın İngiltere ofisiyle yaptığı görüşmenin ayrıntılarını, bu görüşmeyi gerçekleştirme saiklerini, yönelttikleri soruları ve aldıkları yanıtları içeren yazıya noktasına virgülüne dokunmadan yer vermek istiyorum:

“Müzik üreten, yayınlayan, yazan ve dinleyenlerle paylaşmak isteriz ki: Geçtiğimiz hafta İngiltere Spotify ile talebimiz doğrultusunda bir video konferans gerçekleştirdik.

Sorularımız:

a) listelerin nasıl oluşturulduğu 
b) listeleri oluşturan algoritmanın neye göre şekillendiği c) editörlerin belirleyiciliği 
d) 100B dinlemesi olan bir sanatçının 5-6 şarkıyla listelerde yer alırken 600B dinlemesi olan bir başka sanatçının neden 1 şarkıyla listelerde yer aldığı 
e) Yeni çıkan bir albümden genellikle “1” şarkı listelere girerken nasıl olup da bazı sanatçılar çıktığı andan itibaren 5-6 şarkı ile listelerde yer aldığı 
f) Üçüncü Yeni listesinin ismi ve içeriği nasıl oluştu şeklindeydi. ilk iki soruya aldığımız cevaplar aynıydı.Sistem algoritması dinleyicinin tercihleri doğrultusunda liste ve içeriği şekillendiriyordu.

Bir yazılımın yerel eğilimleri algılamasının neredeyse imkansız olduğu gerçeğinden yola çıkarak editör etkisinin de önemli olduğunu düşündüğümüzden konuya dair sorduğumuz soruya aldığımız cevap, editör etkisinin, söz ve sound bütünlüğünün de belirleyici olduğu şeklindeydi.

Türkiye ile ilgilenen sadece “1” editör vardı. İngiltere’de ise “çok.” Bunun kabul edilemez olduğunu, Bir kişinin müzik zevki, kültürü ve okumasının yeterli olamayacağını, farklı türlerin ve seslerin temsiliyeti için editörlerin çok daha fazla olması gerektiğini tekrar ettik.

Tek bir editörün, tek sesliliğin, tekliğin sakıncalarına değindik. En naif haliyle bunca müzik türü ve sanatçı varken bir kişi editör olarak Türkiye’deki eğilimleri kendi beğenileri üzerinden şekillendiremez. Umuyoruz bu çabamız derhal karşılık bulur.

Bir başka konu “Üçüncü Yeni” listesiydi. Bilindiği üzere İkinci Yeni bir edebiyat akımıydı. “Üçüncü Yeni” ise 2000’ler başında bir grup edebiyatçı tarafından canlandırılmaya çalışılmış bir başka edebiyat hareketiydi.

Bu listeye isim veren editör bu tarihçeyi bilerek mi böyle bir isim vermişti? Bilmiyoruz ancak bu janr’ “hikaye anlatıcılığı, kendini her hangi bir türe ait hissetmeyenler ya da Y kuşağı olarak değerlendiriliyor.

Liste kimyasında tüketici algoritmasına ek olarak grupların yaşlarına, şarkıların sözlerine, hikayelerine bakılıyorsa bir editör bunca iş yükünü nasıl sırtlayabiliyordu. Örneğin biz YGZ’yi alternatif tanımlarken neden TR Rock listesindeydik?

Bir başka önemli konu ise eğer albüm yapıyorsanız pazarlama aşamasında editöre albümde öne çıkartmak istediğiniz sadece “1” şarkıyı iletiyorsunuz (digital dağıtıcı aracılığı ile) ve bir başka hakkınız yok.

Oysa single yaptıysanız her single çıktığınızda editörle paylaşabiliyorsunuz. Bu durum albüm yayınlamayı single yayınlamaya göre daha dezavantajlı hale getiriyor. Bu konunun yorumunu da sizlere bırakıyoruz.

Spotify ve benzeri mecraların varlığını elbette önemsiyoruz bu tür mecraların artması kuşkusuz çok ama çok önemli. Görüşme, görüşmedeki nezaket ve şeffaflık kadar cevap almış olduğumuz için memnun olduğumuzu söylemeliyiz.

Ancak Türkiye’de üretilen müziğin yerel eğilimlerini ve çeşitliliğini gözetemeyebilecek matematiksel algoritmalara ama en çok da tek bir editöre teslim edilemeyecek hacim ve çeşitlilikte olduğunu düşünmekteyiz. Bu nedenle bu konunun hassas olduğunu düşünüyoruz.

Görüşmeyi kendimize saklamak yerine, şarkı ve söz yazarlarını, yapımcıları ve meslek birliklerini ve elbette dinleyicileri bilgilendirmeyi borç biliriz. Lütfen üretirken, yazarken, yorumlarken ve dinlerken bilinçli olalım. Müzik hepimizin, sevgi ve dostlukla kalın.

redd

Tags: , , ,

İlginizi Çekebilir

Glasxs’ten yeni tekli: “Bebek Bana Her Şeyi Anlat”
Yeni Islandman albümünden ilk single!

Yazar

Bize Katıl!