RÖPORTAJ | Tayfun Polat: “…bağımsız müzik sadece tavırdır”

Röportaj

Röportaj: Halil Cengiz Karakuyu

Tayfun Polat, Indie sahnemizin en önde gelen figürlerinden birisi olarak göze çarpıyor. Açık Radyo’da her pazartesi “Anaakımın dışında kalanlar” sloganıyla yaptığı radyo programı “Yerli”de çoğunluğun adını bile duymadığı, hatta Shazam’ın bile bilmediği grupları çalıyor, konuk ediyor. Radyo DJ’liğinin misyonunun yanında Mecmua editörlüğü, ve uzun yıllardan bu yana Karga dendiğinde “Tayfun abi…!” cevabıyla bütünleşen bir görevi var; “abilik!”

Resmi röportaj girişi goygoyunu yaptıktan sonra Tayfun Polat’ın kendi adıma önemini yazmak istiyorum. Şu an piyasada ne dönüyor ne bitiyor öğrenmek istiyorsanız ve Türkiye genelinde son çıkan adamakıllı grup bilgilerini arıyorsanız bu adamın eline bakmak durumunda kalıyorsunuz. Çünkü hiç kimse onun kadar “yerli” müzik takip etmiyor, etseler bile onun kadar üzerine düşünüp yazmıyorlar. Nereden buluyor bilmiyorum ama Soundcloud’da 3 kişi tarafından bile takip edilmeyen ama “düzgün” müzik yapan insanları bir şekilde bulup çıkartıyor, insanların beğenisine sunuyor. Kendisi Türkiye’nin John Peel’idir. Bu kadarı yeterli sanırım. Medya ve Indie konulu röportajımızı aşağıda yayınlıyoruz. Bir iki küçük imla yanlışı ve iki üç yanlış anlaşılma cümlesi dışında bir yerine dokunulmadı, saf olarak sizlere sunuldu.

Yerli’nin temel sebebi “anaakım dışında kalan gruplar”ı tanıtmak. Bir grubun anaakım dışında kalması senin için neyi ifade ediyor?

T.P: Anaakım iktisadi bir kelime. Anaakım medya da pazar ekonomisinin destekleyicisi.

Oturmamış müzik sektörümüzde pek çok yalan yanlış uygulama var. Ama programı yapmaya başladığım 2011 yılında hâlâ hâkim pozisyondaydı müzik firmaları. Ve anaakım medya da doğal olarak bu ekonomiyi destekler haldeydi. Müzik firmalarının etkisi azalmış olsa da hâlâ anaakım medyada yer bulamayan çok müzisyen var. Programın cingılı için kısacık bir tanım istediler o zaman. “Bağımsız müzik” çok spekülatif geldi. Bağımsız müzik üzerine çok yazdım, çizdim, tartışmalar yaptım; biliyorum ki bizde (ve belki de dünyada) bağımsız müziğin herkesin kabul ettiği bir tarifi yok. Bağımsız müziğin son yıllardaki yükselişiyle birlikte daha geniş paydalarda katılımla bir tarif yapılabilir, ama yine de sübjektif olacaktır. Ben programın adını “yerli” koyarken bir şeyi tırnak içine aldım zaten. O tırnak yerli diye her şeyi de çalmayacağım demek. Sübjektif bir seçki zaten. Bunun yanına bir sübjektif sıfat daha koymak istemedim. Programın amacı zaten anaakım medyada seslerini duyuramayan müzisyenleri ve grupları duyurmak, tanıtmak.

