RÖPORTAJ | Ali Cihan: “Bu alemin şamanıyım”

RöportajYerli Sahne

Multitap‘ın davulcusu olarak hayatımıza giren Ali Cihan nam-ı diğer “Ali Baba” ile yeni solo projesini, Multitap’ı, yerli müzik sahnesini ve daha birçok şeyi konuştuk. Röportajı sonuna kadar okuyanları bir de sürpriz bekliyor.

Yıllarca seni sahnelerde davulcu olarak izledik. Vokallerini yaptığın bir solo proje fikri nasıl ortaya çıktı?

2010 yılında Multitap‘la yaptığımız Vay Arkadaş filminin müziklerinde “Full Depo” isimli bir şarkıyı da ben söylemiştim. O tarihten beri konserlerde söylüyoruz. Ciddi bir hayran kitlesi de var. Oradan aldığımız güçle Multitap’ın 2. albümünde “Masumiyet” ve “Ci” isminde 2 şarkı daha yaptık. Bizim daha önceki yaptığımız işlerden çok farklı, kendine özgü bir söyleyiş ve müzik tarzında işlerdi. Herhangi bir müzik janr’ına oturmayan işler. Zaten elimizde sürekli alt yapılarını yaptığımız müzikler ve ona uygun sözler vardı. Teklif geldi ve biz de değerlendirip bu işleri bir araya getirdik sadece.

Multitap’ta daha farklı bir müzik söz konusu ama solo proje Multitap’tan daha farklı bir çizgide ilerliyor. Örneğin Derman’da Aşık Veysel gibi kendi üzerinden bir hikaye anlatarak toplumun hastalıklı yapısına protest bir tavır da olduğunu hissediyoruz. Peki Ali Cihan bize solo projesiyle neler anlatıyor?

Öncelikle böyle bir hisse kapıldığınız için çok sevindim. Çok doğru bir his… Multitap’taki sözleri Selim (Selim Siyami Sümer) yazar. Ama söylem olarak aralarında çok bir fark yok aslında. Ali Cihan’ın ne anlattığı da hemen belli olacak bir şey de değil. Birkaç şarkı daha var yayılmayı bekleyen. Aslında biraz öznel şarkılar ama yaşadığımız dönemlere dokunan şeyler de var içlerinde. Her şeyi belli ederek söylemek çok doğru ve tercih ettiğimiz bir yöntem de değil açıkçası.

Derman’da özellikle insanların arasındaki yozlaşmış ilişkiye, adaletsizliğe, sahtekarlığa da bir eleştiri görüyoruz.

Biraz öyle. Bunları zaten günlük hayatta sürekli yaşıyoruz. Onların biraz da karşılığı gibi oluyor ama müzikle sürekli olarak vermek istediğim bir şey de değil bu aslında. “Bizim Sesimiz” ve “Benden Dışarı” diye şarkılar var mesela. Bu şarkıları dinlediğinizde o konseptten daha farklı parçalar olduğunu da anlayabilirsiniz.

Dinlediğimiz şarkılardan Eşkiya soundtrack’i olarak bildiğimiz “Karanlığın Ortasında” da var. Ancak parça cover olsa da sana aitmiş hissiyatını veriyor bizlere.

Zaten şarkıları seçerken bu durumu gözeterek seçtik. Birkaç tane şarkı da öyle oldu bu sebeple.

MFÖ’den “Anında Görüntü” var bir de konserlerde de çaldığınız?

Evet, onun hikayesi de apayrı. Çocukluğumdan beri söylediğim bir şarkıydı. O olmazsa olmazdı.

Multitap ile bugüne kadar bir dinleyici kitleniz oluştu. Peki solo projeyle farklı kitlelere ulaşmak gibi bir çaban var mı? Senin ulaşmak istediğin hedef kitle kim olacak bu projeyle?

