Müzik magazini mi yoksa müzik üzerine tartışmak mı? 

İnceleme
Müzik yazılarına ayrılmış köşeler hayata ve düzene karşı nefretimizi kusmamız için en doğru alanlar değil. Mutlak tarafsızlık mümkün olmasa da yazarın elinden geldiğince objektif olmaya çalışarak ulaşabildiği verileri, gözlemlediği durumları bir elekten geçirip sahip olduğu birikime dayanarak yorumlaması gerekir. Yazmaya başlamadan önce kişisel kırgınlıklarını, hayal kırıklıklarını, öfkesini bir yana bırakmalı.

Anıl Aba’nın 1 Eylül 2019 tarihinde Birgün gazetesinde yayınlanan Spotify’ın “satılık” müzik listelerini keşfetmeye hazır mısın?! başlıklı makalesini; yazıdaki argümanların dayanaksızlığına, üslubunun çalakalemliğine rağmen bir gazetede yayınlanabilmiş olmasına şaşırarak okudum. Daha da kötüsü, yazarın 4 Ağustos 2019 tarihinde yayınladığı, yine kulaktan dolma bilgi ve ithamlarla bezenmiş Türkiye’nin ‘müzik festivali’ tekeli: Milyon Yapım yazısı da sektörde ne işimize yaradığı meçhul bir magazin gündemi yaratmıştı. MilyonFest’lerin line-up’larında yer alan ve almayan sanatçılar arasında iki cephe oluşturan bu yazının ardından bu defa da Spotify listelerine karşı olumlu ve olumsuz hisler besleyen sanatçılar arasında iki zıt kutup yaratan ikinci bir yazıyla Anıl Aba geri döndü.

Sosyal medyadaki yorumlardan gözlemlediğim kadarıyla okuyucuların çoğu yazının yüzde yüz doğru bir analiz sunduğuna ikna olmasalar da yazıya karşı olumlu bir bakış açısına sahipler. “Yanlış argümanlar/katılmadığım noktalar var ama yine de iyi bir yazı” yorumlarına fazlaca rastladım. Mantık hatası üzerine kurulmuş her türlü argümanı baştan reddetmezsek nitelikli bir tartışma üretemeyeceğimiz, kör kuyularda merdivensiz kalacağımız şüphesiz. Bir yazı, savını destekleyecek temel argümanlarını yanlış kurduktan, yani temel vazifesini yerine getiremedikten sonra nasıl “iyi bir yazı” sayılabilir?

Dünya basınındaki prestijli gazetelerde, müzik yayınlarında yer alan benzer makalelerin hiçbirinde bayağı bir üslupla yazılmış “pazarda don satar gibi liste satacaklar“, “tünelin ucu bombok bir yere çıktı” vs. tarzında ifadelere rastlayamazsınız. Bunlar ancak hiçbir editoryal süreçten geçmemiş kişisel blog yazılarında veya sosyal medya hesaplarında rastlayabileceğiniz ifadeler. Kendini konuya fazla kaptırmadan, durumu belirli bir mesafeden analiz etme becerisi maalesef kolay gelişmiyor. Yazar, her nedense birdenbire yazının gizli ama baskın öznesi haline geliveriyor. Bu durum Anıl Aba’nın yazısına özgü değil elbette; yalnızca bu durum bu örnekte bir hayli öne çıktığı için dile getirme gereği duyuyorum. Konunun rakamlara ve olgulara dayanarak analiz edilmesi umuduyla okumaya başladığım bir makalede bolca sinir harbine rastlıyorum. Akademik bir arka plandan gelen yazarın en azından doğrulanabilir kaynaklar seçmesini, meramını daha özenli bir üslupla anlatmasını ve kanıtlayamayacağı bilgileri kullanmamasını beklerdim.

Sistemin çarkları arasında zaman zaman sıkışmış ve çaresiz hissetmek oldukça doğal; ama bu tip söylenmeler, serzenişler zaten müzik piyasasını az çok bilen herkesin dost cemiyetlerinde dile getirdiği konular. Şayet kendimizi bir konu üzerine kalem oynatacak kadar yetkin görüyorsak o zaman dizginlenemez öfkemizden de, çalakalem fikirlerden de, akla mantığa sığmaz mukayeselerden de vazgeçmek ve durumu yalnızca verilere dayanarak analiz edebilmek gerekiyor. Aksi takdirde manasız ve hiçbir yere varmayan köpük bir gündem yaratmış oluyorsunuz.

