Burcu Tatlıses – “Sevgi, ağacın gölgesinde kalsa da…”

Sanatçı İncelemeleriYerli Sahne

“Bu Birsen Tezer ne hoş bir kadın değil mi?”, “Kim üzdü ulan* bu kadını?” sorularını peşi sıra tüketirken, bir yandan da kalbimdeki karmaşıklıklara göndermeler yapıyordum. Birsen Tezer üzerinden tarif edebileceğim, karşımda gözlerini, ruhunu kaçıran yani “üzülen” bir kadınla kahve içtim yakın zamanda. Kalbi bozuk, gönlü soluk, dili donuk / bir o yana, bir bu yana sararıp solan. Eve döndüğümde dilimde anlamını arayan kelime yuvarlanmaya devam ediyordu; “umut” ve “Neden insan umudunu yitirir ki?” diye peşi sıra…

Bu hikâye sana yabancı gelmedi değil mi sevgili okuyan? Senin de hikâyen bu aynı zamanda. Hatırlarsan Bülent Ortaçgil de son albümüne “Sen” demişti. Sen, “o kim” derken, senden bahsedildiğini muhtemelen anlamadın değil mi? Bizim Y kuşağının arabeski olabilir Birsen Tezer. Kadının gölgesine sığınıp usul usul şefkat arıyorsunuz; öyle acayip bir şey. Sanki kadın şarkıcı değil de, anne ya da abla gibi. Senin anlatamadığını, bana duyurmak için söylüyor. Sevgi, ağacın gölgesinde kalsa da, yaprakların arasından sızan güneş ışıkları onu az da olsa aydınlatır diye bir cümle kurabilirim mesela bu ruh haline…

Kadınlar “çok naif” varlıklar. Çoğu bu naifliğini yansıtamıyor ya da yansıttırmıyorlar. Bu konular bolca konuşuluyorken, kalkıp “erkek halimle” bu meseleleri tekrar tartışmaya açma niyetim yok. Ben size Burcu Tatlıses‘ten bahsetmek istiyorum. Ben de çoğu kişi gibi, ilk kez bir bilgisayar monitöründen izledim kendisini. “Aa! ne sevimli, güler yüzlü bir kadın” dedim ve sonra hayatıma devam ettim. Sonraları hiç ilgimi çekmedi. Merak etmediğim ya da kafamı başka şeylerin meşgul etmesi yüzündendi bunlar. Bilemiyorum. Belki, onu duyabilmek için onun frekansına girmem gerekiyordu. Girdim bu aralar. Yaşça Birsen Tezer‘den ufak olduğundan bu sefer “anne” ya da “abla” sıfatından uzak, iyi bir “dost” olarak gölgesinde olma zamanlarım…

Yeni yeni öğreniyorum. Kendisinin cahiliymişim meğersem. Burcu Tatlıses aslında hep kulağımızın dibinde seslenip durmuş bize. Geçmişinde Funda Arar, Zuhal Olcay, Ziynet Sali ve Fatih Erkoç gibi isimlere verdiği şarkılarla hayatımıza sürekli ortak olmuş. “Güzel Kokuyorum” ismini verdiği albümünde, altı çizilesi sözlerle dolu çok güzel şarkılar var. Dinlerken sürekli, “hayda! kim sebep oldu bu şarkıya” diyip kızdım. Şarkı yapmak, yazı yazmak hakikatten özel ve güzel bir durum; hiç itirazım yok. Ben de o belaya bulaştığımdan biliyorum. O yüzden bu şarkıların derinliği içinde, kendimi “üzülürken” buluyorum.

“İyi sözcük”lerin varlığına taktım son zamanlarda. Küfürlü, kibirli, acımasızca kurulan “kötü sözcükler” insanların dilinde tüm konforuyla yaşarken, o güzel sözcükler sersefil yaşam sürüyor. İnsanlar, karşısındaki kişiye “iyi bir şey” söyleyeceği zaman susar oldu. Belki de hep böyleydi. 30 yıllık geçmişim kadarını biliyorum. Sonra dönüp onca yazara, şaire bakıyorum; “iki kelimeyi bir araya getirebilse yazmazdı belki” diyorum. Biz şarkıyı 3 dakika dinleyip kapatıyoruz ama o sözcükleri duyan, önemseyen olsaydı böyle mi olurdu? En fazla biz böyle şarkılardan mahrum olurduk. Şahsen ben mahrum olmayı isterdim. Ruhunun güzelliğini, kalbinin naifliğini bir şarkının içine, noktadan önceki sözcüklere gizlemiş kadının, kadınların ya da adamların gülümsemesini daha çok isterdim.