2009’dan beri senelerdir bizi yalnız bırakmayan bir dinleyici kitlemiz var, çok sağolsunlar. Zaten sahnede Selim ve Taçkın da var. Sertaç hariç Multitap sahnedeymiş gibi bir durum var. Dolayısıyla zaten 3’ümüzün çıktığı bir yere Multitap seyircisi de ilgi gösterecektir. Full Depo’yla özellikle hiç tahmin edemeyeceğimiz bir kitleye ulaştık zaten. Bir gün yolda yürürken 2 tane genç yanıma gelip “Ali abi biz seni Avcılar’da arabada otururken falan hep dinliyoruz” da diyebiliyor. Yine çıktığımız festivallerde de Full Depo’yu dinleyip, bizi sevenler oluyor. Zaten öyle çok planlı bir şekilde ulaşmak istediğimiz bir hedef kitle de yok açıkçası. Bizim yaptığımız işler de öyle çok büyük kitlelere seslenmez. Seven, takip eden bir kitleye hitap ettiği için de benim için biraz daha kıymetli oluyor. Asıl amaç her zaman müzik yapabilmek, müzikle yaşayabilmek. Bu da onun bir parçası…

Bu arada hazır lafı gelmişken Multitap’ta durumlar nedir?

Sürekli beraberiz. Çok sık görüşüyoruz. Beraber kalıyorduk hatta. Gündemde Multitap ile ilgili bir şey yok şu an. Belki söyleyecek başka sözler vardır. Belki bu yüzden bekliyoruzdur. 🙂 Herkesin müzikle alakalı farklı projeleri de var. Selim’le Taçkın’ın, Sertaç’ın başka projeleri de var. Yine benim olayı da birlikte yapıyoruz.

Peki onuda hemen soralım. Konserlerde ve kayıtlarda sana kimler eşlik ediyor? Kayıt sürecinden biraz bahseder misin?

3-4 tane parça var sözler bana ait. Müzikleri ve düzenlemeleri Taçkın Bilal ve Selim Siyami Sümer‘e ait şarkılar var. Yine sahnede de bana eşlik ediyorlar. Perküsyonda Gökhan abi var yine bize eşlik eden. Sürekli yeni bir şeyler yapıyoruz. Selim’le Taçkın DJ Setup’ının başında. Bazı şarkılarda gitar ve bas gitar çalıyorlar. Davul yok ama bu olmayacak anlamına da gelmiyor. Kayıtlarda perküsyonda Yaşar Akpençe çaldı. Perdesiz gitarlarda Mehmet Erdem ve Uğur Varol eşlik etti bize. Çok da güzel çaldılar. Şu an kemik bir kadroyla ilerliyoruz fakar bu değişmeye, zenginleşmeye çok müsait bir de proje. Çok yeni bir durum benim için de aralık başında daha ilk konseri yaptık ve bu durumu da sıklaştırmaya çalışıyoruz.

Şu an bir single yayınlandı. Bundan sonra bir EP yayınlanması mı planlanıyor yoksa yine tek tek single yayınlanmaya devam mı edilecek?

Şu an yine şarkıları birer birer single olarak paylaşalım konuşmaları var. Bu şekilde yayınlanması bana da çok uyuyor açıkçası. Biraz daha eski usülle gitmek istiyoruz. Eskiden gruplar öyle yaparmış. Şarkıları yapıyorlar, sonra bir turneye çıkıp, bu şarkıları konserlerde söylüyorlar. Gelen tepkiye göre de o şarkıları yayınlayıp yayınlamayacaklarına, düzenleme yapılıp değişip değişmeyeceğine bakıyorlarmış. Biraz ben de onu uygulamak istiyorum. Şu an seyircinin hiç bilmediği şarkılar söylüyorum konserlerde. Daha doğru söyledim geçtiğimiz konserde. Enterasan güzel tepkilerde aldık. Daha yayınlanmamış 7-8 tane parça var elimizde ve istediğimiz şeyleri yapabilirmişiz gibi geliyor.

En yakın 30 Ocak’ta Bronx’ta bir konserin olduğunu biliyoruz. Bunun haricinde belirlenen konserler var mı?

Ocak ayı için bir teklif daha aldık. Ancak onu şubat ayına erteledik. Şubat ayı içerisinde bir konserimiz daha olacak diyebiliriz şimdilik.

