Günümüzde Müzik Sektörü (2. Bölüm)

Gönül İşiYerli Sahne

İkinci bölüme geçmeden önce birinci bölümü açıklamalarıyla özet geçeceğim. Bu yazı serisinin ilk bölümünü okumayanlar şuradan okuyabilir: Tıkla

Açıklama 1: Öncelikle başlıktan da anlayacağınız üzere bu yazı serisi sektör üzerine yazılmıştır. Eskiler, çocuklarının müzisyen olmasını istemezlerdi. Çünkü müziği bir iş olarak görmezlerdi. Eminim bu yazıyı okuyan birçoklarınız anne ve babalarından böyle hikayeler dinlemişlerdir. Müzik üzerine okumak ve müzisyen olmak isteyen anne ve babalarımız hatta ağabey ve ablalarımız aile tarafından baskı görerek bu hayallerini gerçekleştirememişlerdir. Bu durum sadece müzik için de geçerli değil. Sanat dalları eskiler için hobi olarak algılanıyordu. Günümüzde bu durum artık değişti. Aileler kendi yaşadıklarını çocuklarına yaşatmamak için her türlü desteği veriyor. Peki ne değişti? Artık müzik sadece hobi olarak değil, iş olarak da görülüyor ki bu sektör demek. Müzik eğitimi alanlar bilir, müzik eğitimi alırken insanlara sadece müzik üzerine bir eğitim verilmez. Ayrıca işin business kısmının da eğitimi verilir. Bu sebeple müzik kariyerine başlayan insanlar amatör ve profesyonel olarak ikiye ayrılır. Müzikten para kazanmaya başladığınız zaman profesyonel olursunuz ama hala öğrendiklerinizle yerinizde sayıyor veya yerinizde saymayı tercih ediyorsanız amatör müzisyensinizdir. Bu konuyu örneklerle biraz daha açacağım ve sonra kapatacağım.

Ülkemizde üzücü olaylar yaşadığımızda müzik sadece eğlence aracı olarak görüldüğü için konserler iptal edilir ve müzik yayınları durur. Böyle durumlar yaşadığımız zaman sanatçılar ve biz bunun yanlış olduğunu belirtiyoruz. Çünkü insanlar müzik üzerinden para kazanıyor. Nasıl mağazalar yaşanan olaylardan ötürü kepenk indirmek zorunda kalmıyorlarsa, konserler de iptal ettirilmek zorunda bırakılmamalı. Müzisyen de aynı bir mağaza çalışanı gibi yaptığı iş ile parasını kazanıyor. Sadece müzisyen mi? Hayır, organizatör, sesçi, ışıkçı ve konser mekanları da müzik üzerinden para kazanıyor.

Bir diğer örnek ise, müzik yapmak için işini veya mesleğini bırakan insanlar. Aylık belli bir geliri ve yaşam tarzı olan bu insanlar, müzikten yaratıcı ve ruhsal olarak beslenmelerine ek olarak maddi bir tatmin de bekliyorlar ki bu gayet normal. Bu insanların hiçbiri “ben müziğimi sanatsal tatmin için yapıyorum, bana ödeme yapılmasa da olur” tarzında düşünmüyorlar. Verdikleri konserlerle, çıkarttıkları single veya albümlerle hem müziklerini daha geniş kitlelere yaymak hem de bunu yaparken sosyo ekonomik durumlarını stabilize etmek istiyorlar. Gayet normal olan bu duruma kim karşı çıkabilir ki? Üretenin ürününü satması kadar doğal bir şey yok. Ticari kısımla sanatsal kısım birçok mesleği sadece müzik olmayanların anlam veremedikleri bir duygusal rahatsızlık yaratıyor. Ama tek işiniz müzikse ve gerçekten üretiyorsanız bunu sektörü ve gününüzdeki imkanları kullanarak, seçtiğiniz strateji ile insanlara sunma ve karşılığında ekmeğinizi kazanma hakkınız sonuna kadar vardır.

Dolayısı ile müzik bir yandan sanatsal bir yaratımı ve ruhsal tatmini içerirken, diğer taraftan bir ‘iş’tir. İş dünyasında sektörel ayrımlar olduğuna göre, müzik sektörüne müzik sektörü denmesinde veya bu sektörün hızla değişen bileşenlerini analiz etmekte hiçbir sakınca yoktur.

