Alternatif Müzik, Yaratıcılık ve Kompozisyon

Gönül İşi

Rahatsızlığı sebebiyle hastanede yatmakta olan, çok sevdiğim yazarlardan Ahmet Cemal‘in bir sözünü yazıya sonradan ekledim; şifa niyetine!

“Gerçek anlamdaki yaratıcılık, geniş ölçüde bir kendine rağmen’liği de içermiyor muydu?”

***

İyi Müziğin Popüler Müzik Olması

Geçmişte Anıl Sayan’ın yazdığı yazılardan birinde ve birebir muhabbetlerimizde sıkça konuştuğumuz, ara ara kendime notlar da düştüğüm bir konu geldi aklıma. Sahiden “alternatif” nedir? Biz nelere alternatif diyoruz. Biraz bunu sorgulamak istiyorum.

2000’lerdeki patlayan Türkçe sözlü rock müzik yapan müzik grupları, grunge, brit-rock, nu-metal ya da pop rock yapsa dâhi hep “alternatif rock” olarak sınıflandırıldılar. Bir süre sonra, alternatif kelimesi bir çatı oluşuma dönüştü ve ana akım ile yer altı müzik dünyasını iki ayıran unsur olarak anılmaya başladı. Anıl Sayan‘ın da bahsettiği gibi, belki de artık alternatif diye bir şey kalmamış olabilir. Ana akım alternatifleştikçe, alternatif kendine yeni bir alan yaratma çabasına girdi dersek de doğallıkla abartmış olmayız. Anıl Sayan ile dün yaptığımız konuşmada çok önemli bir cümle sarf etti. Bugün gelinen noktada, alternatif müzik yapan isimler arasında Kalben‘i ya da Son Feci Bisiklet‘i bu çatının altında sayabiliyorsunuz. Halbuki bu isimler oldukça popüler oldular ve eski sistemde durdukları yer tartışmasız ana akım. Birileri belki bu ayrımı sıcak tutup, bundan nemalanmaya çalışıyor olabilir ama işin özünde köprünün iki ucu farklı coğrafya.

Fuat Güner‘in bu konu hakkındaki yorumu oldukça önemli. Geçtiğimiz aylarda Compel’deki söyleşisinde, yer altında var olan müziğin, ana akımı daima beslediğini söylemişti. Bu çok yerinde ve önemli bir tespit. Sakin‘in dağılıp, Onur Özdemir‘in Onurr‘a dönüşmesi beni sarsmıştı ama sakince düşündüğümde bunu olumlu karşıladım. Ana akım içerisinde var olan müziğin seviyesizliğine, iyi müzik yapan Onur Özdemir‘in orası için üreteceği şeyler bu seviyeyi yükseltebilirdi. Bugüne kadar gözlemlediğim kadarıyla da, bu konudaki katkısının görünür olduğunu söylemeliyim. Kaldı ki, Funda Arar‘ın şarkılarındaki Burcu Tatlıses imzası, Ceylan Ertem‘in iyiden iyiye ana akım’ın önemli bir parçasına dönüşmesi, Yasemin Mori‘nin “N’olur“unun reklam müziği olması ve ekranlara yeni düşmüş Can Kazaz‘ın Kendi Halimde”sinin Filli Boya reklamlarının fon müziği olması  gibi çok önemli örnekler var. Ülkenin genel müzik eksenini yukarıya doğru çeken bu önemli gelişmelerin, yıllara yayıldıkça daha da güzel sonuçlar doğuracağını söylemek mümkün. Tartıdaki iyi taraf ağır bastıkça, kötü müzik azalır. İlerleyen yıllarda popüler olan müziğin, “iyi müzik” olması gerçekten harika olmaz mı?

Yaratıcılık ve Kompozisyon

Müziğin yaratıcılık kısmını ortadan kaldırdığınızda gerçekten geriye bir şey kalmıyor. Bu bir meziyet gibi görünse de, aslında müzisyenin biraz mental olarak yansıması ya da yansıyamamasının da işareti. Arayış peşinde olmayan bir insanın, “ben yaratıcı değilim” demesi ya da hızlı yoldan popülerleşme çabasıyla, eski yanlışları tekrarlaması pahasına bu konuyu görmezden gelmesi bana gerçekçi gelmiyor.

