Tekrar dönülecek bir köşe: “Sampha – Process”

Albüm İncelemeleriİnceleme

Albüm sever bir dinleyici olarak kısır bir dönemden geçtiğimi söyleyebilirim, sevgili okur. Önce, Noel muhabbetinden mi bilinmez, Aralık’ın son haftaları hiç yeni müzik yayınlanmadı. Pencere kenarında oturup kar yağmasını izlerken, yeni müzik özlemiyle uzaklara doğru dalıp gitmelerimi nasıl unutabilirim? Neyse ki yeni yıl yeni umutlar da getirdi, merakla beklediğim albümlere kavuştum. Ama birlikteliklerimiz hep kısa sürdü. Hiçbirinden tat almadım. The xx‘in ancak Jamie xx‘in yüzü suyu hürmetine dinleyebileceğim I See You albümünden mi yakınayım, yoksa Sohn‘un çok sevdiğim Tremors‘dan sonra, Rennen gibi vasat bir albüm yayınlamasına mı üzüleyim bilemedim. Son olarak, Chairlift’den Caroline Polachek‘in solo albümünü yayınlamasından sonra (bahsi geçen albümdeki parçalar muhtemelen tek bir ses kaynağıyla bestelenmiş; deneysel bile olamayan albümü ücretsiz indirebilirsiniz.) albüm formatına inancım sarsılmış bir şekilde kendimi playlist’ten playliste, o DJ mix’i senin bu DJ mix’i benim savrulurken buldum.

Neyse ki, bu zorlu süreçten Sampha‘nın albümü Process‘le çıktım. Sohn ve The xx’in son albümlerinde bulamadığım samimi içe dönüklük bu albümde en iyi şeklinde bulunmakta. “Process”, tam adıyla Sampha Sisay‘in 2013’te yayınlanmış Dual kısaçalarını takip eden kariyerinin ilk albümü. Ancak, İngiliz müzisyen müzik dünyasına yeni sayılmaz; tam aksine, Drake‘ten SBTRKT‘a, Solange‘dan Frank Ocean‘a, FKA Twigs‘ten Kanye West`e kadar birçok sanatçıya albümlerinde yapımcı olarak destek vermiş bir isim. Process’i dinledikten sonra da fark ediyorsunuz ki, Sampha’nın tarzı ortak çalışmalarının hepsinde hissediliyor. Ama bu ortaklıklar Sampha’ya da çok şey kazandırmış. Özellikle Solange’ın siyahî deneyimi dile getirdiği A Seat at the Table albümünde çalışırken, Solange tarafından kendi kişisel ifadesini ön plana çıkarmaya cesaretlendirilmiş Sampha.

Bildergebnis für sampha process

“Process” müzikal olarak James Blake usulü bir elektronik soul albümü. Young Turks plak şirketinden yayınlanan albümde, XL Records’un mühendisi Rodaidh McDonald prodüksiyona katkı sağlamış. The xx ve King Krule’la da çalışmış McDonald’ın etkisiyle, albüm son yıllarda iyice karakteristikleşmiş buzlu ve melankolik Londra sounduna sahip. Ancak albümün en dikkat çekici tarafı kuşkusuz Sampha’nın sesi. Bastan tize pürüzsüzce çıkabilen, zengin dokulu bu sesi, Sampha hangi duyguda nasıl kullanacağını çok iyi biliyor. Dehşeti bile kulağa hoş gelecek şekilde aktarmayı başarıyor. Evet, dehşetten bahsediyorum. Çünkü dışarıdan sakin ve zararsız gibi duran bu albümde temasal olarak ölüm ve ölümlülükten de kaynaklanan kaygılar ağırlıkta. Henüz 27 yaşında olan Sampha, albümün yapım sürecinde annesinin kanser süreciyle ve ölümüyle yüzleşmek durumunda kalmış. Yine yakın zamanda boğazında tanımlanamayan bir cisim tespit edilen Sampha’nın şarkı sözlerinde kaygı ve yaşadıklarının hüznü kaçınılmaz bir şekilde kendini hissettiriyor.