Ama anaakımın dışında kalanlar, salt medyada yer alamayanlar değil benim için. Keza programa anaakım medyanın da ilgi gösterdiği pek çok ismi davet ettim ya da çaldım. Burada benim bağımsız müzik tanımım devreye giriyor. Bana göre bağımsız müzik sadece “tavır”dır. Majör plak firmalarıyla çalışmak, sponsorlarla çalışmak, anaakım medyada haber değeri taşımak, popüler olmak, çok satmak… Bunların hiçbiri bir müzisyenin üretim sürecinde etkili olamaz, o müzisyen bağımsız müzik yapıyorsa. Ben bağımsızlığı salt üretim süreciyle sınırlıyorum. Sonrasında olacakları düşünerek müzik yaparsanız, plan yaparsanız, pazar için müzik yapıyorsunuz demektir bence. Oysa pazarın hiçbir refleksini kaale almadan müzik düşünüp, üretip, tamamen bağımsız kalıp pazarda var olabilirsiniz, anaakıma dahil olabilirsiniz. Bunun çok örneği de var zaten -ki bu anaakımı geliştirip zenginleştirir. Pazar, her zamanki refleksleriyle biraz popüler olmuş farklı bir sesi satmaya çalışacaktır. Onlarca kopyası ve yeni ürünüyle birlikte. Sadece müzik olarak da düşünmeden. Modası, telefonu, sineması, TV dizisi, reklamları… Sökün edip gelir gerisi. Ama müzisyeni bağlamaz bunlar. “Anaakımın dışında kalanları” bağlamaz. Kaldı ki, hiçbir plak firmasına, televizyonlara, kanaat önderlerinin kritiklerine, medyaya ihtiyaç kalınmayan bu günlerde, zaten ne oluyorsa ana akımın dışında oluyor.

Ana akım olan müzik firmalarının etkisi azalmaya başladı diyorsun. Ne oldu da etkileri azaldı? Şu an Türkiye’de ne gibi farklılıklar var?

T.P: Dünya ölçeğinde etkinin azalması daha zamana yayılmış ve uzunca anlatılması gereken bir konu. Ama yine de esas kırılma 90’ların sonunda oldu. Napster ve mp3 indirme mevzusuyla. Korsan mevzusu yani. Fakat aradan geçen zamanda hızla yaşanan teknolojik gelişmeler iki büyük etki daha yarattı. Evde kayıt yapmanın kolaylaşması ile prodüksiyon maliyetlerinin düşüşü. Ve internet sayesinde müzisyenin hiçbir aracıya ihtiyacı kalmadan müziğini paylaşabilmesi, dinleyiciyle buluşabilmesi.

Şimdi şöyle düşünelim, müzisyenim, kayıtlarımı kendim alıyorum, en basit demo kaydını internete koyunca bile bir dinleyici kitlesi oluşturabiliyorum. Telefonla dahi bir klip çekebiliyorum. Bunu da internete koyarak dinleyici sayımı arttırabiliyorum. Sosyal medyayı kullanarak kendi medyamı oluşturuyorum. Geriye sadece CD basmak kalıyor, e onu da kendim yapabiliyorum. Müzik firması bunlar dışında bana ne veriyor?

Bir de artık albüm satmıyor. CD player üretilmiyor yahu. Her şey dijital download ve iTunes, YouTube, Spotify, Deezer vb. içerik sağlayıcıların ödediği telifler üzerinden gidiyor. Müzik firmaları da önden bir single yayınlayıp, satışına ve gördüğü ilgiye bakıp albüm çıkarıp çıkarmamaya karar veriyor. Albüm de önce dijital platformlarda çıkıyor. Oradaki satışlara göre CD basılıp basılmayacağına karar veriliyor. Basılan CD adedi de 1000 falan. Büyük büyük isimler için bile durum bu. Böyleyken, müzisyen niye bir firmayla anlaşsın? O dijital platformlarla kendisi anlaşabiliyor zaten. Ya da ufak bir label kurması yetiyor.

Bizdeki durum ufak nüanslar yüzünden büyük farklılıklar gösteriyor. Lisanslama işini bir memlekette 5 ayrı meslek odası yürütür mü? Telif ödeyecekken bu firmaların her biriyle ayrı anlaşma yapmak zorunda misal müzik çalan mekânlar. Ve telifleri toplayan bu tekeller, üyeleri arasında eşit dağıtıyor bu telifleri. Bildiğim çok köklü bir gruptan arkadaşım dert yanmıştı, ki grubun tüm besteleri ve şarkı sözler kendisine ait, “Albüm iki haftada 50 bin kere download edilmiş, meslek odası 1,5 lira telif yatırmış,” diye. Diğer taraftan dijital âlemde başları tutan firmalar muhatap bulamıyor karşısında telif ödemek için. Müzik firmalarıyla anlaşma yapıyor mecburen. Firmalar da hâlâ duruma uyanamayan kişiler tarafından yönetildiğinden süper astronomik paralar istiyorlar. Sanki böyle bir piyasa var. Hesap çok basit, YouTube izlendikçe sana para ödeyecek. “BEN KOSKOCAMAN X FİRMASIYIM” dediğin için para ödemiyor, kaç kişi izlerse bir videoyu, o videonun sahibine para ödüyor. Yani ben Tayfun Polat olarak evimde oğlumun komikliklerini çekip, noterde tasdikleyip, bir şahıs firması kursam ve YouTube ile anlaşsam, video izlendikçe para kazanacağım. Hesap bu.

