Birinci Dünya Barışı’nın Etkisinde Umut Üzerine Söylevler!

Gönül İşi

Kayahan‘ın vefatının ardından biyografisi hemen hemen tüm medya organlarında kendine yer buldu. 1949 doğumlu Kayahan, müziğe başlama hikayesini bir televizyon kanalında anlatırken, gitar henüz Türkiye’de yaygınlaşmadığı için ilk önce mandolin ile tanıştığını söylüyordu. Bu, tarihi mini kesit Türkiye’deki müziğin kırılımlarına da ışık tutuyor. Modern dünya ile tanışan yeni jenerasyon anne-babaların, henüz bebek doğmamışken, anne karnındayken dinletmeye başladığı klasik müzik eserleri, uyanık yapımcılar tarafından çoktan albümleşti ve raflarda yerini aldı. Dolayısıyla 1949 itibariyle dünyaya gelen her yeni jenerasyon da, müzikal anlamda bir öncekinin üzerine katarak ilerlediğini varsayarsak, klasik türk müziği enstrümanları diye adlandırabileceğimiz, mazisi bizans dönemine ve Endülüs’e kadar dayanan uzun bir tarihle yüzleşebiliriz. 80’lerden sonra ülkenin varolan kültürel kırılımının halk müziğinden, arabesk-fantezi eksenine kayması da yine çağın başka bir geriye yaslanış hikayesidir. Aşık Veysel‘in köy enstitülerinde eğittiği çocuklardan, “damar müzik” eksenine gerilemek bir nevi ülkenin genç nesline bel altı girişmekten öte bir şey değildir. Dikkat çekmek istediğim konu müzikalitenin ötesinde, müziğin insanlar üzerindeki etkisi ve o etkinin hiçbir sanat dalının yaratmayı başaramadığı şeyi başarması; yani ülkenin genel kültür seviyesini doğrudan etkilemesi.

Müzik, kültürel olarak ait olduğu topraklardan, köklerinden beslenebilir. Bunda tuhaf bir şey yok ama müzik bir ırkı, bir mezhebi temsil etse dâhi, bir ayrışma aracı asla değildir. Bağlama ve Türkü sevdalısı çokça tanıdığımın, “bizim türkülerimiz varken ne gerek var bunlara” diyerek parmakla hedef gösterdiği ve “bunlar batılı işi” diyerek bilmeden faşizan bir yaklaşım gösterdiğinin farkında bile değil; oysa dinlediği müziğin sözlerinde bolca “kardeşlik”, “barış” ve “sevgi” türevi sözcükler varken. Müzik, müziktir! Aydınlatır, öğretir, ışık tutar, heyecan verir, omuz verir, gülümsetir, içini ısıtır. Müziğe dair pragmatist bir algıyla yaratılan üstü kapalı  kavram, sadece hayata karşı tutunacak dalı olmayan savunmasız insanların, müzik diye sarıldığı ama gerçekteki müzikle alakası olmayan bir metadır.

Müziğin ne olduğu ve ne işe yaradığına dair hâlâ alacak yolumuz var. Yüksek tirajlı ulusal gazetelerin müzik eklerinin kalitesi, ana akım radyoların en çok çaldığı şarkılar, toplumun müzik üzerinde ne düşündüğünü gösteriyor. Fakat durum o kadar da umutsuz değil. Kayahan’ın çocukluğundan bu yana gelen ve ana akımın dışında bir şekilde kalmayı başaran her yeni jenerasyon, bir öncekini tekrar etmeden, üzerine katarak devinim yaratmayı başardı. Bu gelişimin biraz ağır ilerlemesi çok üzücü ama yakın zamanda hızla ivme kazanması da çok mümkün. Çözüm ise farkındalık yaratmakta ve çoğaltmakta.

Tarihler 9 Haziran 2016’ı gösterdiğinde, henüz 6.000 izlenme barajını aşmamış Babylon‘da canlı kaydedilmiş “Birinci Dünya Barışı” isimli nefis bir eser yayınlandı ve belki de bu, bu yazıyı özetleyebilmem için ihtiyacım olan tek şeydi. Korhan Futacı ve Kara Orkestra‘ya eşlik eden 8 güzel çocuk sebep oldu buna. KFKO, var olan jenerasyonun ve yakın tarihte müzik adına yarattığı kırılım ile en önemli oluşumlardan biri olduğuna inancımı sıkça burada dile getirdim. Tekrar o konuya girmeden, önceki düşüncelerimin devamı olarak yeni bir konuya bağlayacağım.