Açıklama 2: Indie’nin bir müzik tarzı olmadığını yazmış ve açıklamasını yapmıştım. Bunu yazarken detaylandırmadığım bir kısım oldu. Indie birinci bölümde de yazdığım gibi menajer ve plak şirketlerinden bağımsız olarak müziğini sunanlara verilen bir isimdir ama zamanla bu kapsamdan çıkıp bir müzik tarzı haline gelmiştir. Indie’nin bağımsız kapsamından çıkmasının sebebi neydi? Her müzik türü müzisyenlerin çaldığı ritimlere, kullandıkları enstrümanlara ve benzeri kriterlere göre isimlendirilmiştir. Indie türü İngiltere çıkışlıdır. Brit pop, alternatif rock ve folk türleri içerisine katılabilecek bir müzik türü tanımı olmadığı için bu türe ‘indie’ adı verilmiş ve diğer türlerden ayrı anılması sağlanmıştır. Indie müzik yapan isimleri dinlerken folk, rock ve pop etkilerini görüyoruz ama saf folk olarak adlandırmak doğru olmaz. Günümüzde indie, her müzik türü gibi kendi içinde de türlere ayrılmıştır (indie rock, indie pop, indie folk gibi). Ben ve benim gibi insanların Indie’yi bağımsız olarak görmeye devam etmesinin sebebi budur ama müzik türü olarak gören insanları da anlıyorum ki bu sebeple “bana göre” kelimesini ekliyorum. Günümüze geldiğimiz zaman işler biraz değişiyor. Çünkü artık hiçbir müzik türü saf haliyle sunulmuyor bize. Yani indie müzik türü olarak belirlenirken ne yaşandıysa şimdi bütün müzikler aynı durumu yaşıyor.

Açıklama 3: Müzik sektörünü iki açıdan ele alabiliriz. Birincisi geçmiş, ikincisi çağdaş müzik ki ben günümüzün müzik sektörünü ele alıyorum. Geçmişte şartlar çok farklıydı. Günümüzde müzik türleri yazdığım gibi birbirine kaynaştı ve türleri birbirinden ayıran kalın çizgiler çok çok inceldi. Ayrıca teknolojinin ilerlemesiyle imkanlar arttı ve müzik elektronik alt yapılardan beslenen bir hale geldi. Artık müzikleri sadece ritimler veya enstrümanlar üzerinden türlerine ayırmak mümkün değil. Mesela kullandıkları enstrümanlar ve çaldıkları ritimlerden ötürü Mumford & Sons verilebilecek en doğru örnek. Mumford & Sons için folk mu, indie mi, rock mı diyeceğiz? Normal şartlarda üç müzik türünün de kullanılması doğru. Çünkü içinde üç müzik türünü de bulmak mümkün ama müzik türleri kaynaştırıldığı için belli bir kalıbın içine sokup, şu türdür demek mümkün değil.

İlk yazımda Coldplay örneğini çok eleştirildiği için ve anlatmak istediğim duruma çok iyi bir örnek teşkil ettiği için verdim. Öte yandan Coldplay ile birlikte başka isimlerin de değiştiğini belirttim. Bu kısımda anlatmak istediğim şu isim öncü, bu isim başarılı gibi bir konu değil. Coldplay gibi sanatsal yaratımından ödün vermeden sektörel şartlara paralel hale getiren bir çok isim ve grup var. Değişen diğer isimlerin hepsini tek tek örnek vermem de mümkün değil ki bu açıdan yaklaşacak olursak Arctic Monkeys, Muse veya Radiohead farklı şekillerde değiştiler. Coldplay ise daha popüler tercihlerle değişti. Coldplay ile paralel şekilde değişen bir diğer isim de Snow Patrol. Zaten günümüzde müziğin nasıl ve ne şekilde yapıldığını değil, nasıl ve ne şekilde piyasaya sunulduğunu yazıyorum.

Birinci bölümü açıklamalarla birlikte özet geçtiğime göre ikinci bölüme başlayabilirim artık, ama ikinci bölüme geçmeden önce size bir tavsiyem olacak. “How Music Works” (yazarı David Byrne) adlı kitabı okumanızı öneriyorum.

2. Bölüm

Birinci bölümde işin mutfağını yani en saf hali sanatçı kısmını yazdım. Şimdi business kısmına geçiyoruz ve bu serinin ikinci yazısı menajerlik üzerine olacak.

Aslında standart eğitimde sıralama bu şekilde gitmiyor. İkinci bölüm yapımcı ve plak şirketi olarak işleniyor ama günümüzde daha albüm çıkarmadan menajer ile çalışmaya başlayan isimler oluyor. Ben bu durumu çok doğru bulmuyorum ve sebeplerini detaylıca yazacağım.