Meselenin bizdeki bir diğer çarpık tarafı da şu, hâlâ booking ajansları ve promoter’lar albümü olmayan gruba sahne vermiyorlar kolay kolay. O CD’yi basmak, kartvizit bastırmak yani. Hatır gönül ve eş dost dinamikleri devrede hâlâ. Çok şükür, son dönem çıkan gençler bu dinamiklerin hiçbirine dahil olmadan sağladıkları başarılarla firmaları da, promoter’ları da, booking ajanlarını da ayaklarına getirebildiler. Örnekler her geçen gün artıyor. Artacak da.

Tabii bir başka boyut daha var; dijital dünyada bir müzik dosyasıyla ya da klasörüyle ilişki kurma biçimiyle elinde tuttuğun bir cisimle ilişki kurma biçimi arasında dağlar kadar fark var. Bir harddisc’teki binlerce dosya arasından biriyle sadece müziği dinleyerek nasıl bir ilişki kurarsın? Dinlediğin albümün cover art’ına da sahip olsan bile? Oysa, kaset, CD, plak, beş duyuya birden hitap eder. Plak kokusu diye bir şey var yahu. O albümü almaya gittiğin gün olanları bile hatırlarsın eline aldığında. Plaktaki ses kalitesine falan hiç girmiyorum bile.

Bu nedenle müzik firmaları var olacaklar. Nasıl yeniden kaset bile basılmaya başladıysa Avrupa’da (ki ses kalitesi CD’den iyidir ve medya daha dayanıklıdır), nasıl plağa büyük bir geri dönüş varsa, CD üretilmeye de devam edecek. İyi bir müzik dinleyicisi hangi albüme dijital olarak, hangisine diğer formatlarda sahip olmak istiyorsa seçimini yapacak. Dolayısıyla müzik firmaları da hep olacak. Ama eğilimleri ölçmekte böyle giderse hep geriden gelecekler.

Müzisyen albüm satışından para kazanmıyor. Çok net. Daha çok konser yapması gerek. Bunun için de müzik firmasına ihtiyacı kalmadı açıkçası. Albümünü, üretimini dijital olarak yükler. Ses konusunda hassassa, ne yapar, ne eder plak için diretir. Plak ölmez çünkü. Majör firmaların bile plak basmaya geri döndüğü bir dönemdeyiz. Müzik firmasından albüm çıkartmanın yakın gelecekte böyle bir avantajı olmaya başlayabilir. Müzisyenin tek başına yapamadığı bir tek bu var çünkü.

Yani müzik sektörümüz yeni “dijital dönem”in getirdiği değişikliklere uyum sağlayamadı.  Bu bahsettiğin “gençler” -yani şirketler ile çok sıkı fıkı olmayan ve kendi başlarına kayıtlar yapıp bir şeyler başaran müzisyenler- şu anda anaakım medyada dip not olmaktan öteye pek geçemiyorlar. Ama bir şekilde dinleniyorlar, konserler veriyorlar, hatta yurtdışında ciddi organizasyonlarda çalıyorlar. Anaakım medya neden bu gruplara ilgisiz? ya da bu ilgiye ihtiyaçları var mı?

T.P: Yanıta bir dizi soruyla başlamak lazım:

  1. Anaakım medyada müziği geçelim, kültür-sanat için ayrılan pay nedir?
  2. Memleketin kültür-sanat politikası (hegemonya mı desek yoksa) nedir?
  3. Memlekette kaç tane ulusal gazetenin, müziği geçtim, kültür-sanat editörü var?
  4. Memlekette kaç tane müzik yazarı var?

Müzik kanallarının durumu ortada. Birkaç sene öncesine kadar ülkenin en çok izlenen müzik kanalında video klibinizin dönmesi için para ödemeniz gerekiyordu. Listelere girmek ya da liste başı olmak için ise misli misli para ödeniyordu. Şu anda bedelsiz klip yayınlıyorlarsa da ezbere devam ediyorlar.