30 Ocak’a kadar bir parça daha yayınlanacak diye biliyoruz. Yeni paylaşılacak işler var mı?

İlk konserin görüntülerinden bir parça daha yayınlanacak. Güzel olan kayıtlar var. Hiç duyulmamış şarkılardan birkaç tane de bu şekilde yayınlayalım istiyoruz. Belli kurallar dahilinde konser, klip yayınlamak değil de bazı şarkıları da böyle ham halleriyle internet üzerinden paylaşmak istiyoruz.

Full Depo sonrasında sana gelen başka soundtrack çalışmaları var mı peki?

Şu an yok. Ancak o şarkıyı yaptığımdan beri teklifler geliyor. Öyle birkaç bir şey var. Film müziği yapan arkadaşlarla konuşuyoruz. Yeni bir şey çıktığı için şu an herkes birşeyler yapmak da istiyor açıkçası. Sen hiçbir şey söylemesen de insanlar yakıştırmalar yapıyor. “Aa bu şarkı buraya çok iyi olur” şeklinde. Hatta yakın çevreden arkadaşlar izledikleri filmlerin, dizilerin sesini kısıp benim şarkıyı dinliyorlar. “True Detective’e çok güzel oldu abi”,“Bu filme olmadı ama” şeklinde yorumlar da alıyorum.

Müziğini dinlediğimiz zaman etkileşimde olduğunu düşündüğümüz birçok ismi görüyoruz. Bazen Babazula, Nekropsi gibi birbirinden farklı yerli grupların etkileşimlerini görürken, bazense Massive Attack etkileşimini hissediyoruz. Bize yansıyan kısımda bu etkileri görüyoruz; senin tarafında müziğin bu isimlerle eşleşiyor mu? 

Full Depo’yu yapmadan önce 2010 yılında Kuruçeşme’de Massive Attack konseri vardı. Hala en çok sevdiğim gruplardan bir tanesidir. Onada grupla birlikte gitmiştik ve o konserden özellikle çok etkilenmiştik. “Derman”ı özellikle Massive Attack’ın “Inertia Creeps” parçasına çok benzetenler de oldu. Böyle bir şarkıya benzetilmesi beni çok sevindiriyor. Teknik açıdan çok benzemese de hissiyat olarak anımsatmalar oluyor. Yine konserlerde söylediğimiz Eşkiya filminin soundtracki “Karanlığın Ortasında” parçasında da benzer hissiyatlar var. Murat abi (Ertel), Levent abi (Akman)‘yi yaptıkları müzik, ilham aldıkları insanlar, söylemleri olsun Babazula’yı da çok severim yine. Henüz yolun başındayım ama onlar gibi o yolda ilerlemek isterim. Nekropsi’yi de çok severim. Yine davulcuları Cevdet’le de (Erek) çok görüşürüz.

Bu isimlerin haricinde müziğinde kimlerin etkisini görüyoruz?

Onun haricinde bu ayın 21’inde İstanbul’da konseri olan Tricky vardır. Kaan Tangöze’nin son yaptığı solo albüm çok güzel. Geçtiğimiz yazında başından beri bağlamayla uğraşıyorum aslında. Bizim aşık edebiyatındaki ozanlardan çok etkileniyorum. Özellikle Pir Sultan Abdal, Dadaloğlu, Köroğlu, Karacaoğlan, Aşık Veysel, Mahsuni Şerif gibi aşık ozanların sürekli gezerek, enstrümanlarıyla birşeyler anlatması bana çok fazla ilham veriyor. Hatta cover olarak yapmak istediğim Mahsuni Şerif’in bir türküsü vardı “Tersname” diye. Biz yapsak mı yapmasak mı diye konuşurken bir baktık Kaan Tangöze albüme koymuş. Çok da güzel olmuş. Bunların dışında Hip Hop ve Rap’ten de etkilendiğim bir çok isim var.

Son zamanlarda yerli müzik sahnesinde dikkatini çeken, beğendiğin grup veya müzisyenler var mı?