İnsanların yaratıcılıktan anladığı “yoktan var etmek” gibi uç bir algıda toplanıyor ama basit dokunuşlar da yaratıcılığın kendisi olabilir. Bunun için müzisyenlerin kompozisyon yaklaşımlarını analiz etmek gerekir. Şöyle örneklemek istiyorum. Bu sabah Spotify’da rastgele isimleri art arda dinlerken Kalben‘e denk geldim. Kalben‘le bir kere kahve içip, sohbet etmişliğimiz var. Tanıdığım en tatlı insanlardan biri. Bu not burada dursun. Kalben’in albümünü dinlediğimde, tercih edilen kompozisyon türünde ciddi anlamda eksiklikler var. Sözlerin ve Kalben‘in vokalinin arkasında zorlanan bir enstrüman eşliği var. Basit dokunuşlarla etkisi katlanacak bir harikalığın esirgenmişliği ya da dönemin şartlarından kaynaklı bir acelecilik var. Bas gitarın dinamik ve dominant etkinliğinin ardından, onu tamamlayamayan ritim gitarlar olunca işin müzik kısmı erimeye başlıyor. Mesela ritim gitarları Seha Can çalsaydı bu eleştiriden bahsetmiyor olabilirdik. Burada Kalben‘e eleştiriden ziyade Seha Can‘ın çok iyi bir gitarist olmasına ve az enstrümanla kaydedilmiş bir albümdeki olası etkisine vurgu yapmak istedim. Dolayısıyla, eğer bu formatta bir ritim gitar söz konusuysa, bas gitarın yaptığı ortaları gole çevirecek muhakkak ikinci bir enstrümana ihtiyaç olduğunu söyleyebiliriz. Belki birebir muadili demek doğru olmayabilir ama Nilipek, Lara Di Lara ve Yasemin Mori gibi projeleri incelediğinizde rhodes ve gitar bağlantılarının nasıl ustaca örüldüğünü ve şarkıları üç-beş basamak yukarı çıkarttığını gözlemleyebilirsiniz. Hatta bu isimlerin yanı sıra, biraz daha yeni bir isim olan Simge Pınar‘ın, “Yeni Bir Hayat” şarkısı kompozisyon olarak daha kıyaslanabilir duruyor. Erkan Zeki Ar‘ın arka plandaki muazzam dokunuşları, Simge Pınar‘ın, Kalben‘le örtüşecek ritim gitar performansını gerçek anlamda yap-boz parçaları gibi birleştiriyor. Yani bunu ritim gitar – solo gitar gibi sığ bir düzleme indirgeyemiz. Erkan Zeki Ar yerine sıradan bir gitaristin çalacağı şeyler asla aynı etkiyi yaratmayacaktır. Verdiğim örnekle uzun uzun anlatmaya çalıştığım “yaratıcılık” mevzusu bundan ibaret.

Big Beats Big Times’ın “Alternatif Müziğe” Dokunuşu

Berke Can Özcan, tam da Hakan Orman‘ın tasvir ettiği gibi sanatta sınırlarını zorlayan müzisyenlerden. Onu öne çıkaran özellikleri sıralarken, “Berke çok hızlı çalıyor”, “Berke çok teknik çalıyor” gibi daha yüzeysel ve akla ilk gelen söylemleri saymaya başlarsanız haksızlık edersiniz. Bu yüzden meseleyi Big Beats Big Times üzerinden anlatmak istiyorum. Mesela, trampetler, altolar, ziller bagetlerle abanıp, paramparça edilircesine vurulacak şeyler değil. Rock veya Metal müzikle daha fazla özdeşen bu enstrümanın gerçekten bir ruhu var. Gitar ya da piyano gibi armoni olarak neredeyse uçsuz bucaksız ses üretebileceğiniz bir enstrümanın başında ses üretmek hiç yabana atılacak bir şey değil. Vurmalı bir çalgının bir üretim alanına dönüşmesi için örnek bir projedir Big Beats Big Times. Bu konuda farkındalık yaratmak için, konudan bağımsız ek bir isim daha önereceğim. Uzun süredir Instagram’dan takip ettiğim Chris Mahlstedt, instagram.com/thedrumjournal hesabından oldukça yaratıcı paylaşımlar yapıyor. Konuyla ilgiliyseniz takip etmenizi öneririm.