Memlekette şu an anaakım medyaya ait bir tane süreli müzik yayını yok. 

Hasbel kader bir gazetede müzik muhabirliği yapan sayılı gazetecilerin de çoğunun belli bir ezbere devam ettikleri ortada. Memlekette müzik kritiği yapabilen gazeteci neredeyse yok. Müzik yazarlarına ise anaakım medyada pek yer yok. En fazla hafta sonu ekleri. Müzik yazarı çok şanslıysa, haftada bir yazı yazacak anaakım medyaya. Onda da kendi beğenileri ve bilgisi dahilinde yazıyor, normal olarak. Aslında anaakım medya ilgisiz değil. Anaakım medyada yer yok bu gruplara / müzisyenlere. Bildiğin anlamda yer yok.

Bir tek, anaakım medya yan kuruluşu dahi olsa radyolarda yer bulabiliyorlar. Orada çünkü ciddi bir içerik temini gerek. Ve biraz öne çıkan, ilgi gören bir bağımsız müzisyen, grup, radyoda kendine yer bulabilir.

Gelelim bağımsız medyaya. Buradan kastım bir sermaye grubuna bağlı olmadan ayakta kalmaya çalışanlar. Açıkçası bu alanda çalışan arkadaşlar ellerinden geldiğince ve bilgileri, birikimleri kadarıyla destek oluyorlar. Gazete, dergi, radyo, TV, haber portalı, fanzin, web sitesi vb. Olan bitene sadece sermaye ve tüketim gözlüğüyle bakmadıklarından, diledikleri, keşfettikleri, beğendikleri müzisynlere destek oluyorlar. Ama sonuçta kitleleri belli.

Sorunun ikinci kısmı için tek bir örnek vereceğim. Yüzyüzeyken Konuşuruz‘un solisti ve söz yazarı Kaan Boşnak‘ın, grubu kurulmadan ve tek bir konser bile vermeden önce internete yüklediği videoları yüz binlerce kişi izlemişti. Bu ilgi karşısında müziğini sahneye taşıdı. Hemen hiçbir özel numara yapmadan (sosyal medyayı kullanmadan, bir tek demo, EP, single bile yayınlamadan) konserler düzenlemeye başladılar. Ve ilk konserden itibaren izleyici kitleleri hazırdı. İlk albüm çıktıktan sonra bile medyanın ilgisini çekemedi doğru dürüst. Tabii bu arada sosyal medya, bağımsız medya büyük ilgi gösterdi gruba. İkinci albüme uyananlar oldu. Birkaç röportaj çıktı. Şu anda grup ortalama ayda 5-6 konser veriyor. Yani para kazanabiliyorlar müzikleriyle. Anaakım medya niye umurlarında olsun ki?

She Past Away senede ortalama 80-90 konser veriyor. Bunların sadece bir iki tanesi Türkiye’de. Dünyayı geziyorlar. Neylesinler burada anaakımda yazan bir köşe yazarının, bir müzik yazarının kendileri hakkında ahkâm kesmesini?

Çünkü çok basit. Bu grupların / müzisyenlerin hitap ettiği dinleyici kitlesi gazete okumuyor, televizyon izlemiyor. Ama hepsi internet kullanıcısı. Ve bu anlamda hepsi müzisyenlere eşit mesafedeler. Dolayısıyla bu “gençler”e anaakımın ilgi göstermemesi onların umurlarında değil.

Şu ana kadar konuştuklarımızdan eskimiş, çağ gerisinde kalmış bir müzik medyasına sahip olduğumuzu ve apayrı bir müzisyen jenerasyonu olduğu sonucuna varıyorum. Peki internet’ten önce bağımsız müzik nasıldı? Yani şu an bahsettiğimiz bağımsız grupların 10 sene önceki izdüşümleri, “abi”leri seslerini nasıl duyuruyorlardı?

