Dinleyip, Hayallere Dalmalık Ses: “Wilsen”

İncelemeSanatçı İncelemeleri

Bazen tüm insanlık kapitalizmin yok edici girdabına kapılacak ve artık güzel müzik üretilmeyecek diye korkuyorum. Böyle zamanlarda ya bir Pink Floyd albümü açıp “Ne de olsa ben bunu ölene kadar dinlerim.” diyorum ya da hemen yeni birilerini keşfetme açlığı ile yeni müzikler dinliyorum.

Wilsen‘ı hiç dinletmeden tarif etmek gerekirse; atmosferik indie ve folk elementlerini harmanlayıp, enstrumanları ve sesini oldukça minimal bir şekilde işleyen, dinlediğinizde sizi mistik bir havaya büründürüp belki hayatınız hakkında düşünmenizi sağlayan kadın vokalli parçalar bütünü olduğunu söylerdim. Tabii bu oldukça uzun bir cümle olduğu için muhtemelen bu cümleyi kurmak yerine sizden zamanınızı ayırıp dinlemenizi isteyebilirdim.

Sirens albümünü dinlerken dikkatimi çeken ilk şey, davulun parçalarda oldukça az kullanılmış olmasına rağmen kullanıldığında da bir o kadar kendini özlettirmesi. Bir bakmışsınız, sırf davulun o tatlı soundu için Paper Ships parçasını tekrardan dinliyorsunuz. Fırçayla çalınan davulun tadı çok başka oluyor tabii.

İlk duyduğumda her ne kadar yakıştıramasam da Springtime parçasında kullanılan distortion gitar (bilmeyenler için, cazırtılı-cuzurtulu olan gitar), albümü farklı bir noktaya götürmüş ve aynı zamanda 10 dakikalık Anahita‘nın hazırlığını da yapmış.

Sirens albümünün en sevdiğim parçaları House on a Hill, Dusk, Sirens ve Paper Ships. Lady Shane‘e ise davul panlamalarından ötürü (kısaca bir sesi sağ kulağa veya sol kulağa duyurmak diyebiliriz.) bir türlü alışamadım. Bunun, benim kulaklarımın düzene alışık olması ile alakası olabilir. (Örneğin editörlerimizden Mehmet Sinan Güvenç, caz dinlemeyi de sevdiği için bu parçayı da sevebilir diye düşünüyorum.)

Wilsen, Sirens albümünden sonra 2014 yılında Magnolia ismi ile bir E.P çıkarmış. Sirens albümünün üzerine kayda değer pek bir şey katmadığı ve bir bakıma tekrara da düştüğü için albüm yeteri kadar ilgi görmemiş. Sirens albümü ile aynı dinlenme oranlarında seyretmiş. Ne yazık ki E.P’de Magnolia parçası haricinde açıp tekrardan dinlemenizi sağlayacak bir unsur da bulunmuyor. Kötü olduğunu söylemek mümkün değil ancak bazı şeyler eksik kalmış gibi.

2015 yılında çıkardığı teklisi Garden‘da bir takım değişikliklere gidip, bazı elektronik elementleri de parçasına serpiştirmiş Wilsen. Bir yerlerde pazarlama politikaları da devreye girmiş olmalı ki, Spotify’da dinlenmesi en yakın parçasının beş kat kadar üstünde. Fakat bu parça da bana yetmedi, Wilsen’dan çok daha iyi işler çıkabileceğini biliyordum.

Tam bu parçayı dinlerken de “Acaba sen de onlardan mısın? Süper bir albüm yapıp sonra devamını getiremeyenlerden misin?” hissiyatına kapılmaya başlamıştım ki 2016 yılında çıkarttığı Centipede teklisini dinlerken buldum kendimi. Bu parçada ciddi değişiklikler var. Vokalin tavrı değişmiş ve daha kendinden emin, daha melankolik bir hale bürünmüş. Garden parçasında kaybedilen davul canlılığı burada tekrardan devreye girmiş ve aranjede belli bir “Daha ne gelecek?” havası var. Bu parçanın ve gelecekteki albümün prodüktörlüğünü Ben Baptie üstlenmiş ve bu değişikliklerin sebebi çok yüksek ihtimalle kendisi. Daha önceden The Black Keys, Oh Land gibi isimlerle çalışan prodüktörün ayak izleri profesyonellik kokuyor.

2017‘de Ben Baptie prodüktörlüğünde bir albüm de gelecek gibi gözüküyor. Eminim ki albümün diğer şarkıları da Centipede gibi beklentilerimizi karşılayacaktır. Bekliyoruz…

Tags: , , , , , , , , , , , , , ,

İlginizi Çekebilir

Joe Goddard’tan Albüm Habercisi Nefis Klip: “Music is the Answer”
Dünyanın Akustik Olarak Kusursuz İlk Konser Salonu Almanya’da Açıldı

Yazar

Bize Katıl!