İyi Müzik İçin İyi Dinleyici

Gönül İşiYerli Sahne

Spotify’da önerilenler arasında gezerken eskilerden dinlediğim ve çok sevdiğim yerli bir gruba rastladım. 4-5 yıl evvel heyecan ve merakla dinliyordum. Grubun albümleri ilk çıktığı zaman konserlerine de gitmiştim ve bugün hâlâ pozitif imgelerle hatırladığım bir performansları vardı. Maalesef şimdilerde o gruba dair bir ize rastlamıyorum. Onlara dair tek bildiğim, grup üyelerinden biri şu an sevdiğim bir grupta çalmaya devam ediyor. Zira diğer grup üyeleri de şu an iyi yerlerdedirler diye umuyorum lakin benim değerlendirmem grup ve o zamanki albümlerinin itelemesiyle dışarıya taşan düşüncelerimle ilgili.

Bu yazımın konusu dinlemek üzerine olacak. Söz konusu grubu dinlerken farkettiğim ve aklımda uzun süredir dolaşan bir takım düşünceleri artık yazıya dökebilirim. Herkes iyi müzikler dinlemek istiyor ama iyi müziğin ortaya çıkması sadece müzisyenin sırtına yüklenebilecek bir yük değil. İyi müziğin taraflarından biri de kuşkusuz dinleyicidir.

Dinleyicinin rolünü bu denli önemli kılan şeyleri izâh etmeye çalışayım. Yukarıdaki örnekte verdiğim grubun kayıtlarını yıllar sonra tekrar dinlediğimde kayıtların gerçekten kötü olduğunu ve vokal performansının ise yapılan müzikle örtüşmediğini fark ettim. Seneler öncesinde “çok iyi” dediğim gruba bugün “iyi” dâhi diyemiyorum. İnsanın sağlam bir zaafiyeti olduğu kanısındayım ve bu zaafiyet, insanın gün içerisinde karşılaştığı en basit bir uyarıcı karşısında dâhi bizlerin değerlendirme odağını belirlediğini kabul etmek gerek. Zira az çok bilgi sahibiyseniz reklamların da insanların bu zaafiyetlerinden yola çıkarak bizleri yakalamaya çalıştığını söyleyebiliriz. Mesela reklam müzikleri müzikalite olarak kötüdür ama orada insan algısının basit, çocuksu, bilinçli olarak komikmiş gibi davranıp komik olmama gayretini çok iyi hazmettiğini söylemek gerek. Beethoven’ın 9. Senfonisini herkes en az bir kere duymuştur ama bu senfoniyi 100 kişiye dinlettiğinizde eminim 100 kişinin tamamı doğru cevap veremeyecektir. Genellikle cevapların çoğu Mozart olur. O da Mozart’ın popüler olmasından kaynaklıdır. Zira size “Var mı Nazo gibisi?” desem bu ses ve sözler size 9. senfoniden daha tanıdık ya da daha popüler gelir. Beethoven – Nazo kıyaslaması yapmadığımı altını çizerek söylemek isterim. Sadece insan algısının da tıpkı bedenlerimiz ve düşüncelerimiz gibi büyüyebildiğini ve algımızın değerlendirme kalitesinin aslında çok basit imgelere aldanıyor olmasının büyük ihtimalle gelişmemiş bir algıyı işaret ettiğini söylemek gerekir. Medyanın tüm yönlendirmelerinin, liderlerin peşinden sürüklediği kitlelerin ve tam zıttı yönünde bu yönlendirmelerin ve bir liderin peşinden gitmeyen kitleleri kıyasladığınızda da bu algı kalitesini çok net görebilirsiniz.

Biraz daha genişletirsek aslında o anki biz sadece duygularımıza dokunan bir sözün ya da bir melodinin peşinden gidip kolay bir şekilde “iyi” diyebiliyoruz. Müzik adına bir şeye bu kadar kolay bir şekilde “iyi” dememek gerektiğini, iyi demeden önce çok yönlü düşünüp buna karar vermek ve dile getireceğimiz kusura karşı yıkıcı değil yapıcı olmamız gerektiği kanısındayım. How I Met Your Mother‘ın ilk bölümlerinde Ted, Robin‘e daha ilk buluşmada “Seni seviyorum” dediği için zincirleme bir takım olaylar yaşanıyordu. Bu da mesela paralel bir konu. Bazen anlık hislerle, kendi iç çatışmalarımızı ve benliğimizin var olduğu noktayı görmezden gelip büyük bir aldatmacayla yersiz cümleler kurup, ait olmadığımız boyutlarda geziyor olabiliriz. Yani aslında hazlarımızdan bahsediyorum.