T.P: 10 sene önce, internette şimdikine göre bir hayli kısıtlı bir paylaşım olanağı vardı. Ama vardı. MySpace vardı. Dünya çapında yıldızlar çıktı MySpace‘den. Bizdeki gruplar dünya ölçeğinde bilinirliklerini arttıramadılar, ama dünya üzerine yayılmış bir dinleyici kitlesi edinme şansı buldular en azından. Bunun da realitede ya da ekonomik anlamda bir geri dönüşümü olmadı gruplara. MySpace‘in son dönemine yetişmiş Büyük Ev Ablukada, bizde bu mecrada fark edilip başarıya ulaşmış tek örnek. Ama onların hikâyesi çok farklı. Şöyle örnekleyelim, Ayyuka şu an memleketteki kalburüstü müzik yapan gruplardan biri. 8 sene önce ilk albümlerini çıkarttılar. İlk albümün çıkma koşulları ve sonrasında ortadaki müzikalitenin hak ettiği ilgiyi bulamaması (burada elbet tanıtılmaması, medya ilgisizliği ve sosyal medyanın şu andaki gibi kullanılamıyor oluşu da etkendir), onları “niş” müzik yapan bir grup pozisyonuna soktu. Bir duralama dönemi geldi ardından. Uzun süre sonra da peş peşe iki albüm daha çıkarttılar. Ayyuka‘nın şu andaki takipçi kitlesi o zamandaki kitlesi üzerine sayıca çok artmadı. Hâlâ bilen biliyor modelinde bir grup. Ama üç yıl önce kurulmuş bir grup, misal Kaç Canım Kalmış, Ayyuka‘dan daha fazla dinleyici kitlesine ulaşabiliyor. Buradaki fark müzikalite değil. Son on yılda gelen sayıca çok fazla, interneti yemek gibi, su gibi, bir ihtiyaç olarak kullanan genç müzik dinleyicisi ve bu yeni dinleyicinin müzikal beğenileri. Bu çok kapsamlı bir inceleme gerektiren mevzu. Ayrıca soru da bu değil. Ama durum bu.

10 sene önceki “abiler/ablalar”, bir kere her şeyden önce çok daha sofistike müzik yapıyorlardı. Deniyorlardı. Çok kapalı bir devrede, çok kapalı bir sahnede, kendi kitlelerini oluşturdular. Çala çala ve deneye deneye. O zaman yayımlanmakta olan birkaç müzik dergisi ve birkaç ulusal yayının hafta sonu ekinde de kendilerine yer buldular. Bulmaları da gerekiyordu, çünkü başka müzik yoktu. Ama ulusal yayın yapan televizyon kanalları ya da da radyo istasyonlarında yer alamadılar. Bir önceki soruda anlattığım sebeplerden. Pop müzik hâlâ geçer akçeydi, dinleyicisi vardı. Birkaç müzik kanalındaki özel programlar ve birkaç bağımsız radyo kanalı daha, yer alabilecekleri yerler bunlarla sınırlıydı. Buralarda seslerini duyurabildiler.

Bir parantez; anaakım medya da, plak firmaları da, organizasyon firmaları da, mekânlar da bağımsız müziği fark etmek zorunda kaldı son 5 yılda. Kafasına göre müzik yaparak büyük dinleyici kitlelerine ulaşabilen bu kadar müzisyen varken, bunu ekonomiye çevirmek farzdır. Sisteme ve pazara dahil etmek. Ama henüz ’90’lardaki gibi fabrikasyon bir üretime geçemediler. Muhtemelen de geçemeyecekler, çünkü bu gençlerin kafası öyle çalışmıyor. İhtiyaçları yok bu sisteme girmeye. Müziklerini talep eden bir dinleyici kitleleri var zaten. Haa, birkaç enteresan laf edeyim, ilginç bir isim bulayım, iki akor basar ben de yaparım bu müziği diyenler pıtırak gibi çoğalmaya başladı tabii. Ama yetenek başka bir şey.

