Pop Gevezelikleri

Hasta olup eve tıkıldığım geçen hafta sonu, sıkıntıdan gereksiz her şeyi yaptım sevgili okur. Bu aktivitelerden bir tanesi bol polemik içeren müzik yazıları okumaktı. Yine işim gücüm olmadığından bu yazıların bana ilham vermesine izin verip, müzik üzerine aklımdan geçen ama üzerine sonra çok kafa yormadığım şeyleri paylaşacağım bir yazı yazmaya karar verdim. Dinlediğim ama üzerine çok düşünmeye üşendiğim albümlerden de bahsedeceğim. Bu yazıda bulabileceğiniz ön yargıları ve ham fikirleri okurken size iyi eğlenceler diliyorum.


Solange‘la ilgili yazımı hazırlarken Billboard listelerine yolum düştü. Müziği  radyo ve televizyon üzerinden takip etmeyi yıllar önce bırakmış biri için listeler (özellikle şarkıları esas alan Hot 100 listesi) farklı bir gerçeklik gibi. Bütün hit şarkıları ezbere bildiğim çocukluk günlerimi hatırlayıp bu farklı gerçeklikten huzursuz olmuyor da değilim ama. Soruyorum zaman zaman kendime: “Gereğinden erken mi yaşlandın, yaşıtlarından kopuk musun, elitizm çukurunda mı debeleniyorsun” diye. Bu soruların hepsine cevap evetse bile, büyük ihtimalle müzik zevkimden daha fazla üzerine kafa yormam şeyler vardır ama kendime olan sevgimden işin o kısmına çok fazla kafa yormamayı yeğleyip, boş boş hayret etmeye devam ediyorum.

En çok satılan/dinlenen albümlerin sıralandığı Billboard 200 listesinde 9. sırada Phantogram‘ın “Three” albümüyle karşılaşınca hayrete düştüm mesela. Karanlık elektro pop yapan ikilinin bir önceki albümü “Voices” iyiydi, hoştu, ben sevmiştim, ama bu kadar dinlenir olduklarını da tahmin etmemiştim. Bir de üstüne bu vesileyle dinlediğim Three’yi de beğenmedim mi? İşte listeler hep böyle hep tahmininin tersini çıkarıyorlar!

Hot 100’ın beş numarasında Bruno Mars’ın “24K Magic”ini görünce kendimi az da olsa onaylanmış hissettim ama. Görünüşe göre Mars “Uptown Funk”ın başarısından sonra funky dans şarkılarıyla kariyerine devam etmeyi mantıklı bulmuş. İyi de yapmış! Bir daha Bruno Mars’tan iç bayan aşk şarkıları duymamak dileğiyle!

Bu arada Billboard listelerinde öyle kategoriler var ki insana “Vay be neler varmış” dedirtiyor. Mesela “Adult Alternative Songs” listesini ilk görünce, acaba cinsel içerikli şarkılarda mı bahsediliyor diye düşündüm ama listede Adele ve Sting‘i görünce durumun öyle olmadığına kanaat getirdim. Küçük çaptaki araştırmamın (Ee siz de bakabilirsiniz: Wikipedia) sonucunda öğrendim ki, “Adult Alternative”, albüm bazlı rock müzik çalan bir radyo formatıymış. Bunun Türkçesi, kendini nezih zanneden rock radyosu (Aklınıza gelen radyo istasyonlarını kendinize saklayabilirsiniz). “Adult Alternative Songs” da, evet doğru tahmin, “Adult Alternative” radyolarda çalınan şarkıları sıralayan listeymiş. Aman öğrendim de, bu cahilliğim beni başka ortamlarda rezil etmedi! Gerçi düşününce, cinsel içerilikli şarkılar çalan bir radyo formatı hiç de saçma değil aslında. İhtiyaç olmadığı ne malum?

Öyle bir formatta Lady Gaga çalar mıydı bilmiyorum, belki “Bad Romance”. Lady Gaga’nın kendisi değil ama müzik hayatı gerçekten ilginç. Gaga’nın geçen hafta çıkan albümü “Joanne” dinledikten sonra acaba pop yıldızlarının nesli tükendi mi diye düşündüm. Lady Gaga’nın işin suyunu çıkartmasıyla acaba bundan sonra başka bir popçu kendini gösterişli ve eksantrik bir şekilde ifade etmeye cesaret edebilir mi diye düşündüm. Kevin Parkour olsun, Mark Ranson olsun, bu isimlerle Lady Gaga herhalde işi kurtarır derken, niye hep beraber battılar diye de düşündüm. Lady Gaga kariyerinin başında hit üstüne hit çıkarırken, nasıl altı yıldır bir yerlerini de yırtsa iyi şarkı yapamıyor diye de düşündüm. “Joanne” amerikana sounduyla çok “otantik, hakiki” olarak pazarlanırken, house etkileriyle “Fame” taklit, samimiyetsiz, ciddiye alınmaması gereken bir albüm müydü diye de hesap sormak istedim.

Aslından gereğinden fazla düşündüm. Çünkü sonunda şöyle bir gerçek var; eğer son albüm gerçekten iyi tek bir pop şarkısı (şöyle bağımlı yapanından) çıkarmış olsaydı, eleştirilecek tüm noktalar gözden gelinebilirdi. Ama yok.

Bir albüm yüzünden hayal kırıklığına uğramak kadar kötü olmasa da, dinleyici olarak yaşanabilecek en sevimsiz durumlardan başka biri de bir albümü beğenip beğenmediğini anlayamamaktır herhalde. Tabii bu durum insan kendini belli bir yargıya varmaya zorladığında oluyor. Hâlbuki akışına bırakılsa, olacağı da varsa, albüm kendini doğru yer ve zamanda dinleyiciye açacaktır. Ama ben Warpaint’in Heads Up’ına karşı fazla sabırsız davranıyorum. Aslında albümde Warpaint’in çok sevdiğim kendine has soundu ve grooveları iyice mükemmelleştirilmiş. Shoegaze gitarlı pop şarkısı New Song ve en sevdiğim müzik türleri olan shoegaze ve R&B’yi kaynaştırmış “Dre”ye bayıldım. Ama diğer şarkılar bir türü aklımda kalmıyor, grubun en iyi yarattığı şey olan atmosferlerde uçup gidiyorlar sanki.

The Radio Dept.’in yeni albümü Running Out Of Love konusunda da kararsızım. Zevk düşkünü yanım grubun alışık olduğum yumuşak müziğini arıyor, toplumsal bilinçli yanımsa albümdeki sert ritimleri ve sesleri albümün İsveç Devleti’ni eleştiren içeriğine daha uygun buluyor. Albümde birçok elektronik dans müziği öğesi bulmak da şaşırttı beni. Bu yeniliği de sevdim mi sevemedim mi bilmiyorum. We Got Game kendisinin eurodance remixi gibi mesela. Akılda kalıcı melodileriyle This Thing Was Bound to Happen ve Committed to the Cause favorilerim oldu.

https://youtu.be/kGlUvmrUXYY


Hasta, pis ve yalnız bir haftasonu geçirmiş olabilirim. Ama hep derim: Düştüğün yerden bir avuç toprakla kalkacaksın.

Bu anlamsız yazı da haftasonundan bana kalan toprak, dünyaya armağan olsun.

Tags: , , , , , , , , , , , ,

İlginizi Çekebilir

Elsiane Soslu Makarna Tarifi ve Sevim
Sahalarda Görmek İstediğimiz Hareketler: “Kaset Mitanni – Bi’ Şarkım Var”

Yazar

Bize Katıl!