Sade açılış parçası Plastic 100°C’ın harp sesleri, kaygılarıyla baş başa Sampha’ya eşlik ediyor. Apollo 11 uzay uçuşundan samplelar şarkının görselliğini güçlendiriyor: sıcaklıktan eriyen bir vücut ve sinirlerle, izole halde tehlikenin içinde bulunmak. Albümün en akılda kalıcı şarkısı Blood on Me’de ise bir kaçış sahnesi var. İtici gücünü sağlam ritmik yapısından alan şarkıdaki panik, Sampha’nın nefes nefese vokallerinde kendini dramatik bir şekilde hissettiriyor.

Blood on Me’nin klibinde Sampha sersefil hallere düşüyor:


Hareketli Kora Sings’de Sampha ebeveynlerinin memleketi Sierra Leone’in müzikal mirasından yararlanmış. Ritmik olarak sık dokunmuş şarkı, sona doğru harika ve bir o kadar da hüzünlü bir şekilde çözülüyor. “Kora Sings” Sampha’nın annesinin kanser sürecinde hissettiklerini anlatırken, takip eden (No One Knows Me) Like the Piano ölüm sonrası dönemi yansıtıyor. Bir piyano balladı olan şarkıda, Sampha’nın aile evindeki piyano, geçmişi, aile ilişkilerini ve anne-çocuk arasındaki bağı anlatan bir araç oluyor. Sözleriyle etkili, ancak müzikal olarak ortalama bir piyano balladından öte olmayan bu şarkıyı, yine ortalama bir piyano balladı gibi başlayan Take Me Inside takip ediyor. Durumun böyle olmadığı ise, elektronik seslerin başlaması ve ikinci kısma giriş yapılmasıyla belli oluyor. Şarkının ilk kısmındaki yüzleşmeden ikinci kısımdaki kabullenişe geçiş, albümün en etkileyici anlarından.

Reverse Faults, Sampha’nın falsettosunun hafifliği ile nakarattaki sert downbeat’in zıtlığından cazibesini alıyor  Hip-hop esintili Under‘da müzik hiç çözülmemek üzere yine geriliyor. Timmy’s Prayer’da ilişkisindeki sorunlarla ilgili kendini suçlarken buluyoruz, Sampha’yı. Ardından gelen Incomplete Kisses’de olduğu gibi, yumuşak vokallerin ön planda olduğu bir şarkı. Take Me Inside’la başlayan, romantik/cinsel ilişkilerle ilgili şarkıların olduğu bölüm, albümün son şarkısında sonlanıyor ve son şarkı What Shouldn’t I Be?‘yle albümün başına dönüyoruz. Ambient akorlar, Sampha’nın kısık sesi ve harp melodileri şarkıya ninni havası veriyor. Şarkı, huzurlu ve rahatlatıcı yapısına rağmen, albümün ölüm ve hastalık etkisindeki şarkılarından. Sampha’nın kendi hayatını ve ailevi sorumluklarını sorguladığı şarkıda, geçmişe ve çocukluğun huzuruna olan özlem hissediliyor.


Sampha Process’le, günümüz R&B müziğinin hızla artan ifade zenginliğine katkıda bulunmayı başarmış. Çoğunlukla punk sonrası rock müzikte rastlanan varoluşsal kaygıları, soul müziğin içtenliğiyle sunuyor ve bunu yaparken en kırılgan haline bürünmekten çekinmiyor. Sampha, gelecekte solo kariyerine mi ağırlık verir, yoksa prodüktörlüğe mi devam eder bilinmez, ama ilk albümü Process’le değerine değer kattığı kesin. Kendi şahsım adına, Process samimiyetine inandığım bir dost gibi, tekrar tekrar görüşmek isteyeceğim bir albüm olacağa benziyor.

Tags: , ,

İlginizi Çekebilir

NOVO AMOR – “Hadi Bana Kuzeyi Anlat Biraz!”
Sonar İstanbul Programında Neler Var Neler

Yazar

Bize Katıl!