Ama internetten önce bağımsız müzik nasıldı sorusuna yanıt vermek için ’90’lara dönmek gerekir. Ve yanıt tek cümleyle verilebilir; çok zordu. Albüm yapmak imkânsız gibi bir şeydi. Birkaç firma dışında bağımsız müzisyenlere albüm yapan yoktu. Onların da işi yürütebilmek için başka albümler de yapması gerekiyordu, ve pek çok müzik grubuna / müzisyene sıra gelmedi. Çok iyi gruplar var albüm yapamamış. Sayısal olarak çok az grubun kaydı kaldı bugünlere. Ama sayısal olarak da şimdiye göre çok çok az grup / müzisyen vardı zaten. Kayıt imkânlarının kolaylaşması müzik yapmayı çok kolaylaştırdı. Bu da üretim parabolünün son 5-10 yılda büyük bir hızla yukarı yükselmesine neden oldu. Albüm çıkartmayı başaranlar, video klip de çekmek zorundaydı, ki televizyonda görülsün. TRT ve bir iki müzik kanalındaki özel programlar haricinde zaten yayınlatamazlardı kliplerini. Konser sayısı da çok azdı. Dolayısıyla, yalnızca albüm yapmayı başaranlar kalıcı oldular. Sadece müzikleriyle seslerini duyurdular ve bir kitle edinebildiler.

‘(…)daha sofistike müzik yapıyorlardı.’ noktasına kafam takıldı. Buradan “şu an yapılan müzik sofistike değil” diye bir düşünce içerisinde olduğun çıkarımını yapmıyorum; ama Dijital Çağ’daki Bağımsız Türk müziğinde kalite açısından bir farklılık mı var?  

T.P: Bu demin “çok kapsamlı bir inceleme gerektiren” dediğim mevzu aslında. Kısaca anlatmaya çalışayım, burada yazacaklarımı etkileyen pek çok dinamiği eksiltmeye çalışarak; yanıtın Türk müziğiyle alakası yok. ’90’ların ortasında müzikte bir amalgamlaşma yaşandı. Türler birbirine girdi. Post-Rock‘un ortaya çıkışı ve elektronik müziğin yükselişiyle bağımsız müzikte şarkı formu yerle bir oldu. Bu bir yapıbozumdan ziyade harmanlama aslında. 2000’lere girildiğinde müzikal anlamda “yeni” bir öneri yoktu ortamda. Dolayısıyla Post-Punk Revival, Alt., Country, Neo-Psychedelia gibi belli müzikal mirasların devamı türler ve retro gruplar ortaya çıktı. Genel anlamıyla rock müzikte lo-fi estetiği ve müziğin ilerleyen yanının sürdüğünü gördüğümüz Post-Rock üst başlığı, elektronik müzikte de IDM, Glitch gibi soyut ve sınırda türler dışında müzikte “yeni”nin peşine düşen pek bir yol yoktu. 2000’lerin başında bizim bağımsız müzik sahnemizde de baskın olan türlerin elektronik müzik ve Post-Rock olması gayet normal dolayısıyla. Ki Napster‘dan itibaren dünyada olan biten müziğe ulaşmanın da artık çok kolay olduğunu düşünürsek… Sofistikeden kastım bu. Tüm dünyada eşzamanlı olarak bir yenilik arayışı var. 

2000’lerin ortasına gelindiğinde ise bağımsız müzik özelinde söz müziğine ve şarkı formuna bir geri dönüş görülüyor dünyada. Dinleyici müzikte kendiyle özdeşleştirebileceği bir hikâye duymak istiyor özetle. Yeni ozanlar ortaya çıkıyor dünyada. Son yıllarda Orta Amerika’lı Indie‘ciler, Avustralya’lı psikodelikler de müziklerine işlemeye başladılar hikâyeleri. Biz nasıl 90’ların ortasındaki kırılmayı 2000’lerin başında yaşadıysak bu söze geri dönüşü de son beş yıldır yaşıyoruz. Genç kuşaktan çok yetenekli söz yazarları çıkıyor. Söz müziğinde gitar hâkimiyeti belirleyici dünyada. Bizde de karşılığında Cihan Mürtezaoğlu, Selim Saraçoğlu gibi isimler çıkıyor. Dünyada Indie sahnesinde Grizzly Bear varsa, bizde de Can Güngör var. Biraz geriden takip ediyoruz ama arayı da kapatıyoruz.

Ama daha önceden bahsettiğim son 10 yılda sayıları çok fazla artan genç internet kullanıcıları, müzik ararken, daha kolay dinlenebilir, kelime oyunları ya da hınzırlıklarla söz yazan (bu da ayrı ve büyük bir yetenek elbet) müzikleri daha kolay alıyor. Anlatılan hikâye ile kendini daha rahat özdeşleştirebiliyor. Dolayısıyla bu işi iyi kotaran grupların daha fazla dinleyicisi oluyor. Burada söz konusu olan müzikal kalite farklılığı değil. Her türün kendi alıcısı var. İyi olan öne çıkıyor. Ama günümüzde bağımsız müziği takip eden genç dinleyicilerin sözsüz müziği tercih etmedikleri de aşikâr.