Dünyada bundan yirmi – otuz sene önce yayınlanmış ve artık klasikler sınıfına girmiş şarkılarla son senelerde yerli sahnede yalnızca dijital olarak yayınlanan popüler işlerin dinleme sayılarını karşılaştırmak hiçbir mantığa ve matematik hesabına sığmaz. Popüler olduğu dönemde dünyada milyonlarca fiziksel kopya satmış; radyo ve televizyonlarda, mekanlarda çalınmış şarkıların toplam dinleme sayılarını net olarak hesaplamak mümkün değil. Bir kaseti, plağı, CD’yi satın alan dinleyici bir defa bile dinlememiş de olabilir, yüzlerce defa dinlemiş de… Bu nedenle bu şarkılarla bugün yalnızca dijital platformlarda yayınlanan ve genç kuşağın yoğunluklu olarak kullandığı platformlarda mevcut bulunan tazecik şarkıların dinleme sayılarını kıyaslamak trajikomik bir yaklaşım. Mahmut Orhan ve Sena Şener düeti ile Portishead şarkılarının dinleme sayılarını kıyaslayarak nereye varmaya çalışıyorsak vay halimize, biz debelenirken rüzgar bizi tam tersi yöne atar da ruhumuz duymaz. Simge’nin 2015 senesinde yayınlanan “Miş Miş” şarkısının dinleme sayılarını Sting’in 1987 senesinde yayınlanan “Englishman in New York” şarkısınınkilerle kıyaslamaya hangi haletiruhiyeyle teşebbüs edebiliriz? Aralarında hiçbir korelasyon bulunmayan, farklı dönemlerin işlerini kıyaslayarak dinleme platformlarındaki satın alınan sahte dinleme sayılarına dair hangi tezi doğrulayabiliriz? Yayınlandığı dönemde mevcut olan her türlü platformda ortalığın tozunu attırmış ve uzun seneler sonra açılan yeni dinleme platformlarına yüklenmiş şarkıların dinleme sayılarıyla çoğunluğu ilk yayınlandığı zaman dijital platformlardan gayrı bir yerde bulunmayan günümüz şarkılarını hangi amaçla kıyaslıyoruz? Üzgünüm ama Mabel Matiz’in rastgele seçtiğimiz bir şarkısını Michael Jackson’ın yine aynı şekilde seçtiğimiz bir şarkısıyla kıyaslayarak herhangi bir tezi doğrulamak maalesef mümkün değil.

Herhangi bir grubun 50 şarkılık bir listede 6 parçayla yer alması kesinlikle ciddi bir sorun. Ve evet, her ne kadar buna inanmakta güçlük çekenler olsa da kültür endüstrilerinde arz, talebi belirler. Kültür endüstrilerinin baskın aktörleri ise belli bir neslin yaygın kültür tüketimini ve dolayısıyla da o dönemin kültür üretimini şekillendirme gücünü elinde tutar. Fakat Spotify’ın Türkçe Rock listesinde 6 şarkısıyla yer alan son on yılın en nitelikli gruplarından Adamlar’ın karşısına rastgele birkaç isim seçerek “Peki bunlar niye o listede yok?” diye soramayız. Listelerin mümkün olduğunca kapsayıcı biçimde oluşturulması gerektiği bir mesele; listelerin bir kapasitesi olduğu ve senin aklına gelen her ismin o listelerde yer alamayacağı bambaşka bir mesele. Gelişigüzel seçilen isimlerin karşısına gelişigüzel başka isimler sunarak sanatçılar arasında cephe yaratmanın kimseye bir faydası olmaz. Sorunlardan gerçekten bu kadar rahatsızsak harekete geçmeden önce var olan duruma yapıcı bir tutumla yaklaşmayı da öğrenmemiz gerekiyor ki kaş yapayım derken göz çıkarmayalım. Şayet önemli olan olgularsa, tekil isimler üzerinden ilerleyerek meramını bulanıklaştırmanın da manası yok. Hele ki henüz herkesin kafası bu kadar karışık ve herkes bir o kadar öfkeliyken spot ışıklarını isimlerin üzerine çevirmek olsa olsa asıl tartışma konusunu görünmez kılar.

Bu konu hakkında giderek yükselen tansiyonu kontrol altına almak ve daha fazla sansasyona mahal vermemek amacıyla listelerin oluşturulma kriterleri ve aynı sanatçıların listelerde defalarca yer almasının sebeplerine Spotify tarafından acilen kapsamlı bir açıklama getirilmesi gerektiği aşikar. Ama “Listede Ahmet var, peki öyleyse Mehmet neden yok?” sorusu herhangi bir editoryal tercihi sorgulamak için ideal yöntem olmaktan çok uzak.