Big Beats Big Times üzerinden farklılığa vurgu yapmaya devam edersek, performans odaklı olarak lanse edilen davulun, farklı bir şeye evriltme çabasını gözlemleyebiliriz. Whiplash‘te bu performans odağının ne kadar hırsa bürünebileceğini de izledik. Berke Can Özcan ve projede yer alan diğer müzisyenler, performanstan önce enstrümanın meziyetlerini genişletmeye odaklanarak, adeta olmayan melodiye ritim biçmişler. Buradaki yanılma kaygısını bertaraf ettikleri kadar da yaratıcılık kazandıklarını da ölçümleyebiliriz. Gün sonunda kaybın hiç olmadığı, kazanılanın yeni deneyimin bir sonraki deneyimi beslediği ile yüzleştik ve tahminimce daha da yüzleşeceğiz.

Big Beats Big Times‘a sadece dinleme deneyimi olarak bakmamak gerekir. Bu dinleme deneyimine doğru yönde odaklanırsak, zihinlerimizde var olan dinleme deneyimine yeni bir bakış açısı kazandırarak güçleneceğini fark edeceksiniz. Sıradan bir konser performansında, başta davul olmak üzere, tüm enstrümanlardan daha yenilikçi neler yapabilir arzusuna kavuşacaksınız. Bu, dinleyici olarak, dinleme kalitenizi arttıracak bir eylemdir. Dolayısıyla bu eyleme bizi zorlaması sebebiyle de, ortaya çıkanın sadece bir müzik projesi olmadığının da farkında olmak ve bu yönde Big Beats Big Times’ı takdir etmek gerekir.

Full Moon Theory‘de isimlere adanmış şarkıların gölgesinde üretim yapmak da işin başka güzel boyutu. Aynı çerçevede Salinger‘ı ve Dio‘yu kapsayan bir ruh halini eritmek de, zenginliğin göstergesi. Bu durum, tasarımın belleğindeki dünyaya bakış açısının özgürleştirici unsurlarına, var olabilmek için olanak sağlıyor. Eğer, zihnen yeteri kadar özgürseniz deneyebilir ve elde ettiğiniz deneyimler neticesinde yeni şeyler keşfedebilirsiniz. Daha önce bin kişinin geçtiği bir ormanda, ayak altında kalmış bir bitkinin artık farkında olabilme, onu ezmemek için kenardan geçme hassasiyeti kazanmak gibi bir şey.

Aylardır kendime sorduğum soruya dönmek istiyorum. Son Feci Bisiklet alternatif ise, Big Beats Big Times nedir? Bu arada Son Feci Bisiklet‘i her ne kadar dinlemesem de, eleştiri odağında tutmuyorum. Aksine, alternatif olarak değerlendiren tüm mecralar ve kişilere yöneltilmiş bir soruyu yineliyorum. Belki sıklıkla tekrar düşüyorum ama “alternatif”, “müstesna”, “özgün” gibi dinlediğiniz müzisyeni yüceltmek adına kullandığımız kelimeleri daha büyük bir özveriyle pay etmek gerekiyor. Geçmişte İlhan Mimaroğlu‘nun ortaya koyduğu işe alternatif diyerek, ardından Kalben‘e de alternatif dediğinizde, kelime anlamını yitiriyor. İyi işler yapan insanları kategorilere sokmak, sınırlarla parçalara bölmek hoş olmasa da, irademizin dışında yaratılan sınıflandırmalar arasında en azından, tasarımları doğru raflarda sergilemek gerektiğine inanıyorum.

Bu yazıyı hem Big Beats Big Times‘a sebepleriyle birlikte odaklanma gerekliliğini vurgulamak ve Big Beats Big Times üzerinden “alternatif” kelimesine yüklenen anlamı örneklemek için yazmak istedim. Eksiklikleri, çoğaltılabilecek örnekleri de size paslayarak, konu üzerinde birlikte şekillendirilecek bir düşünceye bizleri sevk etme arzusundayım.

Paylaşalım, konuşalım, büyüyelim.

Sevgiler.

Dipnot: Bu yazı müzisyenlere yönelik bir eleştiri içermemektedir. Müzik yazarlarına, dinleyecilere ve bu konu hakkında fikrini belirten, paylaşan tüm kişilere yönelik bir serzeniş ya da övgüdür.

Tags: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

İlginizi Çekebilir

Bir Baba Indie #6 – “No Land” @ Radyo Kanyon
Alt-J’den Yeni Single: “3WW

Yazar

Bize Katıl!