Klasik müzik ve ardından onun minimize edilerek, dönemine uygun şekilde ortaya çıkan caz müzik ana akımların daima uzağında kaldı veya kendini elitizm kıskacından kurtaramadı. Müzik türleri ile dinleyicilerin ilişkisi son zamanlarda ya da belki de hep “kolay dinlenebilirlik” üzerine kuruldu. Müziğin kalitesi de bunun üzerinden değerlendirildi. Bu büyük hatanın bir an önce ortadan kalkması için, dinleyicinin kendini bir an önce değiştirmesi lazım. Yeni nesilin, dünyada olup biteni yakından takip edebilme imkânın kolaylaşması ve buna binaen köklerinden kopmadan doğru olanı süzebilme beceresi edinmesi, dolayısıyla çok önemli bir hâl aldı.

KFKO’nun performansına eşlik eden çocukların yaratacağı dalganın etkilerini ilerleyen yıllarda gözlemleyeceğimizi düşünüyorum. Saksafon, trompet, trombon, fagot, kontrbas vb. birçok enstrümanın varlığı, müziği zenginleştirmek için, zihinde yeni kompozisyon algısının oluşması adına oldukça önemli. Gitar ya da bağlama ikilemine sıkışmış neslin çocukları bunlara bir şekilde aşinaydı ama o enstrümanlar sadece konservatuvardaki abileri ve ablalarının çalabileceği şeylerdi ve ulaşılmazdı. Zaten ulaşmak isteseler bile, mevcut müfredatın saçma sapan olması, ebeveynin çocuğu üzerinde kurduğu “baskıcı”, “gelecek kaygısı” zehiriyle doldurduğu saldırgan tutumu, o çocuğa ulaşmak istediği alanı kapatacaktı. Bir de bildiğiniz üzere, “konservatuvarda torpil var” ön yargısı da hâlâ yıkılmadı. Üstelik bunun üzerine konservatuvar okuyan insanları müzikten soğutan sebepler de gizliliğini koruyor. Düşünsenize, mevcut sistemde eğitim veren konservatuvarlar Kerem Görsev‘i sınır dışı etti. Compel‘de her ay gerçekleşen söyleşilerden birine katılan Fuat Güner, söyleşi esnasında yakın çevresindeki donanımla insanlarla a’dan z’ye her şeyini hazırladığı müzik bölümü için anlaştığı üniversitelerden “ticari kaygı” sebebiyle veto yediğini anlattı. Hal böyle olunca, biz hangi çocuğa, müziğin derinliklerinde keşfe çıkarttıracağız. Sadece çocukların değil, herkesin gözünde müzik tam bir “şov dünyası” ve “hafta sonu eğlencesinden” öte bir şey değil. Bin kere yazdığımı tekrarlayacağım. Radyoda dinlediğiniz 3 dakikalık şarkının evvelinde çok büyük bir zaman ve emek var. Yakın zamanda hayatında hiç stüdyoya girmemiş, sesi güzel bir arkadaşımı bir kayda soktuğumuzda harcanan emek karşısındaki şaşkınlığından belgesel yapılabilirdi. Zira şahit olduğu şey sadece kayıt aşamasıydı.

Bu yüzden o çocukların sahnede olması çok önemli. Korhan Futacı ve Kara Orkestra, ana akım diyince akla gelen ilk isimlerden Sezen Aksu‘nun dikkatini çekmesi tesadüf değildir. Çünkü bu adamlar iyi müzik yapıyor ve yarattıkları sinerjiyle ülkede kendini tekrar eden müzik eksenine yeni bir farklılık ve farkındalık kazandırıyor. Dolayısıyla büyük bir algoritmayla çalışan arama motorları “Sezen Aksu” yazdığında, KFKO’yu muhakkak bir yerlere sıkıştıracaktır. Elazığ’ın Kovancılar ilçesinde yaşayan Mehmet bir gün aşık olduğu Ayşe’yi düşünürken Sezen Aksu’nun adını Youtube’a yazacak ve belki de Arif’in Manchester’a attığı gol yerine, “Birinci Dünya Barışı”na ulaşacak. Bu çarpışmalar toz bulutuna dönüşmeyecek, aksine yeni dünyalar yaratacak. O yüzden bu çocuklar bugün ana akımdan etkilenerek ve tesadüfen ulaştığı bu yeni isimlere, yeni enstrümanlara yarın merak ederek, öğrenmek isteyerek ulaşmaya çabalayacak. Alternatif müziği yakından takip eden insanların içinde enstrüman olarak gitar olmayan DANdadaDAN‘a ilk temas ettiğinde, “gitarsız müzik mi olur?” derken, bugün “keşke dağılmasalardı” söylevlerinin ardından, seneler sonra verilen bir konseri hınca hınç dolduruyor. Müzik adına kalıcı bir eser ya da proje yaratmak oldukça sancılı ve zaman alan bir şey olsa da, tarihin akışı içerisinde ait olduğu veya olmadığı kültüre de doğrudan etkisi vardır.