Bahsetmeye çalıştığım değerlendirme eşiği Whiplash‘teki Fletcher‘ın yaklaşımı da asla değil. Aslında bahsettiğim şey dinleyici olarak sadece biraz daha dikkat. Mesela dinleyici olarak ses sistemi kötü olan bir mekanı eleştirmezseniz o mekan ses sisteminde hiçbir iyileştirme yapmayacaktır. 2009 yılında God Is An Astronaut İstanbul konserinde dinleyicilerin mekana sığamamalarından şikâyet ettikleri için bir sonraki konser daha geniş bir mekanda yapılmıştı. Yine eğer Türkiye’de iyi müzik dinleyebileceğiniz mekan sayısının azlığından yeteri kadar şikâyet edebilseydik Taksim’de yığınla tek gitarlı, pop şarkılar çalan mekanlar olmazdı. Bu apayrı bir konu ama dinleyici olarak yeteri kadar tavır alabilseydik gecede 100-200 TL’ye 4-5 saat aralıksız şarkı çalan tek gitarlı, tamamen hafta sonu eğlencelerine malzeme olan müzisyenleri daha güzel sahnelerde, daha iyi müzikler çalarken dinleyebilirdik. Yani aslında şu an radyolarda, evlerinizde, arabalarınızda, konser mekanlarında dinlediğimiz müziği talep edenler bizleriz. Bizlerin talepleri bu ticari oluşumları şekillendirir. Üzgünüm ama bu konudaki durumumuz içler acısı. Müzisyenlerin hâlâ yaşam koşulları olarak ideal seviyede yaşamadıkları aşikârken onları finansal olarak destekleyecek insanların varlığını inkâr etmek mümkün değil. Örnek vermek gerekirse; bugün bir akım başlasa ve yarın 1 milyon kişi deli gibi Caz ya da Post-Rock dinlese hangi güç sahibi bu ilgiyi görmezden gelir? Biraz gerçekçi ve mantıklı yaklaşmak lazım.

Müzik dinlerken algılarımız en fazla kendi iç dünyamızdaki pozitif ya da negatif dalgalanmalar kadar açık. Dinliyoruz ama dinlediğimiz müziği değerlendirmiyoruz. Elbette bir müzikolog gibi davranış gösterin demek doğru değil ama bir sonraki adımda “Neden Türkiye’de iyi müzik yapılmıyor?” demek hakkını elde etmek için üzgünüm ama gerçekten müzik dinleme kabiliyetimizi arttırmamız gerektiğine inanıyorum.

Dönüp geriye baktığımda Türkiye’de iyi müzik adına sayabileceğim çok az sayıda kişi ya da müzik grubu var. Bazen Kral TV’de ya da herhangi bir konserde dinlediğim müzisyenleri görünce aklıma gelen ilk soru hep şu oluyor: “Bu adam bu kadar iyi müzisyen ve neden bu müziği yapıyor?”

Aslında sorumun cevabını çok yakın bir zaman diliminde aldığımı söyleyebilirim. Bas gitar çaldığım Yarımada‘nın, Peyote konseri sonrasında dinleyici kitlesinden deli gibi övgüler yağıyordu. Davulun atakları, şarkı sözleri, gitarın introları vs. gibi. İçten içe abarttıklarını düşünüyordum ama bir yandan da hoşuma gidiyordu. O tatmin olmamışlık hissi ile dinleyen yorumları öyle bir noktada çarpışıyorduki kafamda bir sürü düşünce uyanıyordu. Zira benimle hemfikir olan birileri daha vardı. O da Peyote’nin müzik direktörü Emre Abi’ydi. Bize vuruşlardan, metronomdan, efekt tercihi ve kullanım şeklimizden, sahnedeki duruşumuza kadar birçok konuda samimiyetle ve büyük bir nezaketle, özür dileyerek eleştiri getirdi. O günden sonra Yarımada ile günde en az bir kere Emre Abi’yi andık. O eleştirileri bertaraf etmek yerine aklımıza sokup tek tek üzerine gittik. İki gün evvel Yarımada provasında yıllar sonra içimdeki o tatminsizliğin ortadan kalktığı hissine kapıldım. O hissi aklımdan atmak kendi adıma kolay olmadı. Emre Abi gerçekten haklıydı ve onun eleştirileri üzerinden baştan sona değişime uğradık. Bir dinleyici olarak, objektif bir şekilde dışarıdan Yarımada‘yı baktığımda şu an severek dinlerdim ya da ilerisi için onlara bir şans verirdim ama önceden asla dinlemezdim.