Bu aralar Adamlar’ı çok beğeniyorum. Yazdıkları sözleri, canlı performansları özellikle çok başarılı. Mode XL‘in geçtiğimiz yıl çıkardığı albümü yine çok beğeniyorum. Zamanında yine Beyoğlu’nda bir mekan işletirken 3 konser yaptığımız Yüzyüzeyken Konuşuruz‘u da çok beğenip, destekliyorum. Gerçekten çok yetenekli çalışkan müzisyenler var ülkede. Onların bir şekilde duyurulması gerekiyor.

Müzisyen kimliğinin dışında mekan işletmeciği kısmında da bulunan biri olarak, gruplardan çok sık duyduğumuz konser verdiğimiz mekanlarda “sesimizi duyamıyoruz” veya mekanların müzisyenlerle kurduğu ticari ilişkiler konusundaki sıkıntılarla ilgili olarak ne söylemek istersin?

İzmir’e konsere gittik. Adam bize bozuk attı. 3 tane klavyeyle konsere mi gelinir falan dedi. Diyecek bir şey yok. Bu çözülecek bir durum değil. Mekanın başındaki adamların zaten müzikle bir haşır neşirliği varsa zaten yapacağı ilk şey, iyi bir ses sistemi koyması oluyor. Bunu müziğin içinden gelmemiş biri o kadar düşünmez. Ama İstanbul’daki mekanların o kadar da kötü olduğunu düşünmüyorum. Özellikle belli başlı birkaç mekanda oldukça güzel konserler de seyrediyoruz. Mesela geçenlerde Peyote’de Kes ve The Ringo Jets izledim. Sesler harika geliyordu. Fakat yurtdışından booking yapmış, ses yerlerde olan mekanlarda yok değil. Yazık oluyor tabii.

Mekan işletmek tamamen ticari bir durum. Bundan kaçış yok. Müzisyenler ayda 1-2 kere konser yapıyorlar ve bu onların en önemli günü oluyor. Ama mekancı tarafından baktığın zaman belki de ayda 30-40 tane konser yapıyor. Grubun biri geliyor biri gidiyor. Gruplar sesimi duyamıyorum diyor “Ya yaparsın, duyarsın” diyerek geçiştiriyor mesela. Mekanların müzisyenlere biraz daha inanmaları gerekiyor.

Mekan açmak biraz adanmışlık, müzik sevgisi ister. Mekanı açan kişide bunlar yoksa işi kotaramazlar. Bu iş tamamen ticaret mantığıyla yapılacak bir şey değil. Tek başına değerlendirebileceğin bir şey de değil mekancı; o gruplarla birlikte müziğin içinde var olabilecek bir adam. Ben bu işi yıllarca yaptım. Yaptığım zaman ilk göz önüne aldığım şey, müzisyenleri rahat ettirmekti. Bu davranışımın altında yatan şey de müzisyen olmamdı. Bilirim ki orada bilet satılmamış, az adam gelmiş vs. diye düşünmeden o performansı düzgün yapabilmeleri için uğraşırdım.

Mekanların müzisyenlerle arasında diyalog kurabilecek, onların dilini anlayabilecek birine ihtiyaç var sanki senin gibi. Örneğin: Karga’da Tayfun Polat, Peyote’de eskiden Hakan Orman, şimdi Emre Aksoy gibi…

Bu saydığın insanlar başta da bahsettiğim gibi bu işe baş koymuş adamlar. Onların ismi geçtiği zaman büyük bir saygı ve sevgiyle anarlar. Hiç kimse kötü bir şey söylemez.

Yıldız Teknik Üniversitesi Vurmalı Çalgılar bölümünde eğitim aldığını biliyoruz. Peki ülkedeki müzik üzerine eğitim kurumlarını düşündüğümüzde okullar, müzisyenlerin yaratıcılıklarını kısıtlıyor mu? Sence eğitim bu işin neresinde duruyor?

Sanatla ilgili bölümlerde işin okulunu okuduğun zaman işin en ince detayına kadar girdiğin için yaptığın şeyden soğuyabiliyorsun. Müziğin de başka diğer sanat dallarının da okullarda okunarak öğrenilebileceğini düşünmüyorum sadece.

Müzik yapmanın cool bir tarafı var kuşkusuz. Dışarıdan bakınca genel de insanlar sadece bu yönüne bakarak değerlendiriyor. İnsanların genel olarak aklında “müzisyenin şaşalı bir yaşam sürdüğü” yönünde bir izlenimi var. Maddi – manevi harcanan emekleri, zamanı düşününce senin bugüne kadarki müzik hayatın nasıl geçti?