Şefika Kutluer ismini hayatınızda kaç kere duydunuz? 2 Aralık’ta Zorlu PSM‘de Mozart’ın 239 yıldır saklı kalan bir eserini, Avusturyalı Tutti Mozart Orkestrası ile birlikte seslendirdi. Avusturya Devlet Kültür Nişanı sahibi olan Şefika Kutluer, dünya çapında bir flütçü ve bu ülkede yaşayan, müziği takip eden çok ama çok az insan tarafından biliniyor olması oldukça üzücü. Bu ülke Fazıl Say‘ı piyanistliğinden daha çok, siyasi yaklaşımı ve eleştirileriyle biliyor. Çünkü işin o kısmında kavga, entrika ve bir sürü garip gündem maddesi var. Yoksa Fazıl Say’ı da kimse bilmeyecekti. Bu iki örnek işte bu ülkedeki insanların hayata bakış açısını, kültürel olarak durduğu noktayı, yaşadığı topraklarda ve dünyada olup bitene farkındalığını da gösteriyor. Belki çok abarttığımı düşünecekseniz ama Şefika Kutluer’i bilen insanların sayısı %50’nin üzerinde olsaydı bugün terör saldırılarını, Suriye meselesini, darbeyi veya benzeri başka bir şeyi konuşmayacaktık. Müziğin anlattığı şeyler insanlarla doğrudan alakalıdır. Aşık Veysel‘in “Beni Hor Görme Gardaşım”ı ile  John Lennon‘un “Imagine”i aynı şeyleri anlatıyor. Anlatılanları anlasaydık, anlatabilseydik, sırf bizi trafikte solladı diye bir insana öfkelenmek yerine sevgiyle yaklaşabilirdik. Çok basit bir konuda bile aklımıza ilk gelen “kavga” değil de, “sarılmak” olabilirdi. Bu isimleri, eserlerini, aldıkları ödülleri bilmek zorunda elbette değiliz ama derdimiz “iyi müzik” ise, o zaman algımızı dar tutmamamız gerekiyor; ya da “iyi” derken zihinsel donanımızı gözden geçirmemiz gerekiyor. İyi müziğin ne anlama geldiğini ve neden bu kavramın altının doldurulması gerektiğinin farkında olmak gerekiyor.

KFKO’nun ortaya koyduğu eseri beğenmek zorundayız düşüncesini empoze etmediğimin altına çizerek, sahnede duran o çocukların “umut” olduğunu vurgulamak istedim. O çocuklar Türkiye’nin en önemli sahnelerinden biri olan Babylon’a 12-13 yaşlarında ayak bastılar. Yarın yine aynı veya benzer birçok sahneye yine ayak basacaklar ve eserlerini sergileyecekler. Bunları yaparken kendi yaşıtlarını ve kendinden sonraki nesli de, ortaya koydukları eserlerle etkileyecekler. Mesela gitar ya da bağlama dışında bir enstrüman çalmaları değil. Mesele müziğin derinliklerinde, bir önceki jenerasyonun öğretilerinin ötesinde, üzerine kattıkları yeni düşünceler ile hareket kabiliyetlerini geliştirmeleridir. Sadece enstrümanistlikle ölçülemeyecek, zihinsel bir aydınlanmanın doğruyacağı yeni bir dünya adına altı çizilesi en önemli konu budur.

“Umut” güzeldir.
Çocuklar da…

Tags: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

İlginizi Çekebilir

BBI YERLİ #44 | “FEZADAN”
Uzun bir süre sonra London Grammar’dan yeni single geldi: “Rooting For You”

Yazar

Bize Katıl!