Bu örneği şunun için verdim: Eğer Emre Abi o gün hiçbir şey demeden mekandan ayrılsaydı ve biz dinleyici yorumlarını baz alıp hayatımıza devam etseydik kötü ve hatalarla dolu müzik yapan, sadece biz ve ufak çevremiz tarafından günden güne unutuluyor olacaktık. Şu an olduk mu onu bilmiyorum. Belki daha da gerilemişizdir ya da hâlâ hatalarla doluyuzdur. Bu gelişimden çıkarttığım tek şey doğru müzik adına gerçekten doğru şekilde düşünmeyi, yargılamayı ve dinlemeyi (hem müzik hem eleştiri) öğrenme isteği ve çabamın tavan yapmış olması oldu.

Tüm bu çabalardan sonra arkadaşlarımın bana yolladığı kayıtları dinlerken, radyoda bir şarkıya rastladığımda ya da bir konsere gittiğimde kafamda milyon tane sorgulama mekanizması çalışmaya başlıyor ve o sorgulamaları bir şekilde anlamaya ve aktarmaya çalışıyorum. Çünkü müzik adına birtakım müzikal ve mental eleştiriler hedeflere ulaşırsa eminim bu müziğin sahibine bir şey katacaktır. O yüzden dinlediğimiz şeye rutin olarak yemek yeme, su içme muamelesi yapmamak gerekiyor. Dinleyici olarak bize düşen yegane görev bize sunulanı gerçekten dinlemektir.

Çilekeş‘in evrim sürecinden sık sık bahsettim. Onların Histeri Çalışmaları sonrasında verdiği bir röportajda kurdukları cümle aşağı yukarı aklımda. Ali Güçlü Şimşek olması lazım, “Çilekeş‘in ilk albümündeki dinleyen kitleyi gördükten sonra değişmeye karar verdik”, “Oraya ait değildik” gibi bir cümle kurmuştu. Çok hak vermiştim kendilerine. Bugün Bubituzak‘ın müzikalitesinin geldiği noktayı görmezden gelmek mümkün değil. Dolayısıyla dinleyici kitlesi üzerinden alınan radikal bir kararın bugün gelinen noktaya bakıldığında oldukça haklı olduğu ortaya çıkıyor. Hemen hemen aynı dönemde yükseliş gösteren Manga‘nın ise bugün hangi noktada olduğunu da bu kıyaslamaya ortak edersek sonuçlar daha belirginleşecektir.

Özetle şunu demek lazım; müzisyeni büyüten şey gerçek ve iyi niyetli eleştiridir. Dinleyici olarak bizlerin, inandığımız, güzel fikirli, çiçek gibi müzisyenlerimizi besliyor olabilmemiz lazım. Müzisyenler, dinleyicilerden aldıkları geri dönüşlere göre yollarına devam etmeye meyillidirler. Dolayısıyla dinleyici ne kadar büyürse müzisyen de o kadar büyür.

Türkiye’de iyi müzik yapılmıyor çünkü Türkiye’de müziği iyi şekilde dinlemeyi başaran insan sayısı maalesef çok az.

Bu yazıyı özelden (müzikten) genele (sanat ve her şeye) yayılan farkındalık yazısı olarak, geçen sene yazdığım bir yazıyı tekrar paylaşarak noktalıyorum. Değerlendirmelerimde yanlış algıladığım noktalar varsa, eleştirilerinizi severek ve öğrenerek okuyacağımı bilmenizi isterim.

İyi dinlemeler.

Hangi Sun In The Arms Of Love? | Bir Baba Indie

Tags: , , , , , , , , ,

İlginizi Çekebilir

Yüzyüzeyken Konuşuruz Projesi Sona Erdi!
The Cribs’in Yeni Albümü Geliyor!

Yazar

BBI Yerli: Rana Türkyılmaz & Kırık Pena

Bize Katıl!