Açıkçası müziğin belli alanlarında rahat bir yaşam, kolay kazanılan bir para durumu var. Stüdyo müzisyenleri, keman grupları, bağlamacılar vs. gidiyorlar, çalıyorlar; evlerini, arabalarını alıyorlar.  Aynı şekilde daha büyük topluluklara hitap eden müzisyenlerde de şan şöhret durumu var ama alternatif tayfada böyle bir durum olduğunu düşünmüyorum. Alternatif takılan genellikle işin dayak yiyen tarafı oluyor. Ailene “Müzisyen olacağım” dersin; peder sana “Aç mı kalacaksın”, “Bırak müzisyenliği git adam gibi oku” dediğinde çilesi başlar. Bizler için zaten müziğe başlamak lanetin başlaması oluyor.

Geçmişten bugüne bu topraklardaki müzisyenler adam yerine konulmadı. Bende çok çilesini çektim, hala çekiyorum. Kimsenin kimseye tahammülü olmayan bir yerde sen 4-5 tane adamla aynı kafada, aynı çizgide belli bir hayat çizgisi ortaya koymaya çalışıyorsun. Bunların hepsi bir çile. İnsanlar öyle bir yakıştırmalar yapıyor ki… Sen sahneye çıkıyorsun çalıyorsun. Cebinde 3 lira para yok ama o aşağıdaki adam öyle düşünmüyor. Alelade bir yerlerden aldığım botları görüp, “Sen bunu nereden aldın? New York’tan mı?” diyor.

Müzik benim için bir yaşam şekliydi. Var olabilme gayesiydi. Bu yüzden buna çok saygı duyan insanlarla beraber olmaya çalıştım. Yapacağım her şeyin, kazanacağım her paranın tekrar müziğe döneceğine inandım. Eskiden bu konuda çok katıydım. Bir müzisyenin başka hiçbir şeyle uğraşmaması gerektiğini düşünürdüm ve uygulardım ama bu şekilde de yürümediğini gördüm. Bir elin yağda bir elin baldayken de üretim yapamıyorsun. Bir ayağını devamlı çukurda bırakmak da seni besliyor. Ama çok güzel paralar da kazandım. Avrupa’yı gezdim. Çok faydasını da gördüm. 

Son zamanlarda müzisyenler tarafından dile getirilen “konserde gürültü yapan dinleyiciden şikayetçi olma durumuna” ne diyorsun?

Aylin Aslım’ın yazısını okuduktan sonra çok üzüldüm. Ama bunun önüne geçemezsin. Bu yeni patlayan bir mevzu ama bundan 3-4 sene önce Bülent Ortaçgil Bronx’ta fırça attı. Bırakıyordu konseri. Babazula konserinde de aynı şey oldu. Murat abi, “Bi’ durun beyler, yeter artık” dedi.

Bazı şeyleri çıt çıkartmadan dinlemek gerekiyor. Eskiden Zeki Müren çatal, bıçak sesine bile tahammül edemiyormuş. O kadar da değil bence. Eski kültürdeki gibi çıt çıkartmadan gelen kişinin dinlemesi mümkün değil; ama oraya gelen illa ki ses çıkartacak. Bu durum katlanılmaz boyutlara geldiğinde müdahale etmek gerekiyor.  

2 yıl önce İbrahim Maalouf konserine gittim. Beirut şarkısının trompetle uzun bir introsu var. Oldukça sessiz. Sinek vızıldasa duyulur. Konserden önce ne olacağını çok merak etmiştim. Çıt çıksa duyulacak çünkü. İbrahim Maalouf şarkıya girdi ve çıt yok. Şarkı bittiğinde şarkıyı değil seyirci alkışladım.

Tags: , ,

İlginizi Çekebilir

Just Kids: “Çocuklara Yardım İçin Buluşuyoruz” | 13 Şubat @ Kontra Record Store
BBI YERLİ #19 | “Alarga”

Yazar

Bize Katıl!