Menajerlikler dallara ayrılır ki strateji açısından en doğru olanı budur. Sanatçı veya grup ile General Manager, konserler ve festivaller ile Booking Manager, basın ve medya ile de PR Manager ilgilenir.

Eğer tutkunuzun peşinden gitmeye gerçek anlamda karar verdiyseniz ve amacınız müziğinizi daha bilinir, tanınır yani popüler hale getirmek ve bunun yanısıra finansal olarak da başarılı olmaksa ise, yol boyunca bazı iş stratejileri ile adımlarınızı atmanız gerekir. Yol boyunca ilerlerken disiplinli ve organize bir şekilde bu stratejileri uygulamazsanız başarı şansınız oldukça düşer.

Böyle bir strateji gütmeyi seçmeyen müzisyenler de var. Bu tabii ki bir tercihtir. Öte yandan bu müzisyenler yukarıda saydığım zaruri adımların hepsini kendileri üstlenir. Kendi kendilerinin menajeri, booking agent’i ve PR’cısıdırlar. Bu enerji ve zamanlarını aldığı için ve günümüz piyasasında yeterli bir çaba olmaktan uzak olduğu için bu durum müzik kariyerlerine “kendi halinde müzik yapan grup olarak” yansır. Popüler olma kaygıları yoktur. Mevcut başarılarından ve ünlerinden memnundurlar, fazlasında da gözleri yoktur açıkçası. Mesela Brazzaville‘in durumu en güzel örnektir. Hem görece başarılıdırlar hem de mevcut Music Business organlarını kendileri yönetmekte ve bundan gayet memnun şekilde kariyerlerine devam etmektedirler.

Tutkusunu keşfedenlerin bir bölümü de yola daha farklı devam eder. Burada özellikle belirtmek istediğim, bu sektörde yer alma şartı illa müzisyen olmak değildir. Sektörün içinde sizi cezbeden, iyi olduğunuz, başkalarına başarıyla destek verebildiğiniz herhangi bir pozisyon da olabilir, bir müzisyeni veya grubu temsil etme görevi de olabilir, organizatör veya medya kısmında da yer alabilirsiniz.

Her nerede yer alırsanız alın müzik sektöründe elde ettiğiniz başarının bileşenleri, sadece müzikal veya organizasyonel yeteneğiniz, salt tutkunuz, veya şansı yaver gitmiş bir kul olmanız değildir. Her iş kolunda olduğu gibi müzikte de, başarı için bazı kritik bileşenler ve izlemek isteyenler için bolca yol haritası vardır.

Günümüzde müzik sekötürünün en önemli parçası bence PR‘dır. Çünkü sadece müzisyeni bağlamaz. Plak şirketlerinin de PR bölümleri vardır, organizasyon şirketlerinin ve festivallerin de PR bölümleri vardır, ve tabii ki ister bağımsız, isterse plak şirketi ile sözleşmeli olsun müzisyenlerin de PR’ları ile ilgilenen kişi veya ekipler vardır.

Gelişen teknoloji ve hayatlarımızın standart ekipmanı haline gelen internette artık dünyaya ürettiğiniz bir müziği sunmanız çok kolay. Teknik açıdan durum böyle. Evde kaydedip, farklı mecralara audio veya video olarak yükleyebilir ve müziğinizi tüm dünyanın erişimi ve beğenisine sunabilirsiniz. Bu işin avantajlı tarafı olmakla birlikte, tek başına yapıldığında anlamlı bir çaba olmaktan maalesef uzak olacaktır. Çünkü işin dezavantajlı tarafı, sizin gibi milyonlarca ve belki de milyarlarca müzisyenin aynı şekilde bir adım atmasıdır. PR dediğimiz olgunun ‘basın ve medya kısmı’ ise, hedeflediğiniz dinleyici ile sizi buluşturabilecek güce sahiptir. (Not: Yazı boyunca PR dediğimde daha çok basın ve medya ilişkilerini kastediyor olacağım.) Günümüzde yapılmış en başarılı PR uygulamasına Daft Punk‘ın  “Random Access Memories”  albümündeki single’ları Get Lucky” için yaptıkları PR çalışmasını örnek verebiliriz.