Peki Spotify listelerinden, dijital platformlardaki dinleme satın alma yöntemlerinden dem vuran bir yazıda MTV Avrupa Müzik Ödülleri’ndeki şike iddialarından sonra Türkiye’nin bir daha yarışmalara alınmaması gibi bir bilginin konuyla ne ilgisi var? Buradan yapmamız gereken çıkarım nedir? Dünya üzerinde en sahtekar “biz” miyiz?

“Ben de müziğimi kitlelere ulaştıramadım, öyleyse bu işte bir hinlik var” düşüncesi bazı vakalar için doğru olsa da maalesef kabullenmek gerekir ki her vaka için gerçeklik payı taşımıyor. Popüler olan her iş vasat olmadığı gibi geniş kitlelere ulaşamayan her iş de çok nitelikli olduğu halde hile hurdaya başvurmadığı için popülarite yakalayamamış değil.

Sansasyonel başlıklar ve okuyucuyu galeyana getiren (?!) noktalama işaretleri, varsayımlar, kulaktan dolma bilgiler, farazi rakamlar üzerinden gelişigüzel matematik hesapları… Basın emekçileri olarak ortamlarda kulağımıza çalınan her bilgiye yazılarımızda yer vermek gibi bir lüksümüz yok. Sektör emekçileri ve sanatçılar bize başlarından geçen hikayeleri anlatabilir, sektördeki kişilerle yaşadıkları deneyimleri kendi bakış açılarından aktarabilir, birtakım rakamlar zikredebilir… Fakat bizim bu bilgileri doğrulamadan yazılarımızda kullanmamız gazetecilik etiği açısından uygun değildir, tabii eğer hala böyle bir etik anlayışı tedavülden kalkmadıysa…

Tünelin ucu bombok bir yere çıktı. Joan Baez’den Katy Perry’ye, Barış Manço’dan Ben Fero’ya geldik.”

Yukarıdaki son akla mantığa aykırı kıyaslamanın karşısında sorular sormadan edemiyorum: Barış Manço ile Ben Fero’yu hangi şartlar altında kıyaslıyoruz? Zamanında Barış Manço şahane müzikler yaptı diye bugün Ben Fero müzik yapmasın mı? Ya da o yapsın ama kimse onu dinlemesin mi? Yoksa zaten yazara göre kimse bu müziği hür iradesiyle dinlemiyordur da dinleme sayıları sahte midir? Bu iki isim arasında ille de ortak bir özellik arayacaksak şöyle bir örnek verebilirim; ben küçükken sokaktan geçen arabalar Barış Manço çalardı, bu yıl ise Ben Fero çalıyor. Platformlardaki dinleme sayılarının güvenilirliğinin sizi ikna edemediği noktada kulağınızı sokağa çevirirseniz neyin gerçekten dinlendiğine dair aşağı yukarı bir fikir sahibi olmamız pekala da mümkün. En azından günümüz dinleyicisinin tercihlerini anlamaya biraz yakınlaşırsak bugün üreten ve paylaşan sanatçılara bu kadar hoyrat davranmaktan vazgeçebiliriz. Kaldı ki dönemi ve janrı birbiriyle alakasız işleri kıyaslayarak müzik yazısı yazılmaz. Her eseri kendi çağının gerçekliği içerisinde değerlendirmek elzemdir.

Sizi bilmem ama ben yeni müzikleri dinlerken eskilerden aldığım kadar keyif almıyorum. Bu kesinlikle nostalji değil. Sistematik bir şekilde müzikal kalite ve çeşitlilik giderek azalıyor. Fuarlarda “business, strategy, subscribers” üçgeninde ele alınan müzik, bir sanat formu olarak çürüyor. Çürüdükçe de kokuyor.” diyerek yazısını noktalıyor yazar. Bir dönemin müzik üretiminin tümünü “kokuşmuş” olarak yaftalamak “nostalji”nin sözlük tanımına bir hayli uyuyor aslında: “Geçmişte kalan güzelliklere olan özlem duygusu ve bu duygunun baskın bir duruma gelmesi. Değişime karşı duyulan korku sonucu geçmişe sığınma duygusu.”

Her dinleyici geçmişte veya günümüzde üretilen eserleri dinlemekte ve dilediğinden keyif almakta elbette özgür. Ruhumuzu besleyen müzikleri dinlerken bir yandan da müzik üzerine nitelikli ve kayda değer tartışmalar üretebilirsek ne âlâ. Ancak o zaman müzik magazini değil de müziğin kendisi bu tartışmalardan kazançlı çıkar.

Tags: , , , , ,

İlginizi Çekebilir

YENİLER | Ağustos’19
Yetişememe korkusu, müzikseverleri Neue! Step’te buluşturuyor!

Yazar

BBI Yerli: Rana Türkyılmaz & Kırık Pena

Bize Katıl!