“Sevdiğimadam” (yazıldığı gibi yazılır tartışmayın) albümde olmayan bir şarkı. Bu şarkıda diyor ki; “bi’ mutluluksa bin hüzündür / biraz ılıksa hep hazandır / yine de o benim sevdiğim adamdır…” Siz en son hangi kadının bu kadar cesurca sevgisini gösterdiğini gördünüz? Vereceğim örnek benim için -sık yazdığım için- tekrara girecek belki ama kabul etsek de, etmesek de insanlar mükemmel varlıklar değiller. İnsanlar aşık olunca birbirlerinden “kusursuz” davranmalarını istiyor ya, işte bunu anlamıyorum. Karadeniz’in coğrafi yapısı yol için, hava alanı için kusurlu. Zira seven kişi, Karadeniz’in bu durumunu kusur görüp yargılamadı hiçbir zaman. Varlığını sorgulayıp, doğadan nefret edince insan onu da bozmanın yollarını pek güzel buluyor. Tıpkı aynı insanlar suni sevgilerin gölgesinde, sevdiği adamlarda/kadınlarda yapmayı arzuladıkları şey gibi… Bu şarkının içinde insanın içindeki o doğal, olağan hâli keşfetme durumu var. Kusurlarımızın, eksikliklerimizin “sevme” meselesinde önem arz etmediğini anlatıyor. Kaktüse dikenleri olan, can yakan bir şey olarak değil de, bir çiçek olarak bakabilme hassasiyetini anlatıyor.

Soundcloud hesabından devam edelim. “Konuşsak” aynı zamanda albümde de var ama ben ilk Soundcloud’da dinlediğim için bunu koymayı tercih ettim. Bu şarkıda, artık bayatlamış kadın-erkek klişelerini duvardan duvara vuruyor sevgili Burcu. Yaptığınız, “abi orada kızlar teklif ediyormuş” espirilerini de öteye atıyor. Bu şarkının da kendi içinde bir naifliği ve anlattığı bir hikâye var. Kadınlara ve erkeklere diretilen rolleri pek güzel yıkıyor. “Erkekler ağlamaz” diye şarkılar da var mesela. Niye ağlamayalım? Buradaki sıradışı olan, yaratılış olarak “ağlama” yeteneği olan bir canlıya; “a!… yok ağlama” demek değil mi? Toplumun bunu motto hâline getirmesi ne garip. Kadınlar ve erkekler “kaybetme korkusunu” bir kenara koyabilse keşke ve bugünü yaşasa. Sevgili Burcu, “…iki lafın belini incitsek; kırmadan yalnız!” diyor ya. Tam o ruh halinden bahsediyorum. Yine geri paragraflara dönersek, düşünmeyin bu kadar. Dilinin ucunda “sevgiye dair” bir sözcük varsa söyle. Sahibi bilsin. Beklentisiz ama umut dolu olsun. Alsın saklasın avuçlarında; kalbinde. Bir hafta evvel elimi kolumu koyacak yer bulamadığım, adını yaptığım bir şarkıya verdiğim kadının “çok güzel baktığını” buradan ulu orta yazsam mesela kim, neden yargılayabilir beni? Korkmayın ve Burcu’yu dinleyin siz: “Gel! Kahveler benden olsun…”

“…rica ederim kahveler benden olsun.” (yazar)

Tabi her zaman böyle usul usul da yaklaşmamış. Sabrının son sınırında yaptığını düşündüğüm “Ay” sahiden çok iç acıtıcı. Bak tam burada işte, girişte dediğim gibi kızmaya başlıyorum; “kim üzdü ulan* bu kadını?”