Bizde dünyadan farklı olarak ortaya çıkan tek durum şu; çoğunluğu Bilgi Üniversitesi‘nde ve Yıldız Teknik Üniversitesi’nde yetişmiş çok sağlam bir caz müzisyeni kuşağımız var. Ve harika işler ortaya çıkartıyorlar.

Peki artık kapanış sorusuna geliyorum. Şu an büyük değişimler yaşıyoruz, yeni medya’nın yarattığı etkiler çok büyük bir rol oynuyor bağımsız müzik sahnemizde. İlerisi için durumu nasıl olacağını öngörüyorsun? Nasıl bir yöne doğru evrilir sence bütün bu mevzu?

T.P: OK, iki taraflı bir yanıt vereceğim. İlki, yine dünyada yaşanan değişikliklere paralel. Sistem sıkışmış durumda. Ve bunun sancılarını yaşıyor. İleri kapitalizm, neo-liberal ekonomi, kalkınmacı ekonomi… Nasıl ifade edersek edelim sınırlarına dayanmış durumda. Ama ne olursa olsun, kendine yeni pazarlar, yeni stratejiler ve yeni tahakküm alanları bulmak konusunda mahir bir yapıdan bahsediyoruz. Yeni medya da elindeki en büyük potansiyel oyun aracı. Sistem tüketimi teşvik etmek zorunda. Şu anda da en büyük pazar dijital ürünler. Bağımsız müzik âlemini bunun dışında tutamayız. Dijital müzik, maliyetleri de düşünüldüğünde her zaman pazarda büyük payı alacaktır. Ama sistem yarattığı elitlerine ve hatta orta sınıfa da hayaller, zevkler, mutluluklar satmak zorunda. Bu nedenle plak yakın gelecekte belirli bir zümre için satışı yükselen bir ürün olacak bana göre. Hatta kasete bile geri dönüş var. CD’nin bozuluyor olmasını ve ses kalitesini koruyamamasını tüm dünya deneyimledi. Çok daha az CD üretilecek.

Diğer taraftan, kültür ekonomisi ve eğlence sektörü de sistemin mutsuzlaştırdığı ve çaresizleştirdiği bireyler için pazarlanıp satılabilecek bir başka avuntu. Dolayısıyla konserler, festivaller, içki içilen mekânlar ve bu mekânlarda çalan müzik hep olacak. Bilfiil orada bulunamayacaklar ya da parası yetmeyenler için de daha ucuza online konserler, şovlar olacak. Tabii bunun internet TV ayağı da olmak zorunda. Dijital âlemde, daha önce bahsettiğim metanın soyutluğu nedeniyle bir ses dosyasıyla ilişki kurmanın kısıtlılığı sorununa karşı, görsel içerik, video öne çıkıyor. Bu çok gelişecek bir başka pazar. Düşündükçe başka birçok mecranın öne çıkacağını (pazarlanacağını) öngörebiliriz.

İşte bu durumda, bağımsız müzisyenler için büyük fırsatlar var. Sistem yeni parametreleri devreye sokarken, internetin getirdiği eşitlik nedeniyle, bağımsız müzisyenlere hiçbir aracıya ihtiyaç duymadan bu sistem içerisinde kendini ifade etme şansı tanıyor. Zaten yukarıda anlattım; kendi kaydını yap, video ya da görsel içeriğini üret, bağımsız radyonu ya da internet TV’ni kur, sosyal medya ile insanlara ulaş ve konser talebi oluştur. Zaten sadece konserden para kazanıyordun, şimdi dijital download ve dinleme, video izlenmesi gibi akmasa da damlayacak ve senin müziğini bağımsız bir biçimde üretmenin devamlılığını sağlayacak bir ekonomiyi oluşturma şansın var.