Menajerlik ise hayati önem taşıyor. İyi bir menajer, müzisyeni hedefleri doğrultusunda ihtiyacı olan diğer sektör oyuncularıyla bir araya getirir. Hedeflerini gerçekleştirmesinde müzisyene en kapsamlı desteği veren kişidir. Yurtdışında menajerlerin iş tanımı ile booking ve PR yapanların iş tanımları çok net çizgilerle birbirinden ayrılmıştır. Herkes aynı bedenin farklı bir organı gibi hem bireysel görevlerinin farkında olarak, hem de bütüne hizmet etmek için uyum içinde çalışır. Aslında iş hayatında sıkça gördüğümüz başarılı ekiplerden hiçbir farkları yoktur. Merkezde müzik ve müzisyenin kariyer hedefleri vardır, etrafında bu hedeflere yönelik kararlar alan ve adımlar atan etkin bir ekiptirler.

Bu arada hemen belirtmekte fayda var, menajerlerin müzisyelerin hayatına girmeleri, genellikle yapımcılarından sonra olur. En başta da belirttiğim üzere, önce müzisyen yapımcı ile ürünü yani müziğini kayıt altına alır, ve sonrasında menajerle yürünür, ki zaten çoğunlukla şirket bunu sanatçıya sunar. Yapımdan önce menajer sahip olan sanatçılara baktığımızda, yapımcı ve plak şirketi ile anlaşmaları sonrasında, çaylaklık dönemlerine denk gelen görece az tecrübeli menajerleri ile yollarını ayırmak durumunda kaldıklarını görürüz. Bu tabii ki her menajer için geçerli değil, ama durum sıklıkla böyle çünkü kariyerinizin başında profesyonel olarak bu işi yapan ve sektöre hakim, deneyimli bir menajer ile çalışabiliyor olmanız çoğunlukla mümkün değil. Öte yandan size ticari anlamda yatırım yapan yapımcı şirket, başarıyı garantilemek için size bildikleri en tecrübeli (ve genelde de en pahalı) menajeri ayarlayacaktır.

Öte yandan, günümüzde birçok müzisyen plak şirketinden bağımsız olarak çalışabiliyor, kendi albümlerini yayınlayabiliyorlar. Tabii ki bu durumda yapımcıları da kendileri olan bu müzisyenler freelance olarak menajerlik hizmeti alıyorlar. Yukarıdaki sıralamayı takip etmelerini gerektirecek bir durum yok.

Yapımcı ve menajer sahibi bir müzisyenin bir sonraki çalışma arkadaşı booking manager’dır. Dünyada bir çok booking şirketi var. Booking ve PR için genel olarak bu hizmeti veren şirketlerle anlaşılır. Booking şirketleri aynı ürün kataloğu gibi bir katalog (roster) hazırlar. Tabii o şirketlerle çalışmak o kadar kolay değildir. Bunu genellikle menajer ayarlıyor, sanatçının bizzat karıştığı bir durum değil. Müzisyenin olmazsa olmazı konserlerinin organize edilmesi için iş başındadır. Sanatçının çıkacağı tüm konser mekanlarıyla iletişimi sağlarken, yine sanatçının kariyer hedeflerine uygun olarak gerekli mekan, etkinlik ve festivallerle bağlantı kuruyorlar. Aslında ülkemizde menajerlik ve booking (ve hatta PR) aynı anda ve tek kişi tarafından yapıldığı için bu kavram bize biraz zor anlaşılır veya gereksiz gelebilir ama dünyadaki sistem budur.

İkinci bölümü sonlandırmadan önce toparlayacak olursam hedeflerinizi iyi belirlemeli, ne istediğinizden emin olduktan sonra yol almanızdır. Hedefiniz Türkçe müzik yapmak, Türkiye’de belirli mekanlarda ve festivallerde sahne almak ise benim yazdıklarım (en azından bu kısmı) sizin ilginizi çekecek bir bölüm değil. İlerleyen bölümlerde yazacaklarım sizin için daha uygun. Çünkü yazdığım gibi Türkiye’de sistem daha farklı. Mesela yapımcı ile anlaşmadan menajerinizi ayarlayabilirsiniz. Ayrıca burada booking ve pr desteği veren şirketler yok. Ben bu bölümde hedefi yurtdışı olanlara yönelik bilgiler verdim. Gelecek bölümlerde işin mutfak kısmına dönmeye devam edeceğim ve ilk iki bölümde yazdıklarımı daha da detaylandıracağım.

Gökhan Yenileyen

Tags: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

İlginizi Çekebilir

BBI YERLİ #23 | “Ahmet Beyler”
KADINLAR VE ŞARKILAR | Feminizm ve Eylem Şarkıları (5. Bölüm)

Yazar

Bize Katıl!