…diyor ki şarkıda:

Deniz taşıyorsa
İçinin zehiri kabına sığmadığından
Seni hala seviyorsam
Aklımın kılıcı kalbe değmediğinden

Yeni bir konuyu sorgulayabiliriz. “Aklımın kılıcı kalbe değmediğinden” diyor sevgili Burcu. Akıl ve kalp klişeli romantizm kasmayacağım. Korkmayın. Akılcı yaklaşımların her zaman arkasındayım. İnsan aklını her alanda, her durumda kullanmalı. Mesela, sorgulayalım derken de  bunu kastediyordum. Sahiden, bir kadını/adamı severken neyi göz önünde tutuyorsunuz? Kafalarımızda bize ait olmayan, kültürlerin, dinlerin, ön yargıların illetinde yaratılan imgelerle mi “aşk”tan söz ediyorsunuz, yoksa şu yukarıda yazdığım, ya da sevgili Burcu’nun şarkılarında anlattığı gibi; salt bir şekilde mi “aşk”tan söz ediyorsunuz. Kendi tecrübelerim, başka hayat gözlemlerim hepsi dönüp dolaşıp aynı noktaya geliyor. “Bir şey olmam gerekiyor…” sonra sevebilir, sevilebilirim. Eğer bir şey olabilirsek işte o zaman gönül rahatlığıyla acı verme hakkımız da oluyor çünkü. Zira, bir avuç insan hâlâ, “aklının kılıcını kalbe değdirmedi…” Seviyor; deli olmalılar!

Albümüne ismini veren şarkı da yine naifliğini koruyor ama biraz isyan da ediyor.

Eşyanın, gıdanın ve insanın
Unutulmakla
Nasıl bozulduğunu, ekşi koktuğunu
Gördüm bugün, anladım

…diyor. Burada araya girip biraz kendi reklamımı yapacağım müsaadeniz olursa. Bir şey anlatacağım; yoksa başka bir derdim yok vallahi. Geçen sene kişisel notlarımı paylaştığım blogumda şöyle bir şey yazdım: “Dalından kopup savrulan yaprağı, ağaçtan üretilen bir defterin sayfaları arasında kurutup saklayarak, ona sevgi beslemeyi, anlam yüklemeyi ve onu kuruyken ya da kuru değilken bile yaprak olduğu algısını yitirmeden sadece yaprak olduğunu düşündüren şey onun öz olmasında saklıdır. Maddeten, doğallıkla -her şey gibi- bozulması kaçınılmaz fakat manen bozulmayan bir yapıda olması gibi…”

Doğadaki her şey, insan vücudu bile çürümeye mahkûm. Kaçış yok. Zirâ, bugün ortaya koyduğumuz iyi niyetler, güzel hayaller ve bunların uğruna sarf edilmiş her eylem (bir şarkı, bir şiir, bir duvar yazısı ya da…) öz barındırır. Öz, çürümez ve bozulmaz. Sevgili Burcu’nun dediği gibi, güzel kokuyorsa hep güzel kokar. Bu şarkıda pek güzel ifade etmiş bu durumu.

Yazıyı noktalama vakti geldi. Cihan Mürtezaoğlu‘nu yoğun şekilde hissettiğimiz “İnci Gece” şarkısıyla sizi Burcu Tatlıses ile baş başa bırakayım.

Bir kaç güzel şarkısıyla, bu güzel ruhlu kadını anlatmaya çalıştım. Senin benim hayatımızda incindiğimiz, unuttuğumuz şeyleri, çok güzel sözlerle ve şarkılarla anlattığı için yazmak istedim. Fikret Kızılok‘un dediği gibi, “fark etmeden senin olmuşum” hikayesindeki kadının ve adamın şarkıları bunlar. Hesapsız bir sevgi içimizde “fark etmeden” ruh bulurken, güzel kokan kadınlara/adamlara Emre Akbay‘ın kaleminden yazıyorum; “sarılın.”

Ortaçgil’in dediği gibi: “…hayat sürgit değil; başı sonundan belli!”

*Ulan derken; Sadri Alışık gibi, naif bir dille yazdım.

Tags: , , , , , , , , , ,

İlginizi Çekebilir

YENİ | Astrofella’dan Radiohead Cover’ı: “Pyramid Song”
EP | Seretan – “Live In Dreams”

Yazar

Bize Katıl!