Bağımsız müzisyenlerin bir başka şansı daha var; dayanışma. Eksik kısım şimdilik bu. Kolektivite çok az şu anda. Oysa birlikte hareket edilse, bu sistem içerisinde çok büyük kazanımlar elde edilebilir. En basit örnek; kime sorsam plak bastırmak istiyor. Ama maliyetler çok yüksek. Ufak ufak firmalar kendi imkânları ile, yurt dışında plak bastırıyor. Kaç tanesine söyledim, bir araya gelin. Sermayenizi de, emeğinizi de birleştirin. Şu ülkede bir plak fabrikası kurulması ne kadar zor? Yanyana gelmiyor insanlar. Sadece isimlerini alt alta yazabiliyoruz. Oysa sistemi değiştirmenin yolu birlikte hareket etmek. Firmalara karşı, organizasyonlara karşı, medyaya karşı…

Konu buraya gelince, gelelim yanıtın ikinci tarafına. Ki benim esas önemsediğim ve potansiyel gördüğüm taraf bu. Bağımsız müzik karşı kültüre dahildir. Mevcut kültür politikalarını, hegemonyayı kırıp dağıtacak yeni bir dile hiç bu kadar ihtiyaç duymamıştık. Büyük bir baskı var müzik sektörüne, kültür sektörüne. Aynı zamanda da kemikleşmiş bir kast sistemi var. Sadece müzik olarak söylemiyorum. Yapı öyle bir kemikleşmiş, köşe başlarını tutmuş ve statükocu haliyle hareket edemez hale gelmiş ki; bahsettim zaten, güncelin getirdiği yenilikleri fark etmesi bile yıllar alıyor. Hâlâ arkaik reflekslerle tepki veriyor ve olan biteni anlayamıyor. Sadece politik kültürel hegemonyadan bahsetmiyorum. Uğraşılması gereken bir de böyle yapı var. Bu yapının tasfiye edilmesi gerekiyor. Zaten yıllar içinde katman katman oluşturdukları zeminin sarsılmasını yaşıyorlar yaşanan gelişmelerle. Ve mevcut yönetimden bağımsız olarak yüzlerce yılda oluşturulmuş (dil ile, toplumsal kurallar ile, örf ve adetler ile) kültürel hegemonya karşısında yeni bir kültürel hareket başlaması kaçınılmaz olan. Ki zaten başladı, mevcut yönetime burada hakkını teslim edelim, son 10 yıldaki icraatlarıyla ve baskıyı zirveye taşımasıyla toplumun büyük bir kesimini uyandırdı.

Burada bağımsız müziğe büyük bir iş düşüyor. Çünkü yakaladığı ivme ile gündelik olana dair algıları değiştirebilecek ve popüler kültürü etkileyebilecek en büyük potansiyel müzikte. Azımsanmayacak büyüklükte bir kitleye hitap ediyor ve etkiliyor. Ayrıca kültürel kast sistemini ve müzik sektörünün kemikleşmiş (ve o kemiklerdeki kireçlenme ile hareket edemez hale gelmiş) yapısına zaten büyük bir taarruzu var bağımsız müziğin. Kültürel hegemonyayı yıkmak birden olacak iş değil. Ama zaten mücadele de günlük değil. Bağımsız müzik sadece şarkı sözlerinde kullandığı dil ile değil, kendini topluma ifade ederken seçeceği dil ve tavırla hegemonyanın diline karşı çok fazla algıyı etkileyebilir, etkiliyor. Sadece baskı rejiminin uygulamaları ve şiddete karşı algıdan bahsetmiyorum. Beğenerek dinlediği ve sosyal medya’dan takip ettiği müzisyenin Onur Yürüyüşü’ndeki fotoğraflarını gören homofobik bir genci düşünmekten bahsediyorum.

Demin de dedim, dayanışma ve kolektivite eksikliği bir sorun. Buna kafa yorarsak, bir araya gelirsek, benim öngörüm, bağımsız müzik tarihi bir işleve sahip. Ve kültürel hegemonyanın kırılması ve değişiminde en büyük aktörlerden biri olacak. Bunu da yine yeni medyayı kullanarak yapacak tabii ki.

Tags: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

İlginizi Çekebilir

BBI YERLİ #11 | “Alpha Minus”
Dün gece Dorock XL’da neler oldu?

Yazar

BBI Yerli: Rana Türkyılmaz & Kırık Pena